'Ah bu parasızlığın gözü çıksın'

Cumhuriyet, sayfalarını gazeteci, yazar, ressam Fikret Otyam ile edebiyatçı Orhan Kemal’in mektuplaşmalarına açtı. ‘Neşe çığlıkları halinde peş peşe gelen bu mektuplarla duygulanmamak, gülmemek ve düşünmemek imkânsız’

Yayınlanma: 10.07.2015 - 20:25
Abone Ol google-news

Çok uzun bir süredir üzerin§de çalıştığım “Orhan Kemal - Eşe Dosta Selam-Mektuplar-Yazdıklarım ve Yazılanlar” projesinden Fikret Otyam’a söz ettiğimde çok heyecanlanmış, “Ne zaman kendi mektuplarımı okuyacağım?” diye sormuştu. Her seferinde “Çalışmalarım devam ediyor, biraz daha zamanı var,” diyerek, sanki onu atlatmış gibi oluyordum. Oysa gerçekten bu mektuplar üzerinde 2000 yılından beri çalışıyor, sadece Orhan Kemal’e yazılanlarla değil, onun çeşitli arkadaşlarına yazdığı mektuplara ulaşıp, bunları karşılıklı yayınlamak için çalmadığım kapı bırakmıyordum. Bu düşüncemden dolayı kitabın basılması hep gecikiyordu. Fikret Ağabey’i daha fazla bekletmemek ve verdiğim sözü tutmak için üçümüzün de çok iyi bildiği ve yazdığı gazete olan “Cumhuriyet”te, “Orhan Kemal-Fikret Otyam Mektupları”nı yayınlamaya karar verdim.

Fikret Otyam’ın hazırladığı, “Arkadaşım Orhan Kemal ve Mektupları” kitabının son baskısı “İş Bankası Kültür Yayınları” tarafından 2015 yılında yayınlanmıştı. Burada babamın mektuplarına ve mektuplarla ilgili açıklamalara yer verilmişti. Otyam ‘önsöz’de şöyle yazmıştı:

“Bükülmez bir devrimci, yüce gönüllü gerçek bir halk yazarı; şurda burda işsiz kalan ırgatların, mapusane çilekeşlerinin, üç beş kuruş kazanan küçük memurların, emeklilerin, çocukların, kimsesiz çocukların, iplik fabrikası kız ve delikanlılarının, iplik bükme makinelerinin başında yorgunluktan uyuyan bebelerin, sokakları süpüren çöpçülerin, ‘küçük adam’ların, mavi tulumlu akıllı akılsız, uyanık uyur emekçilerin, mahalle kabadayılarının, kahve sakinlerinin, ‘artiz’lik heveslilerinin yazarı Orhan Kemal’in inandığı, güvendiği, yüreğini açtığı, en sıkışık anlarında yanında bulduğu bir arkadaşı, dostu, yürekdaşı olduysam, bu bir mutluluktur benim için.”

Benim için de bu kitaptaki mektuplar, hem iki güzel insanın dostluğunu görmek hem de keşifler yapmak için zemin oluşturdu. Orhan Kemal’in yaşamının, mücadelesinin en büyük tanıklarından biri Fikret Otyam’dır. Gün gelmiş ortak dertleri olan “parasızlık”tan dert yanmışlar, haksızlıklara isyan etmişler, çektikleri sıkıntılar onları birbirine kenetlemiş, “kardeşten öte” bir dostluğu, dayanışmayı ve sevgiyi perçinlemiştir. Fikret Otyam’ın değindiği gibi, “Onunla zaman zaman bir usta çırak, zaman zaman bir ağabey küçük kardeş, zaman zaman yaşıtmış gibi birbirine seslenen arkadaş olduk. Öyle bir arkadaşlık ki, uğruna can verilebilecek.”

Fikret Ağabey’in candan satırlarıyla çıkan “Arkadaşım Orhan Kemal ve Mektupları” kitabından hareketle okuduğum bu metinler, Orhan Kemal’in yazdığı mektuplara karşılık gelen Otyam’ın yanıtları (veya tam tersi) bir serüven tadında, sonunu merakla beklediğimiz bir televizyon dizisi gibi bende büyük bir heyecan yarattı. Üstadın 1960 da yazdığı yazısında Otyam için sözünü ettiği gibi, “Yakından tanıdığımdan mı ne, zaman zaman delidolu birer tutam neşe çığlığı gibi gelen mektuplarında da aynı yaşama sevincinin tazeliği vardır.”

Gerçekten neşe çığlıkları halinde peş peşe gelen bu mektuplarla duygulanmamak, gülmemek ve düşünmemek imkânsızdır. Ölümünün kırk beşinci yılında Orhan Kemal’i, Fikret Otyam’ın bilinmeyen mektuplarıyla selamlıyor, iki dostun mektuplarıyla sizleri baş başa bırakıyorum.

‘Ah bu parasızlığın gözü çıksın’

Hakikatli dostum,

Beni pek sevindiren mektubunu aldım. Hele Eskicinin dev gibi genişlediğini bildiren satırlarını okurken emin ol sevincimden ağladım. Önce de yazdım nedense bu eserine özel bir tutkunluğum var, belki çok eskiden sarı defterden ilk müsveddelerin bıraktığı etki. Haydi dayan Orhan, bunu muhakkak en iyi şekilde yazmalısın, zira ite kurda cevabın, gerçek cevabın yazdığın sağlam, soluklu, derinliğine,duygulu, gerçek romanların olacaktır. Ben düz yazıları, yazıdan ve cevaptan saymıyorum. Asıl cevabın sayfalar dolusu bomba gibi romanlarındır.

Vukuat Var’ı hemen almıştım, bir solukta okuduk Ayten’le, Aysan da pek beğenmiş. O önemli değil, Tevfik Çavdar, Fethi’ye beğenmediğini zorla okuduğunu söylemiş. Fethi -İstanbul’da belki görüşmüşsündür- ha düzeldi ha düzelecek diye en iyi niyetiyle okumuş, ama aradığını hiç bulamamış.. ya ben anlamıyorum, ya bu ..... ki, ben sevip sevmediğimi, peşin hükümle okumadığımı saklamam. Roman sapına kadar iyi, tipleri yaşam içinde, yabancımız değil, Kabak Hafız, yurt dolusu, Zekâi bey öylesine, Zaloğlu dolu çevremiz, ama hepsi çizmeli değilmiş, olsun, dolu.. Kemal yabancımız mı? Romanın örgüsü, bir bölgeyi vermesi, insanlarının çilesini, aşkını, uçkur işini, hayat düzenini anlatması, vermesi; tiplerin fazla çizgilerden ayıklanıp duru hale gelmiş okunaklı desenler gibi olması, yer yer yün gibi işlenmesi, bir durumu anlatması vb... Daha ne gerek? Bir kere bırakamıyorsun elinden, Kemal’in anasıyla ağlıyorsun -hele o Arapça konuşmalar nedense vurdu beni, sebebi anamla öyle konuşurduk, bildiğim Arapça o kadardı- Berber Reşit gibi çok tanıdığımız vardı Aksaray’da, okuyanların yok mu, var it sürüsü gibi, her şeyden önce severek, anlamak için, düşünmek için okumalı gibime geliyor. Roman zaten belli eder kendini sevdirirse sevdirir, aksi olursa nafile, kıçını yırtsan boş.. Reşit’in karısının, kızın babasının özlemi gibi özlemlerim olmadı mı? Ha kuzu, ha ses alma makinası, iyi bir fotoğraf karanlık odası, iyi bir gazetede imkan bol bir röportajcılık... Ama kadın kuzu der başka şey demezmiş... Desin varsın.. O özlemini öyle içten duydum ki, anlatamam, çünkü kendim varım kadının yerinde... Berber Reşit, bizim Kenan bey, Cemşir babam sanki babamın yaşantısıyla Cemşir arasında çok mu fark var? Kızını satmıyor da paralı, iyi bir damat arıyor, kendisi bunca yıl emek vermiş, yetiştirmiş, ortaya çıkarmış... Saadet, biraz egoistlik olmayıversin ama kendi özlemleri var... Hem varsın çevremizde olmasın bu tipler, tanımamış olalım, veriyor mu vermiyor mu? Mesele burada asıl. Eh bu da var.. Anlamıyorum vesselam sırf kazık olsun diye de böyle emeği silmek isteyenlerden nefret ediyorum, iğreniyorum.. Veyahut da ben cahilin, eşeğin, öküzün biriyim, o beyler bilir hepsini, iyiyi kötüyü...

Dünya Evi kapağı

Eeee Orhan’cığım boş ver sen dayan Eskici’nin üzerine, şişirme, düşmanların sandığın kadar az değil... Dünya Evi için kötüleme kampanyası şimdiden başladı... Kapağını ben yapıyorum. Önde iki işçi, erkek, kız... Ardında fabrika, bacaları, evler, bulutlar, çizgi halinde isim şöyle : Orhan Kemal Dünyaevi Seveceğini sanıyorum. Daha bitirmedim, ha bire eskiz hazırlıyorum, iyi olmasını istiyorum, bunun için zor oluyor.

Ayten yine gebe

Ayten yine gebe... Yine kaza kurşunu... Bütün korunmalar faydasız... Bakalım bu ne olacak? İş yine hastaneye kalırsa boku yedim Orhan, belimi kıpırdatacak halim yok, para bulmak imkanım yok, tabi kazanmakla, borçsa kolay canım burnumdan geliyor, sorma...

Seni çok özledik... Ah imkan olsa da birkaç günlüğüne gelebilsen. Benim imkanım kesik... 18 Eylülde pederle ablam gelecek... Oda hazır? Ne dersin ha bu ara bir kaçamak yolun var mı?

Parasızlığa lanet

Ah bu parasızlığın gözü çıksın, lanet olsun, doğruluğa, namusluluğa!... Böyle kafada gittikçe olmayacak dileklerimiz, ama aksini de yapmaya gönül elvermez... İşte tek avuntu, ana avrat küfür.

Haydi eyvallah, hepinizin gözlerinden öperiz... Kışın bir ara sevgili yengemi gönder, istirahat etsin, evimiz şahane, yan gelip yatsın, bu satırları yürekten yazıyorum, inanın... Eyvallah, bekliyorum.

Eleştirmeci değil, yergi memuru

Sevgili Fikret,

Mektubunu, “Dünya Evi”nin kapak eskizlerini aldım. Kapak için her şeyi senin zevkine bırakıyorum. Bana gönderdiğin detaylar, detayların istifi çok güzel. “Ha Bu Diyar”ın ressamından kötü bir şey çıkmaz.

“Vukuat Var” ve “Dünya Evi” için aleyhte kampanyaya hazırlananlar önemli değil. Bütün düşmanlarım önemli değil benim için. Öylesine dürüst, öylesine kanaatlerimin adamı olarak yaşıyorum ki, tersi hareket edenlerin, yani satılmış, alçak fikir o…..larının benimle bağdaşamayacağı meydanda. Onu bunu ne yapacaksın? “Büyük yazar”ları Kemal Tahir’in karşımda nasıl küçüldüğünü görmeni isterdim. Aman ya Rabbi, o ne korkunç fikir fukaralığıydı o!

Tevfik Çavdar denilen zavallıyı görürsen söyle: Vasat kabiliyetle eleştirmecilik yapılamaz. Yeditepe’ye yolladığı yazıyı Hüsam bana verdi. İstersen koymayayım dedi. Okudum. Hiç ama hiç anlamadığı “Vukuat Var” üzerine saçma sapan laflar etmiş. Bir budalayı kendi kendisine teşhir ettirmek için bundan güzel fırsat olamazdı. Hüsam’a rica ettim, “Allah aşkına ilk çıkacak sayıya koy şunu da kepaze olsun,” dedim. Ona bu satırları oku. Benimle Anadolu Pasajı’nda yaptığı röportajda anlamıştım her bakımdan yetersizliğini ve ahmaklığını. Fethi Naci bir dereceye kadar yutulur, hiç olmazsa o nispeten zeki. Bu fukara’da o da yok.

İt ürür kervan yürür

Canım uzun lafın kısası, Yelken’de Pazar Postası’nda söyledik ya: Bizde eleştirmeci değil, övgü ya da yergiye memur şamar oğlanları var, posta tatarları var. Ben onların efendilerinin ağzına... ...adamım. Uşakları ya da k... oşt diyecek bile vaktim yok. Diledikleri kampanyayı açıp, diledikleri kadar sürdürmekte serbesttirler. İt ürür kervan yürür. Onlar okunmaz romanların maksatlı övgücüleri. Vazifelerini yapacaklar elbette. Bense namuslu okuyucularıma yeni yeni romanlar hazırlayıp yayınlamakta devam edeceğim. Sinirlerim de çok kuvvetli. Onun için, yel kayadan ne alır!

Bir romancı için hazin

İsmi “Eskici ve Oğulları” olacak. Kati kararım bu. O kadar memnunum ki, uçuyorum. Bugün 200. sayfayı aştım. Ay sonuna kadar 300’ü aşacağımı umarım. Çok , çok iyi gidiyor. Yepyeni, taptaze bir dil, imajlar filan. Demek itin köpeğin havlaması, sırasında insana böylesine hız verirmiş!

Fethi Naci buradaymış, aramadım. Üstadı Kemal Tahir’in evinde yeni taktikleri için toplantılar yapıyorlarmış. Bir romancı için ne hazin! Eseriyle başa çıkamadıklarını çevresine topladıklarına ısırttırmak! Ben bu …… …… bu derecelere düşebileceğini sanmazdım. Neyse, bir gün buluşursak uzun uzun anlatırım.

Orhan Kemal/ İstanbul, 22.8.1959


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler