Toplumsal Uyanış

22 Haziran 2018 Cuma

Seçim kampanyalarını izlerken geçip gitmiş yılları düşünmenin yararı var. 60’lı yıllara kadar sosyalizmden söz etmek yasaktı, ünlü 141- 142. maddeler “sos” diyene çullanıyor, “ne dedim ki ben” demeye kalmadan kendinizi Sansaryan’da ya da Ankara’nın ünlü Hilton’unda buluyordunuz. Sonra kökleri eski zamanlarda olan cesur yürekler ortaya çıktılar. Özellikle üniversitelerde yanan ateşi, hatırlayan var mı bilmiyorum, 1961 Saraçhane mitingi ile işçiler büyüttü. Aynı yıl Türkiye İşçi Partisi’nin, DİSK’in kuruluşu ile hava da, söylem de değişti.

***

Amacım nostaljik takılmak değil, bugün siyaset alanında sağdan soldan söz söyleyenlerin o yılların söylemini yinelemelerinin anlamı üzerine düşünmek. Sosyalist mücadeleden geriye hiçbir şey kalmadığını söyleyenlere toplumsal hafızanın, belleğin o kadar da unutkan olmadığını hatırlatmak istiyorum. Uzun, zor, insan yaşamını hiçe sayan saldırılara karşın kazanılmış bir bellektir. Onun çekirdeğinde hep işçi sınıfının dünya görüşü vardı, itici güç hep o olmuştur.

***

Son yılların çok okunan sosyologlarından Zygmunt Bauman, Kuşatılmış Toplum (Ayrıntı Yayınları) kitabında toplumun yeniden canlanmasını, topluluk içinde olmanın yeniden anlam kazanmasını tartışırken, “uçaktaki yolcular” metaforunu kullanıyor. Özeti, “Ara sıra başka insanlarca yapılan veya onların başına gelen şeylerin bir şekilde bizim yaşamlarımıza ve istediğimiz gibi yaşama şansımıza etki ettiğini duyduğumuzdan dolayı, hepimizin aynı kocaman uçakta seyahat ediyor olduğumuzu tahmin edebiliyoruz. Bilmediğimiz şey pilot kabininde kimin oturduğudur.” sf.75

***

Uçak metaforunun başka bağlamlarda olumsuz anlamda çaresizlik aşılamak için kullanıldığını hatırlıyorum. Bauman öyle yapmıyor: “Görünüşte yitip giden şey... üyelerden her birinin yaptığı ya da yapmaktan çekindiği şeylerin bir bütün olarak topluma ve tüm üyelerine etki ettiği inancı; ‘biz bunu yapabiliriz’, beraber yapılabileceğini düşündüğümüz şeyleri ortak bir şekilde yapabilir, tamamlayabilir ve sonuçlarını izleyebiliriz güveni ve tek gerçek farkı bunu yapıp yapmamanın yarattığı kanaatidir.” sf.75
Sonra soruyor Bauman; “Özgüvene sahip canlı bir agoraya dönüş mümkün mü?” sf.77

***

Geçen yıl öldü Bauman, yaşasaydı, bizim seçimleri izleseydi belki de “mümkünmüş” diyecekti. Çok da umutsuz olmadığını gösteren tanıklarından birisi Hitler’e boyun eğmiş bir “filozofla” duygusal ilişkisi nedeniyle kendisine biraz haksızlık edilmiş Hannah Arendt’tir. Arendt, “Teoriler ve kavramlardan ziyade belirsiz, titreşen ve çoğunlukla cılız bir ışık içinde, bazı erkek ve kadınların yaşamları ve eserleriyle, koşullar ve onlara yeryüzünde verilen zaman aralığı ne olursa olsun bir ateşin fitilini ateşleyebileceklerini” en karanlık zamanlarda bile bekleme hakkına sahip olduğumuz kanısındadır. sf.78

***

Biz ise beklemiyor, toplumun belleğinde yer etmiş sosyalist mücadelenin 1960’lı yılların havasının nasıl etkili olduğunu izliyor, onu kat kat aşan bir bilincin yığınları sarabileceğinin işaretlerini görüyoruz. Türkiye tarihinde, baskı, zorbalık hiç eksik olmadı, ama bugünkü kadar sinsi, zorba olanını, 12 Eylül’ün çok can alan faşizmi dahil, görmedi. Ama baskı, zorbalık ne kadar yoğunsa karşılığı da o kadar yoğun, o kadar inatçı.

***

Seçim kampanyalarındaki canlılığı küçümsemeyiniz. Toplumsal bir uyanışın işaretidir, üstelik bir üst düzeyde, diyalektik spiralin niteliksel fark vaat eden yükselişine denk düşmektedir. Seçimlerden sonra da sürecektir.
Bu uyanışın geçici olduğunu, söneceğini düşünenler yanılıyorlar...  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Sondan Bir Önceki 7 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları