Hocalar buluşmasının moderatörü Nevzat Çiçek alınan kararı açıkladı

“Hocalar buluşması”nın moderatörü Nevzat Çiçek, “Buluşmada Cumhurbaşkanı’nın ‘İslam’ın güncellenmesi’ sözleri tartışıldı. ‘Keşke bu kapı açılmasaydı’ denildi. ‘AK Parti giderse kazanımlarımız kaybolur’ diyorlar. Hocaların bir istişare heyeti kurması kararı alındı.” dedi.

Yayınlanma: 25.03.2018 - 10:28
Abone Ol google-news

Erdoğan'ın 'İslam'ın güncellenmesi' güncellenmesi gerektiğine yönelik sözlerinin ardından 6 yaşındaki çocukla evlenilebileceğini söyleyen Nurettin Yıldız ve kamuoyunda Cübbeli Ahmet Hoca olarak bilinen Mahmut Ünlü başta olmak üzere birkaç hoca bir araya geldi ve bir ‘hocalar buluşması’ gerçekleştirdi.

Toplantıya moderatörlük yapan AKP'ye yakın gazeteci toplantıda yaşananları Habertürk'ten Kübra Par'a anlattı.

Nevzat Çiçek'in Kübra Par'a anlatıkları şöyle:

Nevzat, o gün hocalar niye toplandı? Sen niye oradaydın?

Sanki çok büyük bir günah işlemişim gibi her­kes “Niye oradasın?” diye soruyor! (Gülüyor) Sonuçta bu insanlar aynı mahallede olduğumuz, bir şekilde gidip geldiğimiz, aynı zamanda da çalıştığımız alanın muha­tapları olan hocalar. “Nevzat gazetecilikten deneyimlidir, moderatörlüğü o yapsın” denildi. Hocalar arasında geç­mişten kaynaklı bir soğukluk vardı. Daha önce bir araya geleceklerdi ama programları uyuşmadığı için olmamıştı.

Son dönemde fetvala­rıyla çok tartışma yaratan Nurettin Yıldız ile Cübbeli Ahmet Hoca’nın arasındaki soğukluğun sebebi neydi?

Tartışma siyasi değil, iti­kadi bir tartışmaydı. “Allah yerde midir, gökte midir?” tartışması yaşamışlar. Bu, ilahiyatçılar arasında geç­mişten gelen bir tartışma­dır; bir kısmı Allah’ın gökte sınırlı olduğunu, bir kısmı da Allah’ın her yerde olduğunu ifade ediyor. Nurettin Yıldız, bununla ilgili bir sohbette kendi görüşlerini naklediyor. Cübbeli Ahmet Hoca da “Bu görüşleri naklederken kendi görüşünü de ifade etmen, şerh düşmen lazımdı” diyor ve oradan kaynaklı bir tartışma yaşanıyor.

Cübbeli Ahmet Hoca ne diyor, Nurettin Yıldız ne diyor?

Çok net söyleyeyim, o kısmı hâlâ anlayabilmiş değilim! (Gülüyor) Çünkü ben Allah’ın her yerde olduğuna inanıyorum. Bu ilmi bir tartışma, benim uzmanlık alanım da değil. Cübbeli Ahmet Hoca’nın çok sert demeçleri oldu. “Nurettin Yıldız’ın vaazlarına girilmez” gibi şeyler söyledi.

Aralarındaki tartışma gerçekten itikadi miydi, yoksa bir nevi, iki cemaatin lideri arasındaki güç çekişmesi de var mıydı?

Yok, değil. İsmailağa’da Cübbeli Ahmet Hoca ve diğer farklı ekoller var. Burada Nurettin Yıldız’ın temsil ettiği ekol farklı. Tamamıyla itikadi bir tartışma vardı.

Nurettin Yıldız’ı son dönemde çok tepki çeken fetvalarıyla biliyoruz. O da bir cemaatin lideri mi? Ona ‘tabi’ olan grup ne kadar büyük? İsmailağa Cemaati kadar güçlü mü?

Sayı olarak o kadar değildir ama kadınlar üzerinde, özellikle gençler üzerinde çok etkili, farklı çalışmaları olan bir grup. Sosyal Doku Vakfı üzerinden kendilerini ifade ediyorlar. Kamplar düzenliyorlar, eğitim çalışmaları yapıyorlar. En büyük özelliği, İslami kesim içerisinde, iletişim kanalı olarak sosyal medyayı en etkin kullanan hocalardan biri olması.

‘NURETTİN YILDIZ ‘SÖYLEDİĞİM HER ŞEYİN ARKASINDAYIM’ DİYOR

Buluşmada başka kimler vardı?

Nurettin Hoca’nın yanındaki arkadaşlardan Hüseyin Tepe vardı. İHH Genel Başkanı Bülent Yıldırım, İhsan Şenocak, Avukat Cihat Gökdemir ve İHH’dan Yakup Bey vardı. Bir de o fotoğrafta olma­yan Siyer Vakfı Başkanı Muhammed Emin Yıldırım vardı. Onun mekânında gerçekleşen bir toplantıydı.

Peki, bu isimler farklı ekolleri, farklı grupları mı temsil ediyor?

Cübbeli Ahmet Hoca’nın, İsmailağa’nın bir kanadını temsil ettiği söyleniyor. Ama Cübbeli Ahmet Hoca’ya sorsanız, nevi şahsına münhasır oldu­ğunu söyleyecektir. Nurettin Yıldız Hoca Sosyal Doku Vakfı’ndan, İhsan Şenocak İFAM’dan, Muhammed Emin Yıldırım Hoca Siyer Vakfı’ndan. Cihat Gökde­mir, o çevrelerin avukatı. Dolayısıyla, herkesin kendisini farklı nitelendir­diği yapılar içerisinden geliyorlar.

İHH Başkanı Bülent Yıldırım neden oradaydı? Sonuçta o bir insani yardım vakfının başkanı...

O bütün hocaların tanıdığı, güvendiği bir isim. İHH’nın merkezinde bütün cemaatlerden oluşan bir yapı var. İyi ki de o gün oradaydı, kırgınlığı sona erdirmesi, atmosferi değiştirmesi için herkesin güven duyacağı bir insana ihtiyaç vardı. Bülent Yıldırım’ın öyle bir vasfı bulunuyordu.

Nurettin Yıldız’ın “asansörde halvet”, “yastık yorgan” ve en fenası da “çocuklara yönelik evlilik” fetvası var. O günkü toplantıda, tartışma yaratan bu fetvalar gündeme geldi mi?

Nurettin Yıldız, “Bir bütün olarak bana sorulan sorular üzerine söylediğim her şeyin arkasında duruyorum çünkü ben bunu fıkhi kaynaklardan alıp aktarıyorum” diyor. Cübbeli Ahmet Hoca’nın da çok tepki çeken nal meselesi vardı. O da kendisine göre açıklayıp söylediklerinin arkasında olduğunu ifade etti.

Peki, hem moderatör olarak hem de gazeteci refleksiyle sen bu fetvalara tepki göste­rip “Hocam, böyle şey olur mu?” demedin mi?

“Böyle şey olur mu?” diyemiyorsunuz çünkü onun olurunu olmazını tartışacak olan ilahiyatçılar. Bu 1400 yıllık bir tartışma. Devlet, “Kardeşim benim Tekel’im var, içki üretirim” diyor. Ama aynı devlete bağlı Diya­net’e sorduğunuzda içki için “Haram” diyor. Şimdi hangisine göre davranacaksınız? Bunlar da bu örneğe benzer tartışmalar. Şuna üzülüyorum; bu tartışma çık­tığında ilahiyat fakülteleri ve Diyanet, kesin bir şey­ler ortaya koymadı. Çünkü bu tarihsel bir tartışma. Kolay kolay da üzerine bir şey denilmez. Senin hassa­siyetini anlıyorum, hatta aynı şeyi ben de söylüyorum. Ama ben gazeteci olarak katılsam da katılmasam da bitecek bir tartışma değil. Diyanet’in, Din İşleri Yüksek Kurulu’nun çıkıp çok net bir şekilde, “Kar­deşim bize göre bu budur” demesi lazım.

‘HOCALARIN İSTİŞARE HEYETİ KURMASI KARARI ALINDI’

“Nurettin Yıldız, o fetvaların arkasında durdu” dedin. Diğer hocalardan onu eleştiren oldu mu?

“Biz halkın önünde her şeyi söylüyo­ruz, buna dikkat etmek lazım. Her şeyi halkın önünde konuşmamak, üslubu, zamanı iyi ayarlamak lazım” denildi. Her hocanın kendi etrafında 8-9 kişilik bir isti­şare heyeti kurması istendi. Bu heyetin içerisinde medyacısı, avukatı, psikoloğu, iletişimcisi olacak ve bu sohbetler halka yansıtılmadan önce bir şekilde kontrol edilecek. Yanlış anlaşılacak kelimeler varsa çıkarılması amaçlanacak.

Twitter’da o gün neler konuşulduğunu anlatırken, “Hocalar buluştu çünkü 5-10 sene önceki sohbetlerden cımbızlanarak hepsine bir operasyon yapılıyordu. Bu konu masaya yatırıldı” demişsin. Kim hocalara operasyon yapıyor?

Vahabizm ve Şia tehlikesi üzerinden konuşuldu. Ama genel çerçeve üzerinden, “15 Temmuz sonrası tarikat ve cemaatlerin köküne kibrit suyu dökeceğiz gibi bir yaklaşımla, dinde sekülerleşme, dolayısıyla da tarikat ve cemaat hocalarının halktan uzaklaştırılması isteniyor” denildi.

Bunu kimin istediğini düşünüyorlar?

Bir tarafıyla ulusalcılar, Kemalistler gibi AK Par­ti’yi sıkıştıran kesimleri söyleyenler de var, AK Parti’nin kendi içerisindeki reformistleri söyleyenler de var. Bu noktada özeleştirileri de oldu ama onların bir kısmını açıklamaya yetkili olmadığım için söylemiyorum.

Biraz tüyo versen...

Mesela Nurettin Yıldız, en azından yanlış anlamalar engellensin diye sosyal medyasını kapattı. Cübbeli Ahmet Hoca, Nurettin Yıldız ile ilgili videolarını çekti. Aslında şu an birçok şey yapılıyor. O fotoğraf karesinde olmayan, isimlerinin açıklanmasını istemeyen hocalar da orada vardı.

‘IŞİD TEHLİKESİ NEDENİYLE BİRÇOK CEMAAT SOHBETLERİNİ İPTAL ETMEK DURUMUNDA KALDI’

Sen burada açıklar mısın?

Açıklamam, çünkü orada bir güven sorunu var. O toplantı dışında da Türkiye’de Nur gruplarından olsun, diğer cemaatlerden olsun, onlar da zaten toplanıyorlar. Çünkü bu siyasal konjonktür içerisinde IŞİD tehlikesi nedeniyle birçok cemaat sohbetlerini iptal etmek durumunda kaldı.

IŞİD onlara saldırır diye mi?

Evet, IŞİD üzerinden bir saldırı gerçekleşir diye, devletin uyarıları neticesinde bunlar gerçekleşti. Böyle bir atmosfer de var. Bunu da çok söylemiyorlar. Daha ileri şeyler de oldu. Dolayısıyla da herkesin kendine göre bir tedbiri var. Bu tedbir içerisinde böyle tartışmalarla gündeme gelince, “Ne oluyoruz?” demeye başladılar. Haklı olarak da hem kendilerini hem sistemi sorguladılar hem de bu işin neden böyle patladığını ifade ettiler. Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez döneminde bu tarikatlar ve cemaatler toplandı ve 5 madde öne çıktı. Bir, “Tekdir etmeyeceksiniz”, iki, “Ötekileştirmeyeceksiniz”, üç, “İslam’dan ayrılmayacaksınız”, dört, “Şahsi olmayacaksınız”, beş, “Şiddete karşı duracaksınız” dendi. Bence esas mesele bunlar. Bunlar olmadığı zaman insanların İslam’dan soğuması da gündeme gelebilir.

‘DEVLETİN TARİKATLARA VE CEMAATLERE BAKIŞ AÇISI DEĞİŞTİ, ‘DEVLET KATINDA CEMAAT VE TARİKATLARIN BÜYÜK BİR KISMININ MİLLİ VE YERLİ OLMADIĞI DÜŞÜNÜLÜYOR’

Tarikatlara, cemaatlerin denetlenmesi gün­demde. “Hükümet bu konuda adımlar atacak” söylentisi var. Acaba bununla ilgili bir tedirgin­likleri var ve bu nedenle mi bir araya geldiler?

FETÖ meselesinden dolayı devletin tarikatlara ve cemaatlere olan bakış açısı değişti. Devlet katında cemaat ve tarikatların büyük bir kısmının milli ve yerli olmadığı düşünülüyor. Yani “Dışarıyla bağlantıları var. Halkı gözetmiyorlar, daha çok kendi çıkarlarını öne çıkarıyorlar” tarzı yaklaşımlar oluştu. “Bu ülkenin ve bu halkın faydasına çalışmıyorlar.” Yeni paradigma, Hanefi-Maturidi, biraz daha Eşarilik ile Maturidilik arasında gidip gelen, daha akılcılığı önemseyen bir paradigma olacak. Çünkü keşfe, rüyaya dayalı bir din anlayışının FETÖ’yü ürettiğini düşünen ve dolayısıyla da tarikat ve cemaatlerin yeniden yapılanması gerektiğine inanan bir sistem var. Bunu tarikat ve cemaatler de sistemin kendisi de biliyor.

“Sistem”den kastın devlet, değil mi? Devlet içinde bunu tartışıyor, konuşuyorlar mı?

Evet, tartışıyorlar ve konuşuyorlar. Çok net biçimde bu gündeme geliyor. Cumhurbaşkanlığı’nda, MİT’te de, Başbakanlık’ta da gündeme geliyor. Cemaatlerin kendisinde ve toplumda da bu tartışmalar var. Gazeteciler olarak, “Başka bir tarikatın da FETÖ gibi olmayacağının garantisi var mı?” diye sorgulamıyor muyuz? Sonuç itibarıyla devlet de bunu sorguluyor. Sorun, nasıl kayıt altına alınacakları noktasında ortaya çıkıyor. Osmanlı’da Meşait Kurumu vardı ve bunlar kayıt altına alınıyordu. Ama o kaydı kaldırdığınız andan itibaren, her taraftan kendisini şeyh, hoca ilan eden yapılar çıktı. Devletin bunları denetlemesi belki çok zor olabilir. Ama bunlara bir resmiyet kazandırıldığında belki ortak bir akıl bunlar üzerinde egemen olabilir.

‘CUMHURBAŞKANI’NIN SÖZLERİ DE TARTIŞILDI’

Cumhurbaşkanı Erdoğan da bu fetvalara tepki gösterdi ve “İslam’ın hükümlerinin güncellenmesi vardır. Siz İslam’ı 14-15 asır öncesi hükümleriyle kalkıp da bugün uygulaya­mazsınız” dedi. O gün hocalar toplantısında Cumhurbaşkanı’nın bu sözleri de tartışıldı mı?

Çok açık konuşmak lazım, evet tartışıldı. “İslam, kendisini ihya eden, ıslah eden bir dindir. Yani sürekli fetva mekanizmaları karşısında kendini güncelliyor ama sabit ayetler üzerinden bir güncelleme kastedili­yorsa bu yanlıştır” denildi. Sayın Cumhurbaşkanı’nın ikinci konuşması da bunun böyle olmadığını çok net ortaya koydu. Ayetin güncellemesi olmaz, fıkhın gün­cellemesi olur. Orada Sayın Cumhurbaşkanı, “Konuş­ması gerekenler konuşmuyor” dedi. Anahtar cümle o. Sadece Diyanet değil. Bu ülkenin ilahiyat fakülteleri, hocaları asıl meseleleri konuşmuyorlar. Konuşanlar da bir şekilde işlerine gelmediği için ötekileştiriliyor.

Peki, Cumhurbaşkanı’na kızgınlar mı?

Reformcular Sayın Cumhurbaşkanı’nın konuş­masını sanki “Cumhurbaşkanı da reform istiyor” gibi lanse edince “Keşke bu kapı açılmasaydı” dediler. 20-30 yıllık bir arkadaşlıkları var. Sayın Cumhurbaş­kanı’nın gelenekçi bir yapısı olduğunu, geçmişten bugüne kadar nerelerden geldiğini, o camialara karşı yakınlığını da herkes biliyor. Dolayısıyla bu tartışmanın Sayın Cumhurbaşkanı üzerinden açılmaması gerekti­ğini ifade ettiler. Açıkçası ben de öyle düşünüyorum.

‘TOPLUM DİNDEN UZAKLAŞIYOR'

Perşembe akşamı kandil gecesi Fatih Camii’nden bir fotoğraf paylaşmışsın, içe­risi bomboş. “Eskiden olsa namazlar kılınıyor olurdu. Acaba insanlar dinden mi soğuyor?” demişsin. Böyle bir şey hissediyor musun?

Açık söyleyeyim, toplum dinden uzaklaşıyor. Bana göre üç sebebi var. Birinci olarak, FETÖ meselesi çok çok etkili oldu. İkincisi, Türkiye’de dindarların sivilliğini kaybetmesi meselesi, yani “sistem”le entegre olması, sözlerinin inandırıcılığının kaybolması oldu. Üçüncüsü de artık gençliğe hitap edemiyorlar. Bu sadece hocaların, Diyanet’in meselesi değil, toplumda dinden bir uzaklaşma olduğunu çok net görüyoruz. Fatih Camii İsmailağa’ya çok yakın. Fatih, İstanbul’da dindar kesimin en yoğun olduğu semtlerden, bir kale gibi bilinir. Fatih Camii’ne gecenin o saatinde, kandillerde bir de tespih namazları kılınırdı. Hatta ben, “Bir şey mi var?” diye camideki görevliye sordum. “Benim anlamadığım bir şey var. Bizimkiler gelmese de Suriyeliler geliyordu, onlar da bitti” dedi.

İstanbul Medeniyet Üniversitesi’nden Prof. İhsan Fazlıoğlu, “Başörtülü ateistler var” dedi. Diyanet’in dergisinde de dindar gençler arasında deizmin yükseldiği iddia edilmişti. Dindar gençlik ateistleşiyor mu?

Şu an İslam dünyası Avrupa’nın 30 yıllık mezhep savaşını yaşıyor. Gerçek İslam’ı öğreten de fazla olmuyor. Bir şekilde grupların, tarikatların çıkarları ön plana çıkıyor. Gençlik gitgide dinden soğuyor.

Çevrende dindarken ateizmi seçen var mı?

Yaşayış itibarıyla, 5 vakit namaz kılıyorsa, önce 3’e indiriyor, sonra da tamamen vazgeçiyor. Dün­yevileşme başlıyor. Bir hayal kırıklığı var. “28 Şubat sürecinde dindarlık ile bugünkü dindarlık aynı mı? O zamanlar belki muhalefet olmanın, baskı görmenin bir etkisi vardı. İdealizm vardı. Dindarlar devletleştiği için olay farklı bir yere gidiyor. Daha önce İslami yapıların dernekleri, vakıfları sivildi. Şu an sivil değiller.

‘AK PARTİ GİDERSE KAZANIMLARIMIZ KAYBOLUR DİYORLAR’

“Sivil değiller” derken neyi kastediyorsun?

1960’tan bugüne kadar, 15 Temmuz’u saymaz­sak, hangi tarikat darbelere karşı dışarı çıktı? İlk kez 15 Temmuz’da çıktılar. Bunun temel sebebini de araş­tırmak lazım. Bir, FETÖ meselesi var. İki, “AK Parti giderse bizim de kazanımlarımız kaybolur” mantığı var.

“Kazanım”dan kastın nedir? Tarikatlar, cemaatler AK Parti döneminde ne kazandılar?

Bana göre tarikat ve cemaatlerin AK Parti’ye yaptığı kötülüklerden en büyüğü, AK Parti’nin onlara oluşturduğu alanı kullanamamaları oldu. Yani daha önce, “Yasakçı bir zihniyet var. Herhangi bir şey yapamıyoruz” diyorlardı. Ama şimdi yurt açma, yurt dışına öğrenci gönderme, insanları bir araya getirme noktasında bir engel yok. Şimdi de devletleşmeyi gördükleri için daha çok kadrolaşmalara yönelik hamleler başladı ve insan yetiştirmekten uzaklaşmaya başladılar. Sorun da burada başladı. Türkiye’deki tarikat, cemaat, dernek ve vakıfların şu anki en büyük sorunu sivillik ile devlet arasında gidip gelmelerinden kaynaklanıyor. Bu da ne yazık ki gençlere çok büyük bir umut aşılamıyor.

FETÖ’den boşalan kadrolara belli tarikat, cemaatlerin yerleştiği iddialarına ne diyorsun?

Soru şu: Yerleşiyor mu, yerleştiriliyor mu? Bana göre yerleştiriliyor ve zaten sorun bu. 12 Eylül’de de böyleydi. “Devlet kadroları için eleman yetiştirmeye başlıyorum” dediğiniz andan itibaren iş bitiyor. Tari­katların kapısında “Resmi hizmete mahsustur” yazılıyor ve siz insanlardan uzaklaşıyorsunuz. Aslında bugünkü tartışma “Milli bir din oluşacak mı, oluşmayacak mı?” sorusu üzerinden devam ediyor.

Milli dinden kasıt nedir?

“Hanefi Maturidi bir din anlayışı bu toplumun kodlarına daha uygun. FETÖ’yü gördük. Dolayısıyla din algısını biraz daha farklı yürütelim” diye bir yaklaşım söz konusu. Hanefi Maturidilik ile ilgili bir sorun yok ama bunu milli bir din halinde oluşturursanız ayrı, sivil alanda bırakırsanız ayrıdır. Şimdi bunun kavgası yapılıyor. İlahiyatlardaki kavgayı da önümüzdeki süreçlerde göreceksiniz. Daha önce ilahiyat fakültelerinde “Marmara ekolü” ve “Ankara ekolü” diye iki farklı ekol vardı. Ankara ekolünü daha modernistler oluşturuyordu. Ama şimdi Marmara ekolü de Ankara ekolü ile neredeyse eşdeğer.

Yani ilahiyat fakülteleri biraz daha modernist bir çizgiye mi geçiyor?

Şu an onun kavgası yaşanıyor. Aslında bugün, akılcılığı önemseyen bir yorum farkı ile biraz daha gelenekçi, akılcılıktan uzak olan bir yorum farkının çatışmasını izliyoruz. Mesela bu hocaların tartışması biraz bunu gösteriyor. Dinde tarihçiler olarak isimlendirdiğimiz, “Kur’an bize yeter” diyen bir yaklaşım var. Diğer taraftan da geleneksel olarak tasavvuf ekolüyle bugüne kadar gelmiş olan bir yapı var. Tasavvuf ekolünde, “Sizin yaptığınız her şey çoğu anlamda şirktir. Çünkü siz kişiyi önemsiyorsunuz, tarikat liderine kayıtsız şartsız sorgu yapıyorsunuz. Bunun gideceği yer de FETÖ oluyor” deniyor. Diğerleri de, “Sen İslam’ı sekülerleştirip içini boşaltıyorsun. Dolayısıyla seküler bir deizme doğru kitlelerin kaymasının önünü açıyorsun” diyorlar. Bu çok açıktan yapılmadığı için, bu tür fetvalar cımbızlanarak ortaya çıktığında aslında ortaya çıkan mesele bu oluyor. Mesela İhsan Şenocak’ın İFAM’ı ile ilahiyat fakülteleri arasındaki kavga da bu sebeptendir.

İSMAİLAĞA DÂHİL TARİKATLARIN BÜYÜK BİR KISMI KADIN TARİKATIDIR

Peki, bu cemaatlerin kadına bakışı nasıl? Çünkü en çok da kadın üzerinden o tuhaf fetvaları veriyorlar.

Bence Türkiye’de tarikat ve cemaatleri konuşan, tartışan herkesin gözardı ettiği bir şey var. İsmailağa dahil, aslında bu tarikatların büyük bir kısmı kadın tarikatıdır. İsmailağa’nın yüzde 60’ı kadındır. Erenköy’de, Yahyalı’da, Menzil’de de kadın ağırlığı çok fazladır.Hocanın biri, “Ben bazı vaazlarıma kadınlar gelmesin, ortam uygun değildir, dediğimde salonun yarısını zor dolduruyorum” dedi. Bu kadar etkinler.

Peki, güçlüler mi, yoksa bu yapıların erkek egemen olduğunu söyleyebilir miyiz?     

Bence çok güçlüler, çünkü biz farkında değiliz ama birçok cemaatin işlevsel yapısı kadınlar üzerinden devam ediyor. Yani erkekler görünürde.

Örgütlenmeyi mi kastediyorsunuz?

Örgütlenmeyi, ev sohbetlerini, kadınlar bir araya gelmesini, kocalar üzerindeki etkilerini kastediyorum. Ailede kadın o anlamda karar verme mekanizmasında düşünüldüğü kadar pasif değil. Kadın etkisini az çok biliyordum ama bu kadar egemen olunduğunu bilmiyordum. Kadın meselesinin çok fazla gündeme gelmesinin de kadınların ağırlıklı olmasından dolayı yaşanan sorunlardan mı ortaya çıktığını düşünmeden edemedim.

Peki, o kadınların bu fetvalar karşısında bir tepkisi var mı?

Kendi içlerindeki tartışmalardan az çok başka kadınlar üzerinden haberdar oluyoruz. Onlar da kendileriyle ilgili tartışmalara, “Kur’an ne diyor? Hoca buna nasıl bakıyor? Hocanın kendi görüşü mü?” soruları üzerinden bakıyorlar. Bu noktada üslup sorunuyla ilgili çok ciddi sıkıntıları var. Kişisel bir fetva istemişseniz, bu fetvayı da kalkıp halk kesimine söylediğinizde doğal olarak tepki konuluyor.

Buna tepki konuluyor ama kadınların, “Ya siz işinize bakın” dediği bir durum da yok galiba.

Hocanın kendisine gelen fıkhi soruya, “Ben bakmıyorum” deme hakkı yok. Ama “Onu toplumun önünde mi söylemeli, yoksa kişiye özel mi fetva vermeli?” sorusu tartışılıyor.

Yanlış fetvanın toplumu bireyseli mi olur?

Bize göre yanlış fetva. “Ben tarihsel süreç içerisinde fetvanın şu kısmını veriyorum. Başka hoca çıkar diğer kısmını verir” diyor. Ali Rıza Demircan, cinsellikle ilgili bir kitap yazdı. Açık söyleyelim, Ali Rıza Demircan yazana kadar kadın ve cinsellik konusunda İslam fıkhını biz bilmiyorduk. O biraz daha bunu kamuya mal etti. “Fetva neye göre olmalı?” sorusu var. FETÖ’den sonra, “Devlete göre fetvayı vereceksin?” tartışması çıktı. Devlete göre fetvayı verdiğin andan itibaren zaten din olmaz. Çünkü fetva Kur’an’a göre verilir. Bu dengeyi sağlamamız gerekiyor.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler