Cumhuriyet davasında bir skandal daha: Gülen'e hakaretten dava açan savcı kürsüde

Gazetemiz hakkında görülen susturma davasına duruşma savcısı olan Hacı Hasan Bölükbaşı'nın 2013'te Orhan Bursalı hakkında "Erdoğan ve Gülen'e hakaret" suçlaması ile kamu davası açtığı ortaya çıktı. 5 yıl önce Gülen'e hakaret ettiğimizi iddia eden savcı, şimdi gazetemizi Gülen'ci olma suçlamasıyla mahkum etmeye çalışıyor.

Yayınlanma: 25.04.2018 - 15:57
Abone Ol google-news

Karar duruşmasının dünkü ikinci oturumunda avukatlar esas hakkındaki savunmalarına devam etti. İlk olarak söz alan avukat Duygun Yarsuvat şöyle konuştu: “Cumhuriyet gazetesi davası ne sanıkları ne heyeti ne de yöneltilen iddiaları itibariyle sıradan bir dava değil. Bu dava siyasi nitelikte bir davadır. Hukuk dışında her şey bu davada var. İddianamenin tanziminden bu güne kadar ceza hukuku prensipleri ile halledebilecek hiçbir şey öne sürülmedi.” Muktedir olanlar Cumhuriyet gazetesini susturmak istemiştir diğer gazeteleri susturmak istedikleri gibi. Bir savcı bulmuşlardır. Yazık bu savcıya. Çünkü hakkında soruşturma vardır. Savcı kendini güçlendirmek için bu zaptı tutmuştur. Bunun sonrasında yapacağı bir şey yok. Elinde dosya yok. ‘Ne yapabilirim’ diye düşünmüş ve Ünal Aldemir isimli bilirkişiye gitmiştir. Ünal Aldemir bir Erdoğan hayranıdır. Açık kaynaklardan bilgi toplamıştır. 10 gün içinde haberlerle ilgili bir rapor hazırlamıştır. Gazetedeki yazıları okumamıştır. Manipülasyon demiştir raporunda. Bu dosyanın bütün belgeleri bir manipülasyon, bir algı operasyonudur. Bu şahsın hiçbir akademik titri, hiçbir çalışması ve eseri yoktur. Bilal Erdoğan’ın vakfına üyedir. Atmış olduğu tweet’lerle siyasal iktidarı desteklediğini göstermiştir. Manşetlerle örgüte yardım ettiğini söyleyen bu kişi haberleri es geçip, manşetlerin de sadece belli kısmını alıp diğer kısımlarını okumadan bir sonuca varmıştır. Başka bir bilirkişi daha vardı, o da Ahmet Keçeci idi. MÜ İktisat Fakültesi mezunu bir murakıptır. Onun raporu da polis fezlekesi gibidir. Keçeci, o kadar ileri gitmiştir ki mensubu bulunduğum Ceza Hukuku Derneği’nin araştırılması gerektiğini yazmıştır. Bunun nedeni derneğin üyesi olan Akın Atalay’ın dernekle ilgili harcamalarıdır.

Gül atsanız, yardım olur

Dava kapsamında Cumhuriyet gazetesinin yayın faaliyetinden bahsediyoruz. Savcı da ‘Bu araçla örgüte yardım etmişlerdir’ diyor. Bu konuda bir araştırma yapılmamış. Bu dava ceza hukukunun tartışılmaz prensibi olan suçun kanuniliği prensibini ortadan kaldırmayı istemiştir. Bunu kaldırırsanız keyfilik olur. O zaman her şey yardım etmek anlamına gelir. Gül atsanız yardım etmek olarak suçlanabilir. Muktediri tatmin etmek için kanunun maddelerini değiştiremezsiniz. Murat İnam tatmin olmamış ki Cumhuriyet Vakfı yönetim kurulu üyelerine güveni kötüye kullanma suçunu yöneltmiştir. Vakıflar Genel Müdürlüğü sonradan fikrini değiştirmiş, ‘gayrimenkuller düşük fiyatla satılmıştır’ demiştir. Böyle olmadığı ortaya çıkmıştır. Kamuoyu önünde ‘sen para yemiş birisin’ demek için bunu yapmışlardır. Bu iddia da fos çıkmıştır. Eğer gazetenin yayın faaliyetinde kanuna aykırı bir husus varsa bu konuda basın kanunun hükümleri açıktır. İddianame şahit beyanlarına dayanmıştır. Getirilen şahitler ‘Yayın politikası değişti’, ‘Bana yazı yazdırmıyorlar’ gibi beyanlarda bulunmuştur. Beğenmezseniz almazsınız bir gazeteyi. Bu davanın esası budur. Bilirkişi olarak geçinen, kendini bilmez, hiçbir formasyonu bulunmayan bir kişinin yapmış olduğu fezlekeye dayanmıştır bu dava. Esas hakkındaki mütalaa ilginçtir. İçinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin düşünce hürriyeti ve dürüst yargılanma hakkı ile ilgili ihlal kararları vardır. Bu kararların biri hariç hepsi Türkiye’ye karşı verilmiş kararlardır. Nasıl yer verildiğini anlamadık. Tümü basın özgürlüğü ya da düşünce açıklama hürriyetinin ihlalini ortaya koyan kararlardır.

Cumhuriyet davasında ikinci savcı olayı: 'Gülen'e hakaret edemezsiniz' diye dava açmış!

Cumhuriyet Davası'nda karar günü

Muktediri tatmin etmek için

Gazetede çıkan yazıları incelemeden, insanları suça teşvik edip etmediğini söylemeden bu davanın açılması keyfidir. Muktediri tatmin etmek için yapılmıştır. Çünkü Murat İnam 17-25 Aralık soruşturmasında telefon dinleme için talepte bulunduğundan yargılanmaktadır. Önüne gelen talebi hâkime sevketmiştir. İnam da kendini kurtarmak için böyle bir iddianame hazırlamak zorunda kalmıştır. Hayatın cilvesi... Mütalaada Cumhuriyet yazar ve yöneticilerinin cezalandırılmalarını isteyen savcı Hacı Hasan Bölükbaşı 2-3 sene önce Cumhuriyet gazetesi aleyhine Fethullah Gülen’e hakaret ettiği gerekçesiyle dava açmıştır. Kendisi yatağa başını koyduğu vakit bu işten bir kurtulsam demiştir. Avukat Bahri Bayram Belen ise dinlenen tanık beyanlarına dikkat çekerek “Yayın politikası nedeniyle kendisine haksızlık yapıldığını söyleyenler bu gazeteyi okumaz ama kimse -ne İnan Kıraç ne de Alev Coşkun- burada yargılananların bir silahlı örgüte üye olduğunu iddia etmedi” dedi.

Savcının yaman çelişkisi

 Mahkemede söz alan avukatımız Tora Pekin, Cumhuriyet davasının ilk duruşmasının yapıldığı 24 Temmuz 2017’den bugüne iddianameden, bu suçlamalardan geriye hiçbir şey kalmadığını kaydederek, “On bin sayfa çöp demiştik, az demişiz. O kadar çok anlattık, o kadar ayrıntılı anlattık ki... Üstelik beraat gibi bir düşünce aklımızın kıyısında olmadığı halde hâlâ da anlatıyoruz” dedi. 24 Temmuz 2017’deki ilk duruşmada avukatımız Bülent Utku’nun duruşma savcısı Hacı Hasan Bölükbaşı’nın hazırladığı Fethullah Gülen’in şikayetçi, gazetemiz yazarı Mine Kırıkkanat’ın şüpheli olduğu bir iddianame sunduğunu anımsattı ve benzer bir iddianame sunacağını söyledi. Pekin sunduğu iddianameyi şöyle anlattı: “Öyle bir dava ki bu; şikayetçi ve katılan mağdur Gülen, diğer mağdur Recep Tayyip Erdoğan. Sanık Cumhuriyet yazarı Orhan Bursalı. Suçlama konusu; tek bir cümle. Yazarımız Orhan Bursalı’nın Balyoz davası için söylediği “RTE/FG iktidarı ortaklaşa bu siyasi sahtekarlığı tezgahladı” cümlesi. Savcı Hacı Hasan Bölükbaşı Cumhuriyet gazetesine 2013’te FETÖ tarafından el konduğunu iddia ediyor ama gerçekte yürüttüğü, andığım bu soruşturma nedeniyle bizzat kendisi tanık. Cumhuriyet suç tarihi olarak gösterilen 2013’te ve sonrasındaki yayınlar nedeniyle Fethullah Gülen’in hedefinde. Sayın savcı biliyor, görüyor. Cumhuriyet, 2014’te kendisinin de basın savcısı olarak katkısının olduğu, bizim sanık yapıldığımız bu davalardan, Gülen’e yönelik bu koruma kalkanından kurtulmak için AYM’ye bireysel başvuru yapıyordu. Savcı bey dün tam da 2013’te bizi Gülen’e hakaret etmekle suçluyordu. Bugün 2018’de fikir değiştirmiş, Gülen’in 2013’te gazetemize el koyduğunu iddia ediyor. Bu suç şebekesine yardım etmekten cezalandırılmamızı istiyor. Fikir değiştirmiş dedim. Aslında şöyle: Bizim hep eleştirdiğimiz ve hesabı sorulana dek eleştirdiğimiz AKP-Gülen ittifakı, çatırdamaya başlamışken ama hala iktidardayken, Pensilvanya’ya elçiler gönderilirken, Berat Albayraklar malikane midir, fakirhane midir bilmiyoruz ama Gülen tarafından ağırlanırken, biz bize göre Gülen’le ilgili ne söylenmesi gerekiyorsa onu söylüyorduk. Savcılığınıza göre ise Gülen’e hakaret ediyorduk. Bu kararın altında Bölükbaşı’nın imzası olmasa da bunu burada anlatırdık. Savcımız 2013’te Gülen’e hakaret ediyordunuz diyordu, bugün ise burada şu anda 2013’te Gülen gazetenize adeta el koydu diyor. Kim inanır buna?”

Savunmayı savcılığa mı sormalıyız?

Davada söz alan avukat Fikret İlkiz’in konuşmasının satır başları şöyle: Bu davada acaba nasıl savunma yapmalıyız? Soruyu savcılık makamına sormamız gerekir mi? Bir sonraki davada nasıl savunma yapacağımızı savcılık makamına sormadığımız için suçlanıp yargılanabiliriz. Çünkü savcılık meğer önceki Cumhuriyet’i ne kadar çok seviyormuş ve bir o kadar da kendince ayırım yaptığı şimdiki Cumhuriyet’e ne kadar kızgınmış, haberimiz olmamış. Çünkü savcılık gazeteciliği ve basın özgürlüğünü ne kadar iyi biliyormuş ki; meğer çizdiği sınırlar içinde gazetecilik yapılırsa suç değil, gazetecilik ve basın özgürlüğü oluyormuş ve çizmeyi aşmadığımız takdirde yayın çizgisi değişmemiş oluyormuş da Cumhuriyet gazetesi mensupları bilmiyormuş. Bu ülkenin gazetecilerini ceza hukukunu kullanarak düzene uygun düşünmek için istediğiniz “basını” yaratamazsınız. Ama bu dava böyle bir dava ve “yayın çizgisini değiştirmek suretiyle suç işlemek” suçu diye bir suç var mıdır? Defalarca yüzünüze karşı söylediler size ne sana ne dediler. Vazgeçmediniz, alınmadınız. Ama basın özgürlüğünü böyle bir anlayışa mahkûm edemezsiniz. Bu ülkenin gazetecileri düşmanınız değildir. Onlara duyulan husumeti ceza yargılamasına çevirmeniz ve Cumhuriyet gazetesi üzerinden böyle bir zihniyete memleket basınını sürüklemeye çalışmanız imkansızdır. Cumhuriyet gazetesine dair suçlamalarınızı basın yayın özgürlüğünü suçlayarak yapamazsınız.

Soruyoruz ve suçluyoruz

Soruyoruz, itham ediyoruz ve suçluyoruz. Müdafileri olduğumuz Cumhuriyet gazetecileri, mensupları ve onların, gazetecilerin avukatları ve Cumhuriyet Gazetesi hakkında düzenlenmiş olan iddianame ile ileri sürülen suçlamalar yüzünden verilmiş olan ve uzun süren tutuklama kararı ile verilen tahliye kararlarından sonra ve halen bu savunma yapılırken avukat Akın Atalay’ın cezaevi koşullarında hala kalıyor olmasından dolayı duyduğumuz kaygıyı belirtmemize izin verir misiniz? Tüm gerçeğe ve tüm adalete ağır bir haksızlık yapılması bu dava ile göze alındı. Böylece her şey bitti. Türkiye’nin alnına leke sürüldü. Tarih böylesine bir hukuka aykırılığın ‘ileri demokrasi’ denilen dönemde işlendiğini yazacaktır. Onlar hiçbir şeyden çekinmediklerine göre, biz de her şeyi göze alıyoruz. Konuşmak ödevimizdir, hukuksuzluğun ve hukuka aykırılığın suç ortağı olmak istemiyoruz. Hukukçu olarak tüm gücümüzle gerçeği size haykıracağız. Gazeteciler hakkındaki bu iddianame ve esas hakkındaki görüş hiçbir hukuksal değer taşımamaktadır. Bir insanın böylesine bir suçlama yazısı üzerine hüküm giymesi söz konusu olursa bu, adaletsizliğin mucizesidir. Bu davada gazetecilerin, gazeteci olması suçtur. Cumhuriyet Gazetesinin bizatihi kendisinin var olması suçtur. Evlerinde, işyerlerinde “hiçbir tehlikeli belgenin bulunmamış olması suçtur.” Bu davanın gazetecilerinin çalışkan olması, memleket sevgisi, gazetecilik mesleğini sevmeleri ve Cumhuriyet Gazetesini her şeye rağmen ayakta tutmaları, öğrenme kaygısı içinde olmaları da suçtur. Coşkulanmaları da suçtur. Coşkulanmamaları da suçtur. İddianamenin kaleme alınışındaki zihniyetinin tüm basını ilgilendiren ve basın özgürlüğünü istedikleri gibi yaratmak şeklindeki yorum ve yargıları aslında; “boşlukta kalan biçimsel iddialarıdır, ama ciddidir ve ifade özgürlüğünün korunması adına endişe verici ve tehlikelidir.Tarih tek gerçeği yazacaktır ve yazmıştır bile... Bu ceza davasında tek bir maddeden ibaret olan “gazetecilik” mesleğinden ve gazetecilik faaliyetinden “başka bir şey” bulamıyoruz, bulamadık. Yürekleri bulandırarak, kafaları karıştırarak ağızları kapatıyorlar. Bundan daha büyük bir kamu suçu olamaz.

Gerçeği durduramazsınız

Kamuoyunu şaşırtmak, onu çileden çıkartmak ağır bir suçtur. Sıradan, objektif ve gösterişsiz insanları kimse aldatmasın, kimse gazetecilere düşmanlık beslemesin. Gazetecilere karşı hoş görmezlik tutkularını körüklemesin ve gazetecileri topluma “düşman” gibi göstermesin, bu suçların en ağırıdır! Eğer bu yanılgı iyileştirilmezse insan haklarına saygılı ve onu koruyan özgürlükçü Türkiye tehlike altında demektir. Derin bir tutkuyla arzuladığımız gerçeğin ve adaletin hiçe sayıldığını görmek ne büyük bir yıkımdır! Ne zaman bilinmez ama bu davanın adaleti bir gün ulaşacağından asla kuşkumuz yok. Şimdi daha büyük bir kesinlikle yineliyorum: Gerçek yürüyor ve onu hiçbir şey durduramayacaktır. Herkesin aldığı durum bugün açıkça belli olduğuna göre, bitti sanılıyor ama dava ancak bugün başlamıştır. Bir yandan gerçeğin gün ışığına çıkmasını istemeyenler, öte yanda her şeyin aydınlanması için yaşamlarını vermeye hazır olan adalet severler, gazeteciler ve avukatlar, muhasebeciler, yöneticiler ve Cumhuriyetin gazetesi cumhuriyet gazetesi mensupları. Bu davada gazeteciler daha önce söylediler, tekrarlıyoruz. Gerçeği yeraltına kapatmayın. Bütün bu söylediğimiz sözlerin özü; J’Accuse! / İtham Ediyoruz!

‘Gizlilik ihlal edildi''

Söz alan avukat Abbas Yalçın ise, dosya kapsamında hukukta eşi benzeri olmayan meçhul bir bilirkişiye ait rapor gördüklerini belirterek, “Meçhul bilirkişi MASAK raporunu incelemiş, başka kurumlarda müvekkillerle ilgili talepte bulunmuş, savcı da kabul etmiş. 1.5 yıl sonra öğrendik Ahmet Keçeci olduğunu. İstekleri, savcının bunları kabul etmesi delilden sanığa değil, sanıkları toplayıp delil elde edilmeye çalışılmasıdır. Ancak yine de elde edilememiştir” dedi. Soruşturma aşamasında savcılık koridorunun avukatlara kapalı olduğunu kaydeden Yalçın, şöyle devam etti: “Yalnızca bize kapalıymış. Dosyanın iktidar yanlısı medyaya sistemli bir biçimde servis edilmesi, savcılık kurumunun ve Adalet Bakanlığının utanç duyması gereken bir uygulamadır. Soruşturmanın gizliliğinin düzenli biçimde ihlal edildiği, belirli birkaç gazeteciye sürekli bilgi, belge sızdırılan bir dosyada, bu nedenle yapılacak eleştirilerin odağı konumunda olması gereken bir savcılığa itibar etmek mümkün değildir. Aksi yönde bir karar, yasa dışı yöntemleri ödüllendirmek anlamına gelecektir.”


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler