'Benim fındığım var onların yok, o kadar'

İşçiyle bahçe sahibi arasındaki bağ çoğunlukla dayıbaşı. Senelerce aynı kişiye çalışarak aracıyı ortadan kaldıranlar da var. Bahçelerdeyiz, fındık işinin inceliklerini dinliyoruz.

Yayınlanma: 19.08.2015 - 21:09
Abone Ol google-news

Giresun’un Bulancak ilçesi Karadeniz’in bir dolu kentiyle yarışabilir büyüklükte. Pazarsuyu Vadisi'nde tepelerden yukarı kıvrıldıkça fındık dalları yoldan geçen arabaların aynalarına değecek kadar sarkıyor. İki yandaki bahçelerde yüzlerini göremediğimiz meçhul eller toplamak için çekiştirdikçe, durduğu yerde dalgalanıyor ağaçlar.

Molada yakalıyoruz bir grup işçiyi. Adımlarla zaman içinde dar patikalar açıldıysa da alışık olmayan için yamaçlara tırmanmak zor; kaldı ki daha dengede durulup birbirine geçmiş dallardan o fındık toplanacak.

Genelde bahçesi 10 dönümün altında olanlar aile, sülale içi emek paylaşımıyla kendi fındık çuvallarını doldurabiliyor. Üzerindeki arazilerse yerli ya da mevsimlik gezici işçiye muhtaç. 1980'lerde daha yakın kentlerden işçilerle, dağ köylüleri bahçelerde çalışırken 1990'lar sonrası mevsimlik emek göçüne dayanan bu sistem hayata geçmeye başlamış. Bunun köylerden kentlere zorunlu Kürt göçleriyle de paralelliği var.

Sabah 7 gibi başlayan mesaide öğle tatili dışında iki mola veriliyor. Genç kadınlar bir ağacın altına çökmüşler, sohbet ediyorlar. Çalışırken de muhabbet sürüyormuş böyle. Daldan nasıl toplanır, yerden nasıl... Hangisi kara fındık, hangisi daha kıymetli olan yağlı fındık, anlatıyorlar. Yapraklarının uzunluğundan ayırıyorlarmış.

Bu bahçede çalışanların tamamı çok genç. Urfa Siverek'e bağlı, eski adıyla Tiverek yeni adıyla Yapraklı köyünden gelen bir ailenin mensubu hepsi. Mustafa Çataldaş, kendi çocuklarını, yeğenlerini toplayıp işe getirmiş. Hemen hepsi okuyor gençlerin. Okul masrafları, dersane parası demek onlar için her bir fındık. Bir uzman edasıyla bana işin inceliklerini sıralayan Ayşe edebiyat öğretmeni olmak istiyor örneğin; “kısmetse” roman, şiir yazmak istiyor ileride. Ömer ilahiyatta okuyor zaten. Polis, hemşire, psikolojik danışman; bahçenin farklı yerlerinde dinlenen her bir genç gönlünden geçeni söylüyor.

Çataldaş ve ailesi, öğrenci olanların okul hayatı etkilenmesin diye sadece fındığa geliyor. Geçen sene fındık az olunca Aksaray'a ayçiçeğine gitmişler. Ama bu birkaç aylık işçiliğin dışında geçim kaynakları ne derseniz, “Başka da bir geçimimiz yok” diyor. İki inekleri var sadece, eşi de onları boş bırakmamak için köyde kalmış. Köy civarında nar varmış bir tek, onun da kimseye yetesi yok.

 

Pavyonda yenen yevmiyeler

Hayata Destek Derneği'nin, Mevsimlik Gezici Tarım İşçiliği raporu için görüştüğü ailelerin dörtte üçü “dayıbaşı” aracılığıyla çalıştığından söz ediyor. Türkiye'nin en son Soma'daki maden faciasının ardından ismini duyduğu bu sistemde dayıbaşı, yevmiyeden alınan yüzde karşılığında işverenle işçinin bağını kuruyor. Dayıbaşı dışında elçi, çavuş diye de anılan bu aracıları anlayabilmek için var eden koşullara bakmak lazım. Genel olarak üretimi düşüren tarım politikaları, serbest piyasanın sert koşulları ve aynı esnada üreticiye yönelik desteklerin azalması, ağır hayat ve iş koşullarında günde 11 saat çalışan işçilere yansıyan kayıt dışı, güvensiz, kırılgan bir düzen yaratmış. Geleneği eski sayılabilecek bu aracılık sistemiyse boşluğu dolduran, mekanizmayı işler kılan bir konuma dönüşmüş.

Bölgede örgütlenmeye çalışan Çiftçi-Sen'e bağlı Fındık-Sen, tarım politikalarında yönlendirici, aktörleri bilinçlendirici olmayı hedefliyor. Hatıralarda o eski fındık mitingleri, ilçeleri gezip üreticilerle görüşüyorlar. Eski sınıf öğretmeni Atalay Kesikoğlu, bölgeyi bilen biri, aynı zamanda bahçe sahibi olarak teferruatlı aydınlatıyor bizi. Bahçelerin gittikçe küçülmesi, gübre, ilaç hediyeleriyle yaklaşan sözleşmeli tarım/şirket baskısı, bahçe sahipliğinin sosyal ve sınıfsal olarak çeşitlenmesi... Bunların hepsi örgütlü hareketi güçleştiriyor ona göre. Kesikoğlu, bir ay çalıştırıp işçilerin parasını vermeyen bahçe sahiplerine karşı dayıbaşlarının varlığının önemini de anlatıyor, işçilerin yevmiyelerini pavyonda yiyen dayıbaşı hikâyeleri de...

 

“Onlar yapıyor mu?”

Fındık-Sen, özellikle Kürt işçilere yönelik ayrımcılığın ortadan kalkması için de gayretkâr. İkna için kullandıkları bir argüman var; “Karadenizli arıcılar oralara gittiğinde saldıran eden var mı?” diyorlarmış. Oralar dediğimiz Erzurum, Kars, Kürtlerin yoğun olduğu kentler...

Yedi yıldır aynı bahçe sahibi için çalışan Mustafa Çataldaş gibi, Murat Akpirinç ve ailesi de 13 yıldır aynı işverenle çalışarak aracıyı aradan çıkarmış. Diyarbakır Bağlar'dan gelen 19 kişilik aile, bahçe sahibi Sururi Apaydın'ın evinin yanında işçiler için yaptığı ayrı bir yerde kalıyor. “Ben insan ayırmam. Farkımız ne, benim fındığım var onların yok, o kadar” diyor Apaydın. Mesai sonrasısına denk gelmişiz, batan güneşin serinliğinde genç kadınlar yufka açıyor, erkekler köşedeki asırlık armut ağacını sallayıp ikram ediyorlar. Bu aslında aile fertlerinin işçilerle birlikte yediği içtiği, kaldığı, “eskiden” diye anlatılan bir “işverenlik” biçimini hatırlatıyor.

 

“Biliyorum ki yasak”

Dil sorunu yüzünden Gürcistan'dan gelen işçilerin mutlaka bir aracıya ihtiyacı var. Beş yıldır bu işi yaptığı için gayet güzel Türkçe konuşan Gürcistanlı bir aracı, fındık zamanından bir ay önce gelip bahçe sahiplerini gezerek plan yaptığını anlatıyor. İş bulamadığı kişiyi Türkiye'ye çağırmıyor. Hasat zamanı da 100 civarı işçi getiriyor. Genelde sadece Gürcü işçilerin çalışacağı bahçeleri tercih ediyor. Karışık işçi sorun yaratabildiğinden bahçe sahipleri de böyle istiyormuş. “Karışan olmuyor ama biliyorum ki yasak, ben de çok yapmak istemiyorum bu işi” diyor. Batum'da iş kurma hayalleri var. Fazla konuşası da gelmiyor zaten.

Yevmiyeden dayıbaşının kestiği yüzde 5-10, işçi sayısıyla orantılı, gayet büyük paralar yapıyor. Neticede işveren de kötü niyetli olabilir, dayıbaşı da. Bazen ikisi de. Her durumda kaybeden en zayıf halka, işçiler oluyor.

Fotoğraf: VEDAT ARIK


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler