Yaratıcı sinemasının zaferi

Yılmaz Güney-Şerif Gören’in “Yol”undan 32 yıl sonra, Nuri Bilge Ceylan da, “Kış Uykusu” gibi herkesin hayran kaldığı, kusursuza yakın biçime ve incelik içeriğiyle alkışladığı bir olgunluk dönemi filmiyle Altın Palmiye’ye erişiyordu.

Yayınlanma: 26.05.2014 - 10:06
Abone Ol google-news

Jean-Luc Godard Cannes’a gelmediği gibi, kendisine verilecek olası bir ödülü de önceden reddetmişti. “Festivalin bana ihtiyacı var, benim festivallere ihtiyacım yok!” diye özetlenebilecek kibirli provokatif tavrı, yaratıcı sinemasının yenilikçi denemelerine önem veren jüriyi etkileyemedi…

Nuri Bilge Ceylan, bu yıl da Cannes’dan eli boş dönmeyeceğini biliyordu. İçin için, ödül listesinin üst basamağına çıkmayı da düşlüyordu herhalde, ama içtenlikle söylediği gibi, Altın Palmiye alabileceğini pek tahmin etmiyordu. En azından, düş kırıklığı yaşamamak için tahmin etmek istemiyordu belki de…

Jüri, yeni Türk sinemasının en tutarlı, en yetenekli adını, hele hele “Kış Uykusu” gibi herkesin hayran kaldığı, kusursuza yakın biçemi ve incelikli içeriğiyle alkışladığı bir olgunluk dönemi filmiyle alt sıralara itemezdi…

 

Sinema: insanları sevmek…

Xavier Dolan, Altın Palmiye’yi açık açık düşlediğini saklamıyordu ama, adayların en kıdemli ustasıyla aynı palmiyenin dallarını paylaşmaktan da gurur duyduğu belliydi. Temelde aynı tutkuyu paylaşmıyorlar mıydı zaten Godard’la?

Günümüz sinemasının dehası, 25 yaşına varmadan gerçekleştirdiği 5 filmle Cannes’dan Venedik’e en önemli festivallerde yarışan Xavier Dolan, hedefin her zaman çok yukarılarda, düşlenemeyecek yükseklikte olması gerektiğini savunurken tutkusunu, gözyaşları içinde, “Sinema insanları anlamak, sevmek demektir ve seyircinin de bizi sevmesini beklemektir” diyerek, özetliyordu.

 

Yerleşik dili kırmak…

Ancak, o kendisini sevmesini dilediği seyircinin “alışık olduğu” varsayılan sinema dilini pek umursamadan, tıpkı Ceylan gibi, kendi anlatım biçimini, inatla, müthiş bir enerjiyle geliştiriyor ve Godard usta gibi, döneminin yerleşik anlatım dilini kırarak sinemayı sorgulayan “Mommy” ile seyircisinin peşini haftalarca, belki de yıllarca bırakmayacak kadar çarpıcı, son derece özgün bir film imzalıyordu.

 

Gilles Jacob devrederken…

Aslında Cannes çılgın düşlerin, yüksek çıtaların festivali değil midir? “Cannes olmasaydı ben de olmazdım” diyen Jane Campion çok haklı. Festivalin yol haritasını 36 yıl boyunca belirleyen, sanat çizgisinden ödün vermeden değişen dünyaya ayak uydurmayı başaran ve artık görevini devreden Gilles Jacob’un (Jean-Luc Godard’ın yaşdaşı) kapanış töreninde ayakta uzun uzun alkışlanması, Cannes’ın sanat sinemasına verdiği desteğin önemini vurgulamaktaydı.

Cannes Festivali olmasa, hangi yapımcı, hangi dağıtımcı geçen yıl Altın Palmiye alan 3 saatlik “Adèle’in Yaşamı”nın ya da 196 dakikalık “Kış Uykusu”nun kurgusuna karışmadan durabilirdi? Yönetmenin, filmin içeriği ve biçimiyle uyum içinde olacak uzunlukta bir yapıt gerçekleştirme özgürlüğüne saygı gösterirdi?

 

32 yıl sonraki durum…

1982, Yılmaz Güney’in Costa Gavras ile Altın Palmiye’yi paylaşarak Türk sinemasını ilk kez en üst sıraya çıkardığı yıldı. O günlerde festivali 4. kez izleyen genç bir sinemasever olarak “Yol”u nasıl coşku ve heyecanla alkışladığımızı, sadece politik nedenlerle değil, biçimsel nedenlerle de ödüllendirildiğini savunduğumu çok iyi hatırlıyorum.

Bir oranda haksızdım kuşkusuz. “Yol” nasıl, ne Yılmaz Güney’in ne de Şerif Gören’in tek başına gerçekleştirdiği bir film sayılamazsa, Altın Palmiye’yi “Missing” ile paylaşması da, o dönemde filmlerin politik içeriğine verilen öneme işaret ediyordu.

 

Politik sinema…

Bugün, biçimsel olarak klasik ama sağlam sinema dilleri gerisinde, önemli toplumsal ve siyasal konulara başarıyla değinen Dardenne kardeşler, Ken Loach ve Abderrahmane Sissako’nun ödül alamamaları, faklı bir yaklaşıma, belki de bir dönüşüme işaret ediyor.

Politik sinema artık belirli bir düşünceyi savunarak kolayca anlaşılabilir hazırlop bir mesaj vermeyi hedefleyen filmlerin çok ötelerinde; insanoğlunu anlamaya, derinlemesine sorgulamaya ve tavır almadan betimlemeye çalışıyor. Bu bağlamda “Kış Uykusu” da incelikli bir politik sinema örneği.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler