Dışarıdan konak içeriden zindan

17 yaşındayken 70’lik bir adamla evlendirilen, yıllarca tecavüze uğrayan, kocasından ve kumalarından şiddet gören R. M. 40 yaşında hayata tutunmaya çalışıyor.

Yayınlanma: 08.03.2017 - 19:54
Abone Ol google-news

Taşıdığı mendil sepetini, oturduğu taş merdivenin yanına koyan satıcı kadın, bir offf çekerek yakıyor sigarasını... Gözleri uykusuzluktan bitap... Gövdesi şuracıkta kendisini salacak gibi yorgun. Peki ya zihnindekiler? Dokunsan ağlayacak... Öyle kendi derdine düşmüş bir hali var ki karşısında oturduğum çay ocağında onu dakikalarca izlediğimin farkında bile değil. Ürkek, yaralı bir kuş adeta... Yaklaşıp “ya bir kanadını da ben kırarsam” korkusu yaşatıyor insana. Öyle çaresiz, öyle masum... Satmak için itinayla sepetine dizdiği mendilden bir tane çıkarıyor. Hayır hayır bu defa satmak için değil. Hıçkıra hıçkıra gözlerinden yağmur gibi boşalan yaşlarını silmek için. Tam garsona parayı uzatıp yola koyulacakken karşımdaki kadının oturduğu yerden fırladığını görüyorum. O an hiç ikiletmeden karar veriyorum peşinden gitmeye... Kimselerin olmadığı dar bir sokağa giriyor. Birkaç adım gittikten sonra taşıdığı ekmek teknesini sıkı sıkı tutarak dizlerinin üzerinde hıçkıra hıçkıra ağlıyor. “Belki de burada olmamalıydım. Hayatla meselesi her neyse, bu dar sokağa yalnız yaşamak için gelmemiş miydi acısını” diyorum içimden. Bu sebeple merakıma yenik düştüğüm için bir an kendimden utanıyorum. Derken onun kendiyle baş başa kalışı, benim de aklımdan geçirdiklerim beni fark etmesiyle son buluyor. Dizleriyle çöktüğü yere ben de çömelerek oturuveriyorum. Bir süreliğine konuşmadan öylece kalıyoruz. Ardından dudaklarımdan süzülen teselli sözcükleri... Aklımda binbir soru ve zihnimdeki merak...

Sorma, sorma...

“Sorma, sorma” diyor haykırarak. Duymuyorum. “Anlatırsan belki yardımcı olabilirim. Ne bileyim işte paylaşırsan belki de hafifler yükün. Ne dersin” diyorum. Önce susuyor. Sonra ikna oluyor ve kelimeler kendiliğinden dökülüyor, adının R.M, yaşının 40 olduğunu öğrendiğim kadın: Az önce bir adam gördüm. Hayatımı kâbusa çeviren kocama o kadar çok beziyordu ki çileli geçmişimi hatırladım. Gerisini biliyorsun işte kendimi tutamayıp feryat figân ağladım.

Hayat bizi salladı

Ben baştan aşağı yaralıyım. Geçmişim, benliğim, bedenim, kadınlığım ve her şeyden önemlisi çocukluğum yara. Açıkçası hayat bizi biraz salladı. Bu topraklarda şanslısı da var şansızı da. Zengini de var fakiri de. Çilesini çeken de sefasını süren de... Senin anlayacağın biz hep beli bükülenlerdeniz” diyerek anlatmaya koyuluyor yürek burkan öyküsünü...

Hadi kalk, hazırlan gidiyorsun

Altı çocuktan üçüncüsü, yani ortanca olarak geliyor dünyaya... Anadolu’da ortanca çocuklar hep yok sayılır. Örneğin ortanca çocuğun bebeklik fotoğraflarına pek rastlanmaz. Doğduğu gün pek hatırlanmaz. Fikir mi? O da ne? Sindirilmiştir bir kere... Konuşmak bir yana, yanağına attığı sillesiyle mahalleyi bile inleten baskıcı ve gaddar bir babanın çocuğuysan vay haline... Çocukluğunda ve genç kızlığında R.M’nin durumu da üç aşağı beş yukarı böyle... Yaşadığı evde yalnızca sinen ve ezilen R.M. mi? Hiç olur mu öyle şey? Biri diktatörlüğünü ilan eder de aile bireyleri bu baskıdan nasibini almaz mı hiç? En büyük abla... Adı Fatma... Şimdi 46 yaşında... Çocukluğu boyunca babasının sillelerine, hakaretlerine maruz kalan en çok da o olmuş. Çünkü büyük işkencelerle ezilen annesine kalkan olmuş her tokatta... İşte bu nedenle büyüdükleri evde en çok ablası Fatma’yla, hem kardeş hem dost olmuş. İkisi birden babasının her akşam aynı saatlerde attığı dayaklara, aynı şekilde güç bela dayanmışlar. Ablası, vücutlarına balyoz gibi inen her yumruk ve her tekme darbesinden sonra, “Korkma. Dayanacağız ve bu azap bitecek. Söz. Yeter ki 18’ine kadar dayan” diyerek teselli ediyormuş, evin ortanca silik çocuğunu, kendisinin de biricik kardeşini... İki kardeş hep o zindandan kurtulacakları günü beklemişler.

1 genç kız 70’lik dedeyle

Ancak kader yine örmüş ağlarını... Nasıl mı? Yaş on yedi... R.M’nin yaşadığı köyde kızlar en geç 12-13’ünde evlenirken o evde kalan kız olarak anılıyor ve nerdeyse lanetleniyor. Annesi ağlıyor kızının yazgısına... Büyük kızı Fatma evlenmedi. R.M.de 17’sinde evde kaldı ne de olsa... Çünkü köyde biri bu yaşa kadar evlenmedi mi ya deliye verilir ya da dedeye... Bir sabah R.M. babası tarafından uyandırılır. “Haydi kalk, hazırlan. Gidiyorsun” diyerek. R.M. uyku sersemliğiyle “Nereye, neden” diye soramadan ürkek bir biçimde almış eşyalarını, düşmüş babasının peşine... Gördüğü manzara daha önce köyde birçok kızın başına gelenlerle aynı elbette... Yaşlı bir kadın... Onun yanında iki kuma... Etraf çoluk çocuk... Duvarda beyaz bir gelinlik, yanında al bir duvak... Gördükleri ve kulak kesildiği konuşmalar... Ancak duvarda gördüğü gelinliğin üzerine zorla giydirilip davullarla karşılandığı köy meydanında anlamıştı, 70’inde bir dedeye gelin gideceğini... Boğazında bir yumruk... Korkular ve zılgıtlar eşliğinde bir düğün... Sapık bir dedeyle geçen kâbus gerdek... Dayak, kötek, yasak...

Bu kader benim mi bu toprakların mı?

“Baştan aşağıya altınla donatılmıştım. Ancak gözümde hiçbir değeri yoktu. Kendi kendime, “Fatma nerdesin? Hani bu kör talihi birlikte yenecektik” diyen R.M, o günü tekrardan yaşarmışcasına anlatıyor: “Yıllar açlık, sefalet, korku ve şiddet içinde hızla akıp geçti. 40’ıma geldim. Ancak yaşadığım kâbus hiç gözümün önünden gitmedi. Hem baba evi... Hem kuma gittiğim cehennem... Zorla evlendirildiğim ilk günün sabahını hiç unutamam. O da ne, 70’indeki sapık bir dede kocam olmuş. Hem de en az babam kadar kötü ve zalim. Bu kader benim mi yoksa bu toprakların mı, diye sorar oldum.”

-O sabahı anlatır mısın?

Hayatımın en kötü sabahıydı. Hava aydınlıktı. Güneşse parıl parıl parlıyordu. Ama gel gör ki bana kara bir zindan. Gerçi benimki de laf. Sadece o sabah mı? Bana her sabah zindandı. Uyandığımda 70’lik kocam hep dövüp hem tecavüz ediyordu. Ben çığlık çığlığa... Belinden çıkardığı kayışla, “Dün gece koynuma girmedin ha.... (Şaaakkkk..... Şakkkk) al sana.... Al.... Al sana...”

Gençliğimi bitirdiler

-İyi de o zamanlarda sen 17, o 70. Gücün yetmedi mi kendini korumaya? Ya da onu itip kaçmaya?

Öyle bir şey yapsaydım oğulları, kardeşleri ya da benim ailemin erkekleri linç ederdi beni. Çaresiz dayandım. O da yetmedi dışarıdaki en yaşlı kuma hariç, iki kumam ağzımdan kan gelene kadar dövdüler beni. Tüm evi baştan aşağı temizlettiler. 5 yetişkin ve 20 çocuğun tüm giysilerini dayaklarla yıkattılar. İşkence eviydi. Benim gençliğimi bitirdiler. İkisi de öldü ama ne babamı affederim ne de kocam olacak o zalimi. Eski günlerin endişe ve acısını yaşattığı bakışlarıyla uzaklara dalıyor. Gözlerinde, tazecik bir fidanken hayatını zindana çeviren, sonra da 88 yaşında ölen zalim kocasının hayali... Dördüncü kuma olarak zorla götürüldüğü ve hiç çocuğu olmadığı için eziyetlerin en büyüğünü gördüğü o zindan konak... 3 kuma... Büyük bir mücadelenin ardından 40’lı yaşlarda abla Fatma ve R.M. hayalini kurdukları mutlu hayatı, eninde sonunda yakalamışlar. Elbette babasının eziyetlerine dayanan biricik anneleriyle birlikte... Üçü birlikte geçmişlerini geride bırakıp yeni bir şehirde yaşıyorlar. Hem de hayata sıfırdan başlayarak. Abla Fatma, varlıklı evlere gündeliğe gidiyor. R.M. mendil satıyor... Anne evde kızlarının dönüşünü masaya koyduğu sıcacık yemeklerle bekliyor. Zorbalığa karşı kapılarını sıkı sıkı kilitleyerek...

Yazı dizisinin birinci bölümü: 9’unda çocukluğa veda: Önlük yerine gelinlik giydim

Yazı dizisinin ikinci bölümü: 11 yaşında zorla evlendirildi... Susmasın kadın Ünzile

 


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler