Yoksulluk nafakasında direnilmeli!

Prof. Acar, “Türkiye’de nitelikli çocuk bakım ve kreş hizmetlerinin olmadığını unutup, kadın erkek eşitliği gerçek anlamda sağlanmadan, ailede ev işlerinin tek sorumlusunun kadınlar olduğunu doğal karşılayıp, sadece nafaka konusunu hedef almak kadınlara karşı ciddi bir haksızlık ve ayrımcılıktır" diyor.

Yayınlanma: 08.07.2019 - 16:42
Abone Ol google-news

Prof. Dr. Feride Acar, yıllardır kadın hakları, cinsiyet eşitliği mücadelesi veriyor. ABD’de doktora eğitimi aldı. Sosyoloji okuduğu ODTÜ Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü’nde 1976’da öğretim üyesi olarak göreve başladı. 1994’de profesör oldu. Türkiye’deki ilk örneklerden biri olan ODTÜ Kadın Çalışmaları Anabilim Dalı ve Yüksek Lisans Programı’nın kurucularından. O programda on yıl kurucu başkan olarak çalıştı, ODTÜ Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Başkanlığı da yaptı. Dünya Bankası, BM Kalkınma Programı, OSCE gibi kurumlar için uluslarası uzman olarak görev yaptı, ülkemizi pek çok toplantıda temsil etti. BM Kadına Karşı Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi’nin denetim organı olan CEDAW Komitesi’nde 16 yıl üye, raportör, başkan yardımcılığı ve başkan olarak görev yaptı. 2018’de Apolitical kuruluşunun dünyada toplumsal cinsiyet eşitliği için mücadele eden en etkili 100 kişiden oluşan listesinde Türkiye’den tek isim olarak yer aldı.

Acar, "Yok efendim bir kadın biriyle iki ay evli kalacak sonra ömrünün sonuna kadar nafaka mı alacak diyenler var. Böyle vakaların çok olduğunu zannetmiyorum. Böyle olması için de bir neden yok. İlla ömür boyu verilecek demiyor kanun" diyor.

GREVIO başkanıydı...

İstanbul Sözleşmesi’ni yazan isimlerden. Sözleşme sürecinde müzakereleri Türkiye adına yürüttü. İstanbul Sözleşmesi, kadınlara yönelik şiddetin toplumsal cinsiyet eşitsizliğiyle doğrudan ilişkili olduğunu ilk kez açıkça söyleyen sözleşme oldu. Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddete Karşı Eylem Uzmanlar Grubu (GREVIO), Avrupa Konseyi’nin İstanbul Sözleşmesi’nin uygulamasını izleme amacıyla oluşturduğu organ. Acar, kurulduğundan bu yana GREVIO Başkanı olarak görev yapıyordu. Türkiye, Haziran 2019’da başlayan yeni dönem için Acar’ı aday göstermedi ve Acar’ın başkanlığı geçen ay bitti. Ayrılırken kendisine Avrupa Konseyi tarafından ‘Pro Merito Medal’ yani liyakat madalyası verildi. Acar ile GREVIO adayı gösterilmemesi üzerine Ankara’da bir araya gelmiştik. İstanbul ziyaretinde yeniden buluştuk. Türkiye’yi, kadınları, kadınların yoksulluk nafakasına yönelik tehditleri ve Ankara’yı konuştuk.

- GREVIO başkanlığından ödülle uğurlandınız...

Evet, Avrupa Konseyi 23 Mayıs’ta Strazburg’da düzenlenen törenle bana liyakat madalyası verdi. Avrupa Konseyi'nin temsil ettiği, demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan haklarının korunması gibi temel değerler için çalışan insanlara verilen bir madalya. İstanbul Sözleşmesi’nin hazırlanmasına katkılarım ve denetlenmesi sürecinde yani GREVİO komitesindeki çalışmalarım nedeniyle verildi. Gurur duydum, mutlu oldum. Benim artık GREVIO’da devam etmeyeceğimin bilindiği bir noktada verilmiş olması da bütün çabalarımın uluslararası toplum tarafından takdir edildiğini gösteriyordu. O bakımdan da ayrıca memnun oldum. Beni gerçekten onurlandıran konuşmalar yapıldı. Ödül, Avrupa Konseyi Demokrasi Genel Direktörü Snezana Samardzic-Markovic tarafından Strazburg’da düzenlenen törende verildi. O da çok güzel bir konuşma yaptı. Ben de bir teşekkür konuşması yaptım.

Duygulandınız mı?

Duygulandım elbette. Bu tören GREVIO başkanı olarak yönettiğim son toplantının bitiminde gerçekleşti. O törenden bir gün sonra Strazburg’da düzenlenmesine benim de öncü olduğum ve dünyanın farklı bölgelerindeki GREVIO benzeri kadın hakları ve kadınlara yönelik şiddetle mücadele sözleşmelerinin denetim organlarının temsilcilerinin de katıldığı bir büyük Uluslararası Konferans vardı. Afrika’dan, Latin Amerika’dan, Asya’dan, Avrupa’dan temsilciler katıldı. Benim için yapılan madalya törenine onlar da geldiler. Hepsi, yıllar içinde birlikte çalıştığım, işbirliği yaptığımız kişiler ve kurumların, uluslararası sivil toplum örgütlerinin mensupları. Törenin böyle bir ortamda ve böylesine geniş katılımla yapılmış olması beni ayrıca mutlu etti.

Son GREVIO toplantınız nasıldı?

İlk dönem GREVIO’nun son toplantısı idi. Gündemdeki Fransa ve Finlandiya raporları konuşuldu. O noktada GREVIO’nun yeni dönem üyeleri belli olmuştu. Yeni dönem için Türkiye ve Avusturya dışındaki bütün devletler mevcut GREVIO üyelerini yeniden aday göstermişlerdi ve onların hepsi seçildi. Bu durum GREVIO açısından çok iyi oldu ve beni gerçekten mutlu etti, zira GREVO’nun ilk dört senesini tamamladığımız noktada yapılan seçimde kendi devletlerince aday gösterilen bütün eski üyelerin tekrar seçilmesi bu kurula ve yaptığı işe verilmiş bir onaydı. GREVIO’nun ilk dönemdeki çalışmalarının uluslararası toplumca takdir edildiğini zaten değişik vesilelerle biliyorduk. Devlet temsilcileriyle son bir yıl içinde yaptığım bütün görüşmelerde hep şunu söylemiştim; GREVIO’nun devamlılığının sağlanması önemli çünkü bu kurumsallaşmasını sürdüren bir organ. İlk dört yılda yapılanları hiç bilmeyen, kurumsal hafızanın bir parçası olmayan yeni bir ekip oluşsaydı, bu İstanbul Sözleşmesi’nin uygulanması açısından dezavantaj olurdu.

Gözünüz arkada kalmayacak...

Aynen. Hem GREVIO toplantısında, hem ödül töreninde herkes onu söyledi zaten. Ben de çok mutluyum.

SORUN TOPLUMSAL CİNSİYET EŞİTSİZLİĞİ

Nafaka tartışmasına geçelim mi? Neden kopuyor bu fırtına? İmza kampanyasına ilk katılan isimlerden birisiniz siz de...

Ben işin teknik, hukuki tartışmaları kısmına girmeyeceğim. Toplum olarak bizim esas önemsememiz gereken, hep dönüp dönüp söyledim, temel zihniyet. İstanbul Sözleşmesi'ni anlatırken de değindiğim gibi, kadın hakları, kadınlara yönelik şiddet gibi konular hep bir bütünlük içinde yaklaşılması gereken konular. Örneğin, kadın erkek eşitsizliği ve kadına yönelik şiddet konusuna bakıp, sadece aile içi şiddeti durduracağım demekle, bir tek ona yönelik tedbirler almakla fazla bir yol alınamadığını biliyoruz. Çünkü aile içi şiddet de bu bütünün parçası. Yani toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin bir parçası, sonucu. Nafaka meselesi de aynı bütünün bir başka parçası. Bizim memleketimizde toplumsal cinsiyet eşitsizliğiyle topyekün mücadele edilmedikçe, bu konuda etkin politikalar kabul edilip, uygulamaya konulmadıkça bu tür tekil tartışmalarla ciddi mesafe almak mümkün değil.

Yoksulluk nafakası niçin bu kadar önemli?

Türkiye’de kadın nüfusun çok büyük bir kısmı kendi seçimleriyle de değil, çevrenin etkisiyle, ev kadını olmaya, aileye ve çocuklara bakmakla yükümlü kişi olmaya yönlendiriliyor. Hatta bunu devlet politikaları da destekliyor. Malum, evlilik nedeniyle işinden ayrılan kadınların kıdem tazminatı ödeniyor. Evlendikten sonra ev içi sorumlulukları yüklenen kadınların işgücüne katılımı son derece düşük. Son zamanlarda burada bir yükselme olduğu iddia ediliyor ve bir miktar da vardır, ama bu konudaki istatistiklerin de ne kadar gerçek resmi yansıttığı şüphe götürür. GREVIO raporunda da buna değinildi. Biliyorsunuz, evde hasta bakan, çocuk bakan kadınlara geçim yardımı gibi politikalarımız var. Bunlar bir anlamda iyi şeyler, ama bu konumdaki kadınların istihdama katılmış olarak sınıflandırılması rakamları gerçekçi olmayan bir şekilde yukarı çekiyor. Yüzde 30’larda görünen kadın istihdamı aslında daha düşük.

FATURAYI ZOR ŞARTLARDAKİ KADINLARA KESMEK HAKSIZLIK

Çalışamayan kadınlar ne yapacak, asıl mesele bu değil mi zaten?

Hal böyle olunca, çalışmayan, bağımsız geçim yolu olmayan evli kadınlar, boşanma durumunda son derece zor şartlara mahkum oluyor. Kadın erkek arasındaki eğitim eşitsizliği de ortadan kalkmış değil. Bazı tekil örnekler farklı olabilir, ama bir süre evli kalmış,bundan dolayı evi dışında iş imkanı olmamış, çalışamamış ya da işini bırakmış pek çok kadın yetiştirilişi dolayısı ile boşandıktan sonra istese de çalışacak donanıma sahip değil. Yürümeyen bir evliliği, çok defa da şiddet gördüğü bir ilişkiyi bitirdiğinde bu kadınların, eğer kişisel bir geliri veya aileden kalan malı mülkü yoksa, yoksulluğa düşmesi çok olası. Bu nedenledir ki kanundaki söz konusu nafakanın adı da yoksulluk nafakası. Çok defa unutulan – ya da unutulmak istenen – önemli nokta da şu. Tartışma konusu olan, evlilik dağıldığında yoksul olacak olan eşe verilecek nafaka. Bu eşin çok defa kadın olması ise toplumsal bir gerçeklik ve toplumun sorumluluk alması gereken bir konu. Buna karşı çıkmak bana hiç de adil gelmiyor. İmzamı bunun için koydum.

- Şimdi yoksul kadınlardan kimse söz etmiyor, yüksek rakamla nafaka alan ünlüler örnek olarak gösteriliyor...

Bu maalesef çok istismar edilen bir konu. Yok efendim bir kadın biriyle iki ay evli kalacak sonra ömrünün sonuna kadar nafaka mı alacak diyenler var. Böyle vakaların çok olduğunu zannetmiyorum. Böyle olması için de bir neden yok. İlla ömür boyu verilecek demiyor kanun, mahkemenin, hakimin büyük ölçüde takdirine bırakıyor. Burada önemli olan hakimlerin yaklaşımı ve zihniyeti. Bunun hem Türkiye şartlarına uygun gerçekçi bir yaklaşım olması, hem de uluslararası normlara, sözleşmelerdeki yükümlülüklere ters düşmemesi gerekir. Nafaka konusu tek başına çözüm olacak bir konu degil. Kadınları güçlendirmeye yönelik bir dizi, tutarlı başka devlet politikalarının parçası olması lazım. Bütüncül politikalar olmadığı zaman sadece nafaka üzerinden koparılan kıyamet, yapılan tartışma bizi bir yere götürmez. Mevcut durumun faturasını zaten zor şartlarda olan kadınlara çıkarmak hakikatten çok talihsiz, son derece haksız bir şey olur.

YUMURTA MI TAVUKTAN TAVUK MU YUMURTADAN?

 

- Zihniyet sorunu var dediniz ya bunu aşmamız için bir reçete var mı?

Uzun vadeli bir şey. Reçete aslında uluslarası sözleşmelerde yazılı. BM Kadınlara Karşı Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi hangi alanda ne yapılması gerektiğini tek tek söylüyor. CEDAW Komitesi, devlete verdiği tavsiyelerde istihdam, siyaset, aile ilişkileri ve diğer alanlarda ne yapılması gerektiği açıkca belirtmiş. İstanbul Sözleşmesi ise çok daha ayrıntılı bir şekilde, adeta bir reçete olarak söylüyor, tek tek, ne kadar zaman içinde, nelerin yapılması gerektiğini. Bu bütüncül ve tutarlı önerileri uygulamaktan kaçındığınız zaman bir şeylerin değişmesini, toplumda hakim olan ataerkil zihniyetin kendiliğinden değişmesini beklemek sizce gerçekçi mi? Devlet bu noktada tutarlı bir irade sergilemekten, önerilen düzenlemeleri bütünüyle yerine getirmekten niye kaçınıyor? Bu biraz yumurta mı tavuktan, tavuk mu yumurtadan ikilemine giriyor. Zira devletin uluslararası sözleşmelerden kaynaklanan yükümlülüklerini hakkıyla uygulamadan kaçınması çok defa, o hakim cinsiyetci zihniyete yakın olmasından ya da o zihniyetin savunucularının siyasal tepkisini göze alamamasından kaynaklanıyor. Önemli olan bunu aşabilmek. Nitekim bunu aşabilen toplumlar kadınların insan hakları alanında mesafe katediyor. Bizim de böyle bir sıçrama yapmamız gerekiyor.

- Yapar mıyız?

Bu iktidarın, muhaletin ve toplumun talebine, iradesine bağlı. Ama biz bu sıçramayı Cumhuriyet devrimleri ile geçmişte yapabilmiş bir ülkeyiz. Bu alanda büyük bir özveri, cesaret ve enerjiyle çalışan insanlarımız ve kadın derneklerimiz var.

"Yargıya güvenin sarsıldığını, ciddi bir reform ihtiyacı olduğunu herkes söylüyor. Ama yapılacak reformun, günü kurtarmaya yönelmeyen, uluslararası standartlara, hukukun üstünlüğü prensiplerine uygun bir reform olması önemli."

BEN HER ZAMAN UMUTLUYUM

 

Umut var mı?

Ben her zaman umutluyum. Umutsuz olsam 40 senedir bu işlerin içinde olmazdım. Türkiye’deki, dünyadaki tablonun da istediğimiz hızda olmasa da iyiye gittiğini görüyorum. Gerici, kadınların insan haklarına açıktan karşı çıkan akımlar birçok ülkede var. Bunlar bu konuda duyarlı olan insanların moralini bozuyor; zaman zaman benim de moralimi bozuyor. Ama genel olarak tarihe ve medeniyetin gelişme çizgisine baktığımda demokrasi, özgürlük, insan hakları, adalet gibi kavramları savunan değerlerin hep daha uzun yaşam çizgisi olduğunu görüyorum. Arada bir takım saldırılar, kısmi geri gidişler oluyor; ama büyük tabloya, uzun soluklu gelişmelere bakınca hep ileriye doğru adımlar atıldığını düşünüyorum. Türkiye’de de böyle olacağını düşünüyorum, ama zaman kaybediyoruz. Kadınlarımızın yaşadığı ağır sorunlar devam ediyor.

- Zaman önemli...

Evet çok önemli. Kadınların insan hakları ve eşitsizliğin giderilmesi için 100 sene daha bekleyelim diyemeyiz. Toplumsal cinsiyet eşitsizliği, sadece kadınların sorunu da değil; bu eşitsizlik toplumun ekonomik ve siyasi gelişmesine çok olumsuz etki yapıyor. Yani, konu sadece değerler meselesi değil; ciddi pratik sonuçları da olan bir olgu. İşte tam da bu nedenle, bütün dünyada toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması BM Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri içinde başlı başına bir hedef olarak yer alıyor. “Dünyanın istediği yere gitmesi için bütün toplumlar toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamalı. Ne yapacaksınız bu hedefe yönelik politikalar ortaya koyun” diyorlar. Yani konu bu niteliği ile de Türkiye’nin kalkınması için aciliyet arz eden bir sorun haline gelmiş durumda. Çok daha fazla zaman kaybetmeden kadın erkek eşitliğini gerçekleştirecek tutarlı politikaların koyulması ve uygulanması lazım.

 

HAKİM VE SAVCILARA SÖZLEŞME EĞİTİMİ LAZIM

- Türkiye’de son yıllarda AİHM kararlarının uygulanmadığını gördük. Nafaka gibi konularda yukarıda söz ettiğimiz sözleşmelere aykırı mahkeme kararları çıkmaya başladı son günlerde. Ne söylersiniz yargının bu tavrıyla ilgili?

Ülkemizdeki hukuksuzluk ve yargı bunalımı sokaktaki insanların konuştuğu bir gerçeklik haline geldi maalesef son yıllarda. Hükümet de bunu söylüyor. Yargıya güvenin sarsıldığını, ciddi bir reform ihtiyacı olduğunu herkes söylüyor. Ama yapılacak reformun, günü kurtarmaya yönelmeyen, uluslararası standartlara, hukukun üstünlüğü prensiplerine uygun bir reform olması önemli. Konuya toplumsal cinsiyet ve kadın hakları açısından bakacak olursak ben şöyle bir noktayı önemsiyorum. Toplumsal cinsiyet eşitliği, kadınların insan hakları konularında bizim yargı camiamızın, özellikle hakim ve savcılarımızın uluslararası normları daha iyi bilmeleri ve de bunları içlerine sindirmeleri için ciddi bir çalışmaya ihtiyaç var. Burada kritik eksikler olduğu açık ve bütün uluslararası denetim raporlarında bu hususa işaret ediliyor. Örneğin, taraf olduğumuz İstanbul Sözleşmesi var; Türkiye taraf ama hakimler Sözleşmeye hiç de uygun olmayan bir karar verebiliyor. Çok daha ciddi eğitim sürecine ihtiyaç var, hukuk fakültelerinden başlayarak. Ama şimdiki hukuk öğrencileri mezun olsun diye bekleme lüksümüz yok. Mevcut hakim-savcı camiasının yaygın bir programla eğitilmesi, uluslararası standartlara ve yükümlülüklerimize vakıf olmaları sağlanmalı. Uluslararası normlara uygun olmayan yargı kararları, hem vatandaşların hak ettikleri adaleti bulamama duygularını artırıyor, hem de dünyanın size bakışını da etkiliyor.

- Bu en hafif tabirle kötü bir durum...

Bu hiç bir devletin, toplumun isteyeceği bir şey değil. Bütün devletler – otoriter de olsalar – temelde vatandaşlarının memnuniyetini ve güvenini kazanmak zorundadır. Ekonomik anlamda memnuniyet de olmalı, tabii ama adalet mekanizması üzerinden toplumun güvenini garanti eden bir sistem mutlaka sağlanmalı. İstanbul seçimlerinin sonucu ülkeye güveni biraz sağladı değil mi? Toplumdaki adalet duygusunun, adalet arayışının büyük etkisi olduğunu düşünüyorum. Evrensel değerlerle hareket eden geniş kitleler olması demokrasimizin geleceği için iyi bir gösterge.

 

 "Anayasamız, kurumlarımızın yapıları itibariyle demokrasi var ülkemizde ama tıkandığı yer yine zihniyet meselesi. Demokratik zihniyetin ne kadar yerleştiği konusunda şahsen şüphelerim oluyor..."

ANKARA YUVAM

- Şimdi sürekli Ankara’da mı olacaksınız?

CEDAW ve GREVIO görevlerim sırasında da hep evim Ankara’da idi. Bundan sonra da değişmeyecek. ODTÜ’den emekli öğretim üyesiyim, ama halen doktora öğrencim var. İstersem, ihtiyaç olursa, ders de verebilirim. İleride uluslararası ortamdaki deneyimlerimi, anılarımı kaleme alabilirim. Yurt içi ve dışından konferans, konuşma davetleri alıyorum; yaz ayları sonrasında onlarla da ilgileneceğim.

- Ankara’nın en sevilen yanı İstanbul'a dönüşüdür derler...

 İstanbul’u severim, ama o söze de kızarım. Ankara yuvam. Büyüdüğüm yer. Ankara rahat bir şehirdir. Kent büyüdükçe karmaşıklaştı, eskisi gibi memur şehri değil. Gelişti, büyüdü, ama mimari açıdan dönüşümünden hiç memnun değilim.

- En çok neresini seviyorsunuz Ankara'nın?

Gaziosmanpaşa, Çankaya semtlerini ve tabii ODTÜ kampusunu. Oralarda geçti çocukluğum, gençliğim, çalışma yaşamım. Bursa doğumluyum aslında. İki yaşından beri Ankara’dayım. Ankaralıyım. Ankara’nın çok farklı dönemlerini yaşadım, yaşım itibariyle. Ankaralı bir aile yapısı içinde büyüdüm. Babam politikacıydı. Ankara demek siyaset demekti o dönemlerde. Benim hayattaki çizgimi de belirledi. Siyasete girmeyi hiç düşünmedim ama siyaset sosyoloğu oldum. İnsanın yetiştiği şartlar önemli. Eğitimli bir annem vardı. Kadın erkek eşitliğinin olduğu bir ailede büyüdüm. Eşimle de çok eşitlikçi ilişkim oldu.

İNSAN HAKLARI: Türkiye’nin son 40-50 yıllık geçmişinde çok kötü yerlerde olduğu dönemler geçirdik. Sonraları sicilimizin daha temiz olduğu “işkencenin ortadan kalktığını” savunduğumuz dönemler yaşadık. Ama son zamanlarda yine insan hakları ihlalleri ile gündeme geliyoruz. Türkiye’nin bu insan hakları ihlalleri suçlamalarından bir an önce kurtulması lazım.

DEMOKRASİ: Anayasamız, kurumlarımızın yapıları itibariyle demokrasi var ülkemizde ama tıkandığı yer yine zihniyet meselesi. Demokratik zihniyetin ne kadar yerleştiği konusunda şahsen şüphelerim oluyor. Türkiye bazı şeyleri çok kolay unutma, kılıfına uydurma, demokrasiyi bir ‘çoğunluk-azınlık’ oyunu olarak anlamaya yatkın bir ülke. Halbuki demokrasi sadece çoğunluğun yönetimi demek değil. Türkiye'de seçim sonuçlarına baktığımızda sayısal olarak iktidar ve muhalefet arasında çok büyük çoğunluk-azınlık farkı yok. Ancak bir kişinin bile haklarının ihlal edilmesi, bir vakada bile hukukun üstünlüğünün sağlanamaması demokrasiyi yaralayan şeyler. Bizim demokrasideki sıkıntılarımız bu yaklaşımdan kaynaklanıyor.

TOPLUM: Gençlere her zaman umutla baktım. Gençliğe olumsuz değil olumlu beklentilerle bakmamız lazım. Türkiye’de gerçekten çok olumlu şeyler beklememizi gerektirecek nitelikli, kişilikli gençlik kesimleri olduğunu da düşünüyorum. Ne gençlik, ne olgun yaş nüfusu Türkiye’de homojen değil. Her türlü dünya görüşüne sahip insan var. Gençlerimizle ileride her şeyin daha iyi olacağını düşünen insanlardanım.

NAFAKAYA DAİR SON SÖZ: Türkiye’de nitelikli çocuk bakım ve kreş hizmetlerinin olmadığını unutup, kadın erkek eşitliğinin gerçek anlamda sağlanmadan, ailede ev işlerinin tek sorumlusunun kadınlar olduğunu doğal karşılayıp, sadece nafaka konusunu hedef almak kadınlara karşı ciddi bir haksızlık ve ayrımcılıktır. Ben onun için nafaka konusunda direnilmesi gerektiğini, Türkiye’de devletin de genel kamuoyunun da bu konuya ayrımcılıkla mücadele çerçevesinde ve eşitsizliği bir nebze hafifletecek bir düzenleme olarak bakması gerektiğini düşünüyorum.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler