Feyzi Açıkalın

Oy sonrası deniz kaplumbağamla sohbet

24 Haziran 2018 Pazar

Oyumu erkenden kullandıktan sonra kendimi denize attım. Plaj hazırlanmış, konuklarını bekliyordu. Gittikçe büyüyüp sarkan yan hava yastıklarıma(!) su serperek serinliğe alıştım ve yürüyerek açılmaya başladım.

Yüzmek için suya atladığımda beynimden gelen “cozss” sesi beni kendime getirdi. Günlerdir nasıl bir yükleme yapılmışsa, deniz suyu soğutması devreleri yanmaktan kurtarmıştı.

Suyun kaldırma gücüyle kendimi hafiflemiş hissettim. Sırt üstü, öylesine yatıp gözlerimi yumdum. Güneşe doğru bakarken, göz kapaklarımı çok sıkarsam dünyam kırmızılaşıyor, gevşetirsem de sararıyordu. Ama her halde de, insanı başka dünyalara götüren çınlamalar sürüyordu…

Suya daldığımda çok uzaklardan gelen rölantideki Pancar motoru sesini duyuyordum. Başımı çıkardığımda ise sabah mahmurluğunu henüz atamamış şehrin belli belirsiz uğultusu baskındı.

Denizin sakinleştirici etkisi hemen kendini göstermiş ama beni bu kez başka bir faza geçirmişti. Açıldığım için şehri daha panoramik görüyor ve değerlendirme yapabiliyordum.

Tarihi yarımadanın Antik dönem sakinleri ve ardılları da denize girerler miydi? Onlar da benim gibi, bulundukları coğrafyayı, uzayıp giden kumsalı seyredip hayaller kurar mıydı? Oy kullandıktan sonra denize girerler miydi?! Birden aklıma geldi; onların başında belki de tiran olabilecek hükümdarları vardı, günümüzle nasıl benzetme yapılabilirdi ki!

Saçma sapan düşünürken o çıkageldi. Beş metre uzağımdan ince uzun kafasını çıkarıp, pörtlek gözleriyle bana bakarak, “N’aptın?” dedi. Seçimdeki oy tercihimi soruyordu. Seçim öncesi hiçbir çalışmaya katılmayıp yalnızca, “Eee, n’olacak sence?” diyen insanoğlunun hayvan versiyonuydu!

Hayvan deyip geçmeyin, o benim arkadaşım; bir deniz kaplumbağası. Herkes cahilce gördüğü her kaplumbağaya Caretta Caretta derken, daha yavru iken o bana cinsinin Yeşil Kaplumbağa (Chelonia Mydas) olduğunu öğretmişti.

Sorusunu ağzına tıkıp, ben atladım; “Senden ne var ne yok?”. Çok üzgündü. Yapılan barajın dibinden gelen soğuk su, denizin rejimini ve akıntıları değiştirmişti. Şehir merkezindeki, kişiliksiz tur tekneleri için yapılan mendirek de keza öyleydi.

Daha da vahimi yüzyıllardır yumurtladıkları sahil insanoğlu insanın işgali altındaydı. Soyunu devam ettirebilecekleri alanları tükeniyordu. Balık ağlarına takılıp su yüzeyine çıkamadıkları için bu yıl çok sayıda kardeşini kaybetmişti.

Neyse” diye kaderine, daha doğrusu doğanın döngüsüne razı olmuş görünerek, “Asıl siz ne yapacaksınız?” diye sordu. “Hadi biz başka bir tür canlıyız ve sizin mahvettiğiniz bir yaşam alanında tutunmaya çalışıyoruz. Siz, kendinize dünyayı zindan edenlerle mücadele etmeyecek misiniz?”

Allah’ın tosbağası haddini aşmaya başlamıştı. Hayvanlığına bakmadan yönelttiği sorularla ezber bozup kafa karıştırıyordu.

Tamam, bu muhteşem coğrafyayı hak etmeyen insanlar olduğumuz doğruydu. Ama büyüklerimiz sağ olsun, bize, harcama yapmıyor olsalar da çok sayıda turist getiriyordu. Hem, yollar hanlar hamamlar yapılmıştı. Tarım bitmişti, doğru ama çalışmadan, üretmeden cebimize konan üç kuruştan çok mutluyduk. Sana ne oluyordu?

Festivaller, spor karşılaşmaları, kermesler bilmem ne aktivitelerle gazımız alınıyordu. Daha ne isterdik ki?

Böyle söylememiştim tabii ki, sevgili dostuma. Zaten biz hiç konuşmamış, yalnızca bakışarak anlaşmıştık. İşmarlaşmıştık anlayacağınız… Koskoca gözünün birisini kırparak beynimden geçenleri anladığını gösterdi. Ben, daha ona karşılık olarak göz kırpıp, “Bu iş olacak merak etme” diyene kadar suya dalıp uzaklaştı…



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları