Türkiye, treni yakalar mı?

Katma değerli teknoloji ve inovasyonda rekabetçi olamadık. Şimdi ise oyunun kuralları yeniden değişiyor. Numan’a göre Türkiye treni ancak buradan yakalayabilir.

Yayınlanma: 17.09.2016 - 20:09
Abone Ol google-news

Dünya teknolojik gelişmelerin itici gücüyle hızla değişiyor. Sanayi Devrimi, Dijital Devrim derken şimdi kapıda nesnelerin interneti ile gelen ve Endüstri 4.0 diye tanımlanan yeni süreçin içindeyiz. Tamamen bağlantılı ve akıllı bir dünyaya doğru ilerliyoruz. Bu gelişim ve trend birçok alanda etkilerini gösterecek. Bilişim teknolojilerindeki gelişmelerin endüstriyel firmalar tarafından yenilikçi bir şekilde kullanılması, üretim süreçlerini tamamen değiştirme potansiyeline sahip. Sadece üretim ve değer zincirinde değil; tüketici talep ve davranışlarında da keskin değişimler olacak...

Türkiye bugüne kadar ağırlıklı olarak teknoloji ithalatı ile bu noktaya gelen bir ülke... Yüksek katma değerli teknolojiler ve inovasyon konularında ne yazık ki rekabetçi olamadı. Şimdi ise oyunun kuralları yeniden ve yine gelişmiş ekonomilerin öncülüğünde değişiyor. Peki o zaman Türkiye bu yapısını Sanayi 4.0’ın teknolojisini ithal ederek mi sürdürecek, yoksa bunun bir parçası olabilecek mi? İnovatif olamadan nasıl rekabetçi olabilecek?

Olmazsa olmazlardan biri: Risk sermayesi

Yaratıcı fikirleri olan ama bunu yatırıma dönüştürecek finansal gücü olmayan girişimciler için en önemli kaynaklardan biri risk sermayesi. Aynı zamanda bir ülkede inovasyon ekosisteminin oluşmasının da olmazsa olmazı. Bugün Silikon Vadisi’ni Silikon Vadisi yapan ana unsurlardan biri. Fikir avcıları diye de tanımlayabiliriz. İyi fikirleri, iyi girişimleri yakalayıp yatırım yapıyorlar. Türkiye için hâlâ oldukça yeni bir kavram, aslında 2000’lerin başında kurulmaya başladı. San Francisco’da iki risk sermayedarı ile tanışıyorum.

Biri Murat Ihlamur. Ihlamur girişimcilikten risk sermayedarlığına geçmiş. Netsis’i kurmuş, başarılı şekilde büyütmüş, belli bir noktaya getirdikten sonra da satmış. “Kendim de aynı süreçlerden geçtiğim için girişimciler açısından risk sermayesinin önemini iyi biliyorum, o yüzden şimdi genç yetenekleri desteklemeye soyundum” diyor. ABD’ye sık sık gelip buradaki ekosistem içinde desteklenecek projeleri incelediğini anlatıyor. Melek yatırımcılara başvuran start-upların yüzde 60’ı, Venture Capital’e başvuranların ise yüzde 30-40’ı batıyor” diyor Ihlamur. “10 yere yatırım yapıyorsun içlerinden sadece 1 ya da 2’si büyüyor ve kâr ediyor ama bu bir iki şirket diğer hepsini telafi ediyor.” Diğer risk sermayedarı ise 212’nin kurucu ortaklarından Numan Numan. Numan “Ürün çıkıp belli bir yere geldikten sonra yatırım yapıyoruz” diyor ve ekliyor: “ Ürünün iyi olması ne kadar önemli ise, o ürünü kaldırabilecek iyi bir pazarın olması da o kadar önemli. Keza, ürünü yapmak ayrı, satmak ayrı, büyütüp global yapabilmek ayrı şeyler. Silikon Vadisi’nde de 3-5 yılda olmadı; 30-40 yılda oldu. Geçmişine bakın, savunma sanayiine yönelik başladı çalışmalar ancak 2000’lerden sonra tüketici ne istiyor, ona bakıldı.

Türkiye’de de devlet savunma ile girdi, Aselsan, Havelsan öyle doğdu.” Numan’a yönelttiğim “peki neden Türkiye bu konuda bir sıçrama yapamıyor? Farklı ne yapması lazım?” sorusunu “Önemli nedenlerden biri bu ülkedeki zihniyetin daha çok proje odaklı olması, halbuki ürün odaklı olmak gerek. Bunu öncelikle devlet aşmalı. Katalizör olması, ortam yaratması lazım. Üniversiteler de öyle... Evet Ar-Ge yasası çıktı, teşvikler verildi ama ne kadar ürün ticarileşebildi buna bakmak lazım. Tübitak destek veriyor, proje bitiyor; öğretim üyesi gidiyor başka bir destekli projeye başlıyor” diye yanıtlıyor. Bir soru daha: Türkiye 4. sanayi devrimine hazır mı? “Yakalayabilirsek ancak buradan yakalayabiliriz” diyor.

“Artık yerli oto vs bunlar hayal; yeni teknolojilere yönelmeli, özellikle biyoteknoloji ve sağlık sektörü, bunlara bakmamız lazım.” Gelelim Silikon Vadisi ile buradaki girişimcileri karşılaştırmaya. Numan her iki tarafı da çok yakından takip eden bir isim. “Bizdeki yetenekler çok çok iyi, müthiş fikirler, çalışkanlık ve üreticilik var, yeter ki imkânlar ve altyapı sağlansın” diyor.

Numan’a da aynı soruyu yöneltiyorum: “Neden Silikon Vadisi?” 4 başlıkta geliyor yanıt: 1- Çünkü kritik kütle orada. Yetenek havuzu... Yani benzer şekilde düşünen ve yaşayan insanlar bir arada, çok yoğun fikir alışverisi oluyor. Üstelik gelen girişimcilerin yüzde 50’si göçmen. Başka ülkelerden geliyorlar. 2- Altyapı çok iyi. Risk sermayesi şirketleri, melek yatırımcılar, uzman bir medya, teknik ve hukuki altyapı, avukatlar, patent alımları, bunların hepsi çok önemli destekler. 3- Dünyanın mühendislik ve işletmede en iyileri arasındaki iki üniversitesi de burada: Stanford ve Berkeley. 4- Girişimcilerinin ürünlerini dikkatle takip eden bir sürü çokuluslu şirket var.

‘Start- up vizesi çıkartılmalı’

Numan “Türkiye girişimcileri çekmek ve bir teknoloji merkezi haline gelmek istiyorsa kesinlikle start-up vizesi çıkartmalı” diyor. “Bugün İngiltere, İtalya, Kanada ve daha birçok ülkenin yaptığı gibi.. Yabancı girişimcilerin ikamet ve çalışma izinleri konusunda değişiklik yapmak zorundayız.

Teknoloji tabanlı bir şirketin başka bir ülkeye taşınması artık bir iki gün kadar kısa süreye inmiş durumda. Bir sonraki teknoloji merkezi olabilmek için sadece binalar yapmak, bu blokların bütününe vadi veya park demek yetmiyor. Düşünce yapımızı değiştirmemizin yanı sıra hukuksal ve ticari kurallarımızın değişmesi gerekli.”

 

Silikon  Vadisi'nin başarısının sırrı

Google, Intel, Yahoo, Cisco gibi şirketlerin doğmasına sebep olacak ortam nasıl gelişti peki? Silikon Vadisi 2. Dünya Savaşı sonrasında ABD hükümetinin verdiği destekle yeşeren bir ortam, daha doğrusu bir ekosistem. Savunma sanayi ile başladı, internet, mikroçipler, radarlar... Dijital tüketici toplumun bütün nüveleri burada atılıyor hâlâ.

Girişimcilerin yarısı göçmen

Start-up’çıların yüzde 50’si göçmen. Kültürel bir erime potası burası.. Farklılığa tolerans çok daha yüksek. Farklı kültürler uyum ve işbirliği içinde üretip çalışabiliyorlar. Bir nevi yetenek havuzu. Girişimcilerin ürünlerini ticarileştirmelerine yardımcı olacak kuluçka merkezleri son derece profesyonel; aynı şekilde patent hakları, avukatlık hizmetleri de aynı eko sistemin içinde. Risk sermayesi, melek yatırımcılar da... Bugün İsrail, Fransa, Çin, Türkiye ve hemen hemen her ülke benzer bir teknoloji üretim ortamı yaratmaya çalışıyorlar. Geleceği tahmin etmek çağdaş bir silah. Ekonomiden askeriyeye yaşamın her alanında neler olacağını öngörüp teknolojileri, ürünleri, çözüm ve hizmetleri bu doğrultuda planlayabilmek...

İlk yıl Silikon Vadisi’ne gelenlerin yüzde 95’i geri dönmeyi düşünüyorlar. İkinci yıl yüzde 90’ı, üçüncü yıl yüzde 85’i... Eğer bu ilk yılları bir şekilde atlatabilirlerse 4. yıl dönmeyi düşünenlerin oranı yüzde 10’a düşüyor. Berkeley’de konuştuğumuz Siemens yöneticileri “Bir nevi ekosistem yaratıyoruz birlikte” diyor ve ekliyorlar: “Bir sonraki inovasyon dalgası üzerine çalışılıyor burada. İnovasyon dönemleri giderek kısalıyor, onun için bizim gibi büyük firmaların inovasyonun kalbinde olması çok önemli.

Kristal topun karşısındayız

Önümüzdeki devrimin kralı ve itici gücü veri. Yani data. Bu yüzden bir sürü data topluyoruz. Bir kristal topun karşısına geçip gelecek nasıl olacak sorusunu sormaya benziyor bu. Bugünden çok çok farklı olacağı kesin... Kentlerdeki trafik sorunu nasıl daha iyi düzenlenir ve yönetilir? Ya da hastanelerde ameliyatlar nasıl daha başarılı yapılır? Bu ve benzeri soruların yanıtlarını birlikte arıyoruz. Start-up şirketler için de büyük kurumsal şirketlerle ortak çalışmalar yapmak önemli. Onlar için de sıçrama oluyor.

 

 

Çağımızın en büyük rekabet alanı inovasyonun hızında

Enerji, sağlık, ulaşım, akıllı kentler... Dijital görüntülemeden veri analizlerine kadar her alana yansıyan bu dijitalleşme insanları işe almadan, ticari sırlara, patentlere kadar iş yapış biçimlerini de etkiliyor. Anlayacağınız çağımızın en büyük rekabet alanı inovasyon hızında. Şirketlerin Ar-Ge faaliyetlerini müşterileri, tedarikçileri, çalışanları, üniversitelerle işbirliği içerisinde yapması gündeme geliyor açık inovasyonla. Ünlü akademisyen Henry Chesbrough'un geliştirdiği bu inovasyon modeli büyük şirketlerden KOBİ'lere kadar kullanılıyor.

Açık inovasyona en iyi örneklerden biri Google’ın Android işletme sistemi. Bir avuç yazılımcı bir konsorsiyum oluşturdu ve Android’i yarattı. İnovasyon süreçlerini dışarıya açan ilk kurumlar arasında IBM ile Procter & Gamble (P&G) vardı. Berkeley’de konuştuğumuz Siemens Kurumsal Teknolojiler Başkanı Chenyang Xu bunu “Bilginin akışı hızlanıyor, fikirler çarpışıyor, yenileri doğuyor. Bilgi akış hızı, açık inovasyonun neden bir moda akım haline geldiğini açıkça ortaya koyuyor” diye anlattı. Chenyang Xu bu durumu da “Artık rekabet teknolojiler, ürünler ve pazarlar yerine yetenekler üzerinden yapılıyor” diye özetliyor. Ve ekliyor: “50 yıl geriye bakın. Büyük firmalarda çalışanlar tüm kariyerleri boyunca aynı firmada kalırlardı, şimdi her 2-3 yılda bir iş değiştiriyor gençler.”

 

İnovasyon için ekosistem şart

Siemens Risk Sermayesi Yatırım Ortağı Gerd Goette ile Palo Alto’daki ofisinde buluşuyoruz. Palo Alto Silikon Vadisi’nin en önemli noktalarından biri. Bir sürü Venture Capital şirketi ve sermayedarın bulunduğu bölge. Tabii meşhur Starford Üniversitesi’nin de yanıbaşında olduğunu unutmayalım. Goette, “Risk sermayesi bir inovasyonun ticarileşmesi için yaşamsal. Ancak sadece para olarak bakmamak gerek. Büyük bir ekonomik çevre, daha doğrusu ekosistem oluşturuyor” diyor. Hem topluma hem de teknoloji dünyasına baktığımızda inovasyon sürecinin hızlandığını ve giderek karmaşıklaştığını görüyoruz. Siz çok uluslu bir şirketin üst düzey yöneticisi olarak bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? Siemens bu konuda nasıl bir strateji belirledi? Bir teknoloji şirketinde inovasyon işin DNA’sı.. Sadece iç bünyede inovasyon yetmiyor, dışardan da şart. Bu durumda da ortaklıklar ve risk sermayesi önem kazanıyor. Açık inovasyon Siemens’de 20 yıl önce başladı. Kendi stratejik alanlarımızı belirlerken ekosistem içinde ortaklarla da işbirliğimizi arttırmalıyız diye karar verdik. Bu ortaklar her seviyede olabiliyor. Sadece bir tedarikçi ilişkisi de mümkün, çok daha derin stratejik işbirlikleri de... Her iki tarafın da çıkarına olan bir işbirliği bu. Müşteri de bunu biliyor. 20 yıllık süre içinde 180’den fazla şirkete yatırım yaptık. 800 milyon Avro’dan fazla bir rakam bu.

-Nasıl seçiyorsunuz yatırım yapacağınız şirketleri?

Küresel inovasyon stratejimiz asıl belirleyici. Onların yaptıkları ile Siemens’in hedef ve stratejileri ne kadar uyuşuyor? İlk baktığımız bu. Siemens’in faaliyet alanları ağırlıklı olarak dijital fabrika, enerji yönetimi, bina teknolojileri, mobility, sağlık teknolojileri... Eğer risk sermayesi katıyorsanız o girişimciye bir noktada bir kazanç ve getiri beklersiniz. Bizim de biri stratejik, diğeri finansal olmak üzere iki filtremiz var. Bu ikisini üst üste koyar, inceleriz. Bir sinerji ortaya çıkacak mı, makul bir vadede Siemens’e olumlu geri dönüş yapacak mı? Sürdürülebilirliği nedir? Bunlara bakıp karar veririz.

-Yatırdığınız paranın geri dönüşü için beklediğiniz süre nedir?

Yatırımın kendi özelliğine göre değişiyor, ortalama 3-5 yıl diyebiliriz.. Eğer erken safhada yatırıma başlanılmışsa 7 yıl. Ama bazen birkaç ay içinde bile geri dönüşü olan yatırımlar var. Tabii bu onlara parayı ver, bol şans dile ve bekle olayı değil... Onlara mentorluk, koçluk da yapıyoruz; Siemens’in var olduğu, coğrafyalara girmelerinin ve Siemens’in işlevsel birimlerinde çalışmalarının yolunu açıyoruz. Siemens bu girişim firmalarının yüzde 10’unu sonunda satın alıyor, bu firmalar bizim bünyemize katılıyorlar.

 

Şirketimizin değeri 60 milyon dolar

 

Alchemist adlı barda sohbet ettiğim bir diğer girişimci de Fatih Karataş. 2012 yılında 2 kardeşi ile birlikte Saaspass’ı kurdu. Aslında finans ve bankacılık kökenli, bir dönem İsviçre’de fon yönettiğini anlattı “Abim bir teknoloji şirketi kurmak istiyordu. Mantıklı geldi ve girdik birlikte işin içine” diye ekleyerek.

Fatih Karataş, Selahaddin Karataş ve Ömer Karataş tarafından kurulan SAASPASS, Türkiye’den çıkıp Silikon Vadisi’nde kendini geliştiren bir girişim. İnternette bilgisayar korsanlıklarının yüzde 80’inin sabit şifre kullanımından kaynaklandığından yola çıkarak kurulmuş. “7 milyon dolar yatırım yaptık. 3 milyon doları bizden, 4 milyon doları İsviçre bankasında çalıştığım dönemde tanıdığım çevrelerden ve fonlardan” dedi. Bugün şirketin değerinin 50-60 milyon dolara ulaştığını düşündüğünü belirtti ve “biri satın almayı teklif ederse tabii düşünürüm” dedi.

Yazı dizisinin birinci bölümü: Türkiye’nin ‘icat çıkaranları

Yazi dizisinin ikinci bölümü:Master için gitti, Citus Data’yı kurdu

 


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler