'Acıları barış siler, kötülüğü insanlık yener'

Yazar Ayla Kutlu, kalemin onuruna inandı ve korudu, umutla yanıt veriyor.

Yayınlanma: 13.01.2019 - 03:23
Abone Ol google-news

 

 Elbette yapıtlarıyla tanıyordum Ayla Kutlu’yu. Ankara’da hırstan, sığ kavgadan uzak geçen günlerini işitirdim dostlarından. Kendini sakınan biri değildi. Akademisyenlere baskı başladığında ayağa kalktı, kavgaya en önde girdi. Kutlu, kalemin onuruna inandı, korudu. Yaygın kültüre yüz vermedi, bize yapıtıyla anılmanın ne demek olduğunu gösterdi. 

Aydın olma sorunuyla girdim söyleşiye, ölçünün yittiği günlerde nasıl davranmalı anlamak istedim doğrusu. Dileğim romanlarının geniş okur kitlesine ulaşması elbette. Son konuşmamızda: “7 Bilge söyleşisinin başlangıcı bir kadınla oldu, kapanış da bir kadınla oluyor” dediğimde, “Erkekleri iki kadın parantezine almışsın Aysever” dedi. Karşınızda son bilge Ayla Kutlu...

Cumhuriyet devriminin altını kimler, nasıl oydu? Bu süreçte aydınlar başarılı sınav veriyor mu?

Doğrusu ben kişilerin kendilerinin “aydın” olma savlarından rahatsızım. İnsan kendini toplum için geliştirir. Niteliklerini yönlendirdiğinde toplumda ses getirir, yeniliklere, doğruya, geleceğe yönelik fikir bütünlüğü, çabası, katkısı vardır: Bu sıfat onun kimliğine zaten eklenir. Sen ne yaptın, toplumun gelişmesine, yönlenmesine yahut bilgilenmesine katkın var mı? Soruların yanıtı olumlu olmadan, iki kitap, üç toplantı, ya da nasıl elde edildiği belli olmayan toplumsal unvanlar, kimseyi aydın yapmaz. Sözcüğün anlamı, bireysel kimlik ve bir veya birkaç dalda yetişmişlik bile, toplumda yankı yaratmıyorsa “aydın” kavramını içermez. Kısaca, “aydın olma, yalnızca fikri üreten bireyin niteliklerinden değil, o niteliklerin yüceltici bir hareketlilik yaratacak biçimde toplumu dinamikleştirmesinden gelir. Burada, sözcüğün anlamını, toplum önderliği ile de karıştırmamak gerekir. Toplum önderliği çok önemlidir. Can ve canlılık hareketten, çoğunluğun çabasından gelir. Ancak bu iki sıfat bazen birleşse bile çoklukla, ayrı kimliklerin işlevlerini içerir.

Bizde bu tarife uygun aydın oluşması için koşullar uygun mu?
Biz ve bizim benzerimiz olan toplumlarda, insana özgü olarak var edilen, görülür ve anlaşılır olan her edimin ardında, harekete geçmeyi sağlayan bir felsefe olup olmadığına aldırılmaz. Bizim felsefeye gereksinmemiz yok sanırız. Vardır. Toplumsal değerlerin köklenmesini sağlayan topraktır felsefe. Aydın ise bu toprakta oluşturur fikirlerini. Aydın olmanın akılla ilgisi var, eğitimle, kültürle, yüreklilikle, içtenlikle, sorumluluk duygusuyla, çözüm yeteneğiyle ve yeni kuşakları geliştirmekle sağlam bağlarının olması zorunlu. Zorlamaya dayalı dönemlerin her tekrarında – ki ülkemizdeki 1960’dan beri, her on yılda okka altına giden, gitmeleri doğal kabullenilen- acılar çeken aydınlar var.

Devrime karşı koyanlar
Aydın ve yarı aydın farkına geldik dayandık değil mi?

Devrimlerin altını oyanlar, kuşkusuz onlara karşı koyan tutucular. Altı yüz yıla yakın hâkimiyeti yalnızca toprak kazanmak onurunu taşımaya güdümlü bir ortaçağ değerlerini sürdüren devletten geliyoruz. Osmanlı, 1711 tarihinden, yani 18. yüzyıldan beri her alanda gerileyerek yaşamaya sarılan bir imparatorluğun yalnızca parlak dönemlerini gören yarı aydınlanmış kişilerin etkisinde. O kişilerin, ihmal edilmiş, görmezden gelinmiş halkla kurduğu yakın ilişki, yeni her şeyi huzursuzluk kaynağı olarak görmelerine neden olmuş.

Yazık, devrimler tam özümletilemeden yarım kaldı. Atatürk’ün hastalığı ve ölümü engeldi. İkinci Dünya Savaşı engeldi. Faşizme yakın duran yöneticiler engeldi. Yazık, bir süre sinen eski düzenin haksız zenginleri; toprak reformu çalışmaları yüzünden tehdit ve engeldi. Demokrasi, uzak, tenha ışıksız, - her anlamda karanlıkta kalanların sözünü ediyorum – yerleşimlere girmekte zorlanırken, değişen iktidarla uzaklara kadar ulaştırılan basit popülist sunumlar, dini siyasal güç için araç olarak kullanma (ki bu politika, günümüze kadar daha da güçlenecektir) büyük değişimleri aşıp, aydınlanmanın önüne geçti. Bu ülke sorununun ağırlaşmasında aydınların günahı var mıdır? Sorunuz bu kısımda henüz cevaplanamıyor. Elbette, ardılların irdelenmesi bizleri bir değerlendirmeye ulaştıracaktır.

Abdülhamit ile ortak yanımız

Devrimci kadrolara karşı bunca duyarsız kalan toplumun da kusuru yok mu? 
Olmaz olur mu? Elbette toplumumuz bir Rönesans bir Reform üretecek toplum değil. Biraz kolaycı. Çokça kuşkulu. Ürkek. Osmanlı torunu. Kan dökmeyi iyi bilen Osmanlı’nın :
Şalvarı şaltak Osmanlı
Eğeri kaltak Osmanlı
Eken de yok, biçen de yok
Yiyen de ortak Osmanlı
Bu dörtlük bana ait değil. Osmanlı köylüsünün yakınması!
Unutmayalım ki toplumların kaderini büyük ölçüde bulunduğu enlem ve boylam belirliyor. Bu da, eskil çağlarda bu topraklardan yetişen dünyadaki ilk coğrafyacı Amasyalı Strabon’un saptaması. Bu coğrafyadan bir Cumhuriyet devrimini gerçekleştiren Mustafa Kemal de çıkıyor, toplum mühendisliği yapmayı görev sayanlar da. Günümüz üst yöneticilerinin pek bir gözdeleri olan padişah 2. Abdülhamit’in çalışma odasının duvarında değerli bir yazı asılı dururmuş: “Bu da geçer Ya Hu!”
Sultan 2. Abdülhamit ile benim ortak bir tek ortak felsefemiz var: “Bu geçer ya hu!”

Dekanımızın sözleri

Cumhuriyetin kaybettiğini düşünüyor musunuz, yoksa diyalektik işler ve ilerleme kazanır der misiniz? 
Cumhuriyeti kaybettiğimizi hiç düşünmüyorum. Zaman kaybediyor muyuz? Evet, hem de yetmiş yıldan beri. Demokrat Parti’nin özgürlük getireceğiz savları ile süren 10 yıllık iktidarı 27 Mayıs’ta sona erdirildiğinde sonuçlar mahkemede karara bağlandı. Her son insanlara trajik gelir. Hele ölümler varsa. Siyasi yaşamın ölümle sonlandırılmasına kesinlikle karşıyım.
1956 yılında öğrencilerine “nabza göre şerbet vermeyin” diyen dekanımızın bu sözlerini, Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne o yıl başlamış birinci sınıf öğrencileri olarak karakterimize mıhladık. 27 Mayıs Devrimi (devrim olduğuna hâlâ içtenlikle inanırım) son sınıfta iken gerçekleştiğinde, özgür ve bağımsız bir ülkenin hizmetine koşarak gitmeye hazırdık. Bu devrimin olağanüstü sonucu, uzun süre yaşatılmasından çekinilen özgürlükçü anayasa oldu.
O anayasa, bütün kesip biçmelere karşın, ülkede öyle büyük bir aydınlanma etkisi yarattı ki, 12 Mart karanlığına giden günlerde, dönemin Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç, silinmez acılara neden olacak edimlere de kapı açan şöyle bir açıklama yaptı: “1961 Anayasası ile bu ülkede siyasal ve sosyal bilinç ekonomik gelişimin çok ötesine geçmiştir.” 
Devlet Planlama Teşkilatı’nı yok edecek karşı çıkışların başlama nedeni budur. Şimdilerde planlama örgütü olmaksızın bireysel tercihlere dayalı planlarla yönetiliyoruz. Evet, diyalektik işler ve ilerleme (!) kazanır.

Benim kahramanlarım

Bilici değilsiniz elbette, ancak romancı sezgisiyle önümüze nasıl bir gelecek tablosu koyarsınız?
Öncülerin görevi önde gitmeyi, çıkan her alıkoyma, engelleme nedenini (doğal veya toplumsal olmasının farkı yoktur) gidermek, bu sırada toplumdan kopmamak, araya engel konmasına izin vermeksizin önde yürümektir. Birey, sınıf, kitle, kahramanlık, yılgınlık kavramlarının tümü öncülük görevine nasıl bakıldığına göre anlam kazanır. Kanım şudur ki; çıktığınız yolda ayakkabınız yırtılmışsa ya da özellikle konan çiviler ayağınıza batıyorsa, bu hedeften uzaklaşma nedeni olmamalı. Korkunun bile korkutulması öncünün basiretine bağlıdır. Benim hayran olduğum öncüler Mustafa Kemal Atatürk’tür. İsmail Hakkı Tonguç’tur. Bir tuz kristali ile üstüne güneş batmayan Britanya Devleti’ni dize getiren Mahatma Gandhi’dir. Amerika Birleşik Devletleri’nin kumarhane ve fuhuş yuvası olarak kullandığı Küba Cumhuriyeti’ni bugünkü saygın yerine ulaştıran Fidel Castro’dur.

Gezi, anlamlı ve büyüktü

Gezi’yi nasıl yorumladınız?
Toplumlarda değişen koşullar her zaman olacak. Halkla bütünleşememeyi sadece topluma yüklemek ne derecede doğru? Değişik davranış ve eylemler gerekiyor demek ki. Örneğin bir Adalet Yürüyüşü... Ben çok kişide bir silkinme, doğrulma tavrı gördüğüme inanıyorum. Ama, büyük ve anlamlı protesto olarak tek kaldı. O tür eylemlerin kansız olaysız tamamlanmasının çok zor olduğunu biliyorum. Burada, toplum önderliği yapma savında olanların çok yaratıcı ve nitelikli olmaları gerektiğine inanırım. Gezi’de, güncel katı ve sert yaşam gerçeklerine karşı kendiliğinden başlayıp gelişen, örgütsüz bir çıkış görüyoruz. Halkın orta ve orta üst sınıfından insanlar; haksız rant üretilmesine, çevre katliamına, güvenlik güçlerinin özellikle gençlere yönelik sert ve cezalandırıcı tavrına karşı durdular. Gitgide ağırlaşan baskıları sineye çekip sinmediler. Mizahla, dayanışmayla, imtiyazsız ve sınıfsız olarak ama toplumdaki tüm renklerle farklı tavır koydular. Baştan sona barışçılardı. Heyecanlılardı. Hoşnutsuzluğun ilk kez belirgin biçimde yaygın halk hareketi olarak gösterilmesiydi. Siyasal güdülenmelere kapalı toplu hareketti. Uzadı. Sonunda, iktidarın sertlikten ödün vermeyen, sorunları kabul etmeye ve çözümlere yaklaşmaya karşı duruşu yüzünden devletin yaşatması gereken güven duygusu incitildi.

Şaşı bakışla ab’ye girmemize karşıyım

Sizin gözünüzle İslamcı kim, neden liberal Avrupa hep gericilerle yan yana?
Ben fikir olarak o devletlerin ülkeme özgü olarak oluşturdukları şaşı bakış açısıyla Avrupa Birliği’ne girmemize her zaman karşı oldum. 
Avrupa Birliği’ni demokratlar ve tümüyle demokratlaşmış ülkeler mi oluşturuyor? Bu birliğin amacı dünya çapında demokrasiyi yaymak, geliştirmek mi? Başlangıçtan beri amaç, -ellili yılların başını kastediyorum- birlik ülkelerinin pazar ilişkilerini düzenlemekti. Zaman zaman bize yakın, zaman zaman da alaycı ve uzak duruşlarının nedeni kendi ticari çıkarlarına bağlı. O yüzden oradan ne insan hakları yönünden yardım gelecektir, ne de ülkemizi gerçek demokrasiye ulaştırma çabası. Türkiye’de şu ya da bu görüşteki iktidar sahiplerinin bulunması onların kaygısı değil. Suçlamıyorum. Bu bizim sorumluluğumuz, bizim işimiz.

Kemalizm nedir, nereden bakmak gerekir? 
Kanımca Kemalizm; anti-emperyalistlik, yurtseverlik, halkçılık, devletçilik ve toplum yararına yenilikçiliktir. Bunlar Cumhuriyetin kuruluş değerleridir ve hâlâ geçerlidir. Aşırıya kaçış insan topluluklarında her zaman var olmuştur, olacaktır. Acıları barış siler. Kötülüğü insanlık yener. Yaşam da ölümü. Aklın galip geleceğine insan olduğum için inanıyorum. Akut olaylar, zorluklar, akıl yürütmeler, değişen dünya değerleri ve tümünden önemli olarak dünyadaki fiziksel olumsuzluklar; üstünde çok daha fazla durulması gereken sorunumuzdur.

 
   
 

Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler