‘Söyledim ve...’

29 Haziran 2018 Cuma

Seçimler yapıldı, Cumhurbaşkanı seçildi, yeni Meclis oluştu. Türkiye artık parlamenter rejimle yönetilmiyor. Kendine özgü, örneği olmayan bir rejim geçerli artık. Önümüzdeki dönemde yürütmeye, yasamaya ilişkin işler, yetkileri genişletilmiş bir Cumhurbaşkanı ile yetkileri azaltılmış bir Meclis tarafından gerçekleştirilecek.

***

Cumhurbaşkanı’nın en önemli ve genişletilmiş yetkisi kararnamelerle ülkeyi yönetme hakkına sahip olmasıdır. Bu yetkinin Meclis denetimine tabi olduğu yazıyor anayasada. Meclis’te Cumhurbaşkanı’nın partisi de yarıdan bir fazla vekile sahip olmadığı için söz konusu denetimin önemi artmıştır. Rejimin kurgusu, beklentisi Cumhurbaşkanı seçilen kişinin partisinin de doğal olarak Meclis çoğunluğuna sahip olması idi. Olamadı. Öyleyse kurgunun hayata geçirilebilmesi için birtakım yeni “düzenlemeler” beklenebilir.

***

AKP ile MHP’nin toplamı kurgudaki çoğunluğu sağlıyor. Ama bu, haberlere bakılırsa güvenli, istikrarlı bir çoğunluk oluşturmuyor. Her an azınlıktaki bir partinin onayına tabi olarak ülkeyi yönetmek otoriter bir yönetim için pek de hoş bir durum değil; besbelli ki muhalefetin değerlendirmesi gereken siyasi sıkıntılar yaşanacak. Bir de hızla yaklaştığı görünen ekonomik kriz var. Alınan önlemlerin ağırlıklı olarak kemer sıktırmaya odaklanacağı da anlaşılıyor.

***

Bu konular Türkiye’de kendi varlık sorunları ile uğraşması gereken sosyalist solu birinci derecede ilgilendirmiyor dersek, siyasetin doğasına aykırı bir söz etmiş oluruz, ama ne yazık ki solun bir varlık sorunu var; ön sıradadır.

***

Yine de hem kendi varlık sorununu hem de onunla ilişkili olarak memleketin sorunlarını birbiriyle ilişkilendirerek çözmeye çalışmak sol açısından en doğrusu olur. Yeni rejim her ne kadar sol açısından sıkı, sıkıntılı bir dönemi haber veriyorsa da çerçevenin sınırlarını zorlamak, yapılabilir, yapılması zorunlu işleri bir an önce yapmakta yarar var. Ne yoksa onu var etmek için harekete geçmek gerekiyor demek ki.
Ne yok? Dışardan bakınca örgüt yok gibi görünüyor.

***

Kuşkusuz pek çok örgüt var; bu örgütleri yöneten arkadaşlarımız da bu türden sözlere haklı olarak kızıyorlar. Yine de ne düşünüyorsak onu söylemek, işe yarasın yaramasın bir görev gibi geliyor bana. “Çok örgüt var ama örgüt yok” deniyorsa anlatılmak istenen Türkiye solunun ufkunu açacak, geniş kitleleri kapsayacak, siyasetin dışında var olarak değil siyasetin kirli dünyasında kirlenmeyi göze alarak çalışacak bir örgüttür.

***

Bir cepheden söz etmediğimiz de anlaşılıyordur sanıyorum. Cepheler, güç birlikleri geçmişte kaldı. Bir parti gerek bize, adının sanının önemi yok, üye olmak için bin bir koşulun aranmadığı, Marksizm konusunda yeterlilik belgesinin gerekmediği, sorunları, onları aşma yollarını gösteren, sorunların üstünden atlamayan, aşamalar tuzağına düşmeyen, halkın kolayca anlayabileceği bir programa sahip, ufku sosyalizm olan bir parti.

***

Yeni ve zor bir döneme girdi Türkiye; sorun belki de akıl edememek değil geç kalmaktır. Peki, geç kalmadan örgütlenmenin can damarı olması gereken program bir an önce tartışılsa iyi olmaz mı? Yetkileri sınırlı, kısıtlı parlamentoda böyle bir programı can kulağıyla dinleyecek, katkıda bulunacak, farklı partilerde siyaset yapan arkadaşlarımız yok mu?

***

Bunlar nihayet bir köşe yazarının naçizane düşüncesidir. “Sana da ne oluyor, bunu akıl edecek çok sayıda sosyalist politikacı, düşünür var” denilirse, “aman ne güzel” diye sevinmekten başka ne yapabilir ki insan. Ama yine de düşündüklerimi söylemeseydim olmazdı.
Dixi et salvavi animam meam...



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Sondan Bir Önceki 7 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları