Yaşadığın çağı okumak

“İçinde yaşadığımız dönemin ağır koşullarıyla baş edebilmek için mücadele eden insanlar sorular sordular öykülerimde.” Son dönem öykücülüğümüzün önde gelen isimlerinden Fadime Uslu’yla hem güne, hem de insanın evrensel serüvenine bir yolculuk sunduğu beşinci öykü kitabı Ay Eskir Gün Işırken'i konuştuk.

Yayınlanma: 27.08.2019 - 14:53
Abone Ol google-news

SİNAN FİŞEK

- Yazmaya nasıl yöneldin?

- Çocukken okuduğum kitaplarla annemin masal anlatırken başka renklere bürünen sesi sözcüklerle neler yapılabileceğini göstermişti bana. Sadece anlatılan olayların, sesin içinde bulunuyor ve ondan haz alıyorsun, bilmediğin bir güç bilmediğin şeyler hissettiriyor sana. Keşfediyor; anlıyor; anlama hevesini, keşfetme merakını körüklüyor. Bunları düşünmeden, sadece yaşıyorsun çocukken. O dönemde başladı okumaya düşkünlüğüm. Yazma cesaretini kitaplardan aldığımı söyleyebilirim. Ben de anlatmak istiyorum diyerek ortaokuldayken roman olduğunu sandığım bir şeyler yazmıştım. Yazmak zamanla yaşamsal bir tutku oldu benim için.

- Neden öykü de başka bir tür değil? Şiir, roman denedin mi, düşündün mü?

- Adımın neden Fadime olduğunu açıklayabilirim. Ama niçin öykü yazdığımı açıklayamam; saf sevginin, aşkın nedeninin açıklanamadığı gibi.

- İlk öykün ne zaman yayımlandı?

- 2008’de. Sözcükler Dergisi’nde yayımlandı ilk öyküm. Benim okulumdur Sözcükler Dergisi.

- İlk kitabın Büyük Kızlar Ağlamaz’da dikkatimi çeken, seslere, kokulara verdiğin önem. Nedir nedeni?

- Kişilerin o anda içinde bulundukları durumu, kendisini ve çevresini saran atmosferi duyumsayabilmeleri için bütün duyularını açmak istiyorum. Onlar kendileriyle çevrelerini yaşarken öykü de yaşamaya başlıyor sanırım.

- Öykülerinde farklı kurgu teknikleri var hep - bir arayış mı bu?

- Sanatta zaman konusuyla ilgili düşüncelerimin sonucu olabilir bunun nedeni. Zamana biçim vermeye başladığımızda kurguya da hareket veriyoruz sonuçta. Saatin tekdüze sesine tik-tak dediğimiz anda zamanı oyunsu bir havaya büründürüyoruz. Hikâye de maddesel bir varlığa dönüşüyor yaşandıktan, bir anı haline geldikten sonra. İşte o güzel varlığın doğasını yaşatacak en uygun kurgu biçimi neyse onu bulmanın peşine düşüyorum. Bazen uzun bir arayış süreciyle; deneye deneye buluyorum hikâyenin kurgusunu. Bazen de hikâye istediği yapıyı söylüyor bana. Sözgelimi, görüntü toplumunun yarattığı parçalanmış benliği, bunun yaşamdaki karşılığını, sistemin bu izlek üzerinden kişilerin hayatı yaşama biçimini yönetme yöntemleri üzerine kafa yorduğum dönemde karakterler, hikâye, kurgunun yapısı aynı anda doğdu içime. Kişiler birbirine ayna oldu, Gölgede Yaşamak öyküsü başladığında onların iç dünyası gibi kurgu da parçalanmıştı.

- Kendi yazdıklarınla nasıl bir ilişkin var? Pişmanlık duyduğun, “Keşke şöyle deseydim” ya da “demeseydim” dediğin oluyor mu?

- Yazıldıktan sonra benden çıkıyor artık öykü. Kendi başına bir varlık olmayı arzuluyor. Bunun için de okurunu arıyor. Buluyor ya da bulamıyor. Öykünün estetik yapısı üzerine saatlerce konuşabilirim. Ama yazığım öyküyü anlatamam. Bırakayım o kendini anlatsın.

İLK ÖDÜLÜM

- Gölgede Yaşamak’la 2011’de ilk ödülü alınca neler hissetmiştin?

- Aslında benim ilk ödülüm, ilk öykümün Sözcükler’de çıkmasıdır. Okuruyla temasa geçip bağ kurabilmesidir. Estetik bakışına güvendiğim bir arkadaşımın arayıp da Fadime’cim bu öykünü çok sevdim demesidir. Benden mutlusu yoktur o an.

- Ay Eskir Gün Işırken’deki öyküler sorularla dolu. Yaşadığımız zamanın bir sorgulaması mı bu?

- Öykünün doğrudan sorgulama gibi bir derdi olamaz bence. Ne yargılayabilir, ne ders verebilir. İçinde yaşadığımız dönemin ağır koşullarıyla baş edebilmek için mücadele eden insanlar sorular sordular öykülerimde. Soru sormadığımız her gün köleliğe doğru adım atıyoruz bana kalırsa. Diyalektik yürümeye doğru akılcı sorular sormaz, çözüm için harekete geçmezsek şikâyet eder dururuz.

Hemingway, ‘Güneş de Doğar’ kitabında, “Bütün istediğim nasıl yaşanacağını öğrenmekti. Belki insan nasıl yaşanacağını öğrenebilirse niçinini de öğrenebilirdi,” demişti. Unutamadığım bir söz bu. Öyküde nasıl, diye sorduğunda niçin ona eşlik ediyor. Bazen verilen yanıt sorunun kendisi oluyor.

ÖYKÜDE MÜZİK

- Yüzen Fazlalıklar’daki öykülerde müzikal bir tempo var - hatta birbirine bağlı kimi öykülerin senfoni biçiminde olduğu yorumu yazıldı. İlk kitabında da müzik hep vardı ama Ay Eskir Gün Işırken’deki müzik daha farklı, daha sert gibi. Belli nedeni var mı? Öyküde müzik senin için ne anlama geliyor?

- Müziği öyküde iki farklı düzeyde yaşatmaya çalışıyorum. Birincisi, fiziksel olarak müzik o anda öyküde kişilerin dinlediği ya da duyduğu biçimde var oluyor. Dinlenen müzik, kişiyle ilgili bir şeyler söylüyor; tınıların kendisindeki karşılığını, müzikle bütünleşme biçimlerini, atmosferi, mekânın ruhunu anlatıyor. İkincisi ise, bunu gerçekleştirebilmek için çok uzun süre uğraştım, dille belli bir müzik yaratmak. Öykünün aurasını bütünüyle örmek için bunu çok önemsiyorum.

Bir hikâyeyi çok farklı şekillerde anlatabilirsiniz. Hikâye aynıdır; siz onu bir cümleyle de öykü hâline getirebilirsiniz, sayfalarca yazarak da. Bu durumda gene zaman giriyor devreye. Özü, zamanın hangi noktasında durup anlatacaksınız. Sıfır düzeyindeki an ile mi, zamanın öteki birimleriyle mi? Zaman, soyut felsefi bir nitelikte mi; olaylarla, sahnelerle bedenleşmiş somut kılığıyla mı; yoksa her ikisini de sırtlanarak mı şekillendirecek öyküyü. Zamandan nasıl bir kumaş keseceksiniz? Hikâyenin özünü kavramadan, onu derinlemesine yaşamadan bu sorular yanıtsız kalacaktır. Öz kendini bana teslim ettiğinde ya da ben ona ulaştığımda dilin ritmini de hissediyorum, yazdıkça dilin müziği beliriyor. Yazmanın en büyük hazzını bu anlarda yaşıyorum.

- Kendine doğru da bir kaçış yaşıyor olmalısın.

- Evet, hepimiz gibi.

- Kendine kaçmak için ne yapıyorsun?

- Özel zamanlar yaratıyorum. Bunun için az uyuyor, iyi okuyor, derin dinlenme yöntemlerine temas ediyor, ilgi dağıtacak şeylerden uzak duruyorum.

- “İyi okuma” derken?

- Derinlemesine bir okuma, ama sadece kitap, dergi, gazete okumak değil sözünü ettiğim, içinde yaşadığın çağı, zamanı okumak. İrdeleyerek, çözümleyerek okumak; toplum olarak temel ihtiyacımız bu bence.

- Öykülerinde farklı cinsiyet, yaş, sosyal konumdaki insanları kendi dillerinden anlatıyorsun. Erkeklere özgü jargona da hâkimsin, eşcinsellerin, kadınların dünyasına da. Beden emekçisine, entelektüelin yaşamına eşit mesafeden bakıyorsun. Sende nesneliğin ölçüsü nedir, öznelliğini nasıl aktarıyorsun?

- İlk öykülerimden bu yana belli bir zümrenin yazarı olmaktan kaçındım hep. Cinsiyeti kadın olan bir yazarsanız sizden daha çok kadın öyküleri anlatmanız beklenir genellikle. “Kadınlar kadar erkeklerin dünyasını da içeriden anlatıyor,” yorumu yapılmıştı ilk kitabım yayımlandıktan sonra. Cinsiyet kategorilerinin toplumda algılanma biçimleri, önceden sınırlandırılmamış sonlu farklılıklar, kültüre aidiyet hissi, korku - konfor - güvenlik alanlarının ilişkilerdeki karşılığı, geçmişten bugüne egemen - köle ilişkisi, bunun insana, hayvana, doğaya etkileri; susturulmuşlar, doğayla insanın özünden yükselen ses… hep odağımda. Düşüncem, bakışım öykülerime kendiliğinden yansıyor. Bir de, bir başkasının adına konuşuyorsan kendi sesini susturman gerektiğine inanıyorum.

Fadime Uslu / Ay Eskir Gün Işırken / Can Yayınları / 136 s. / 2019


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler