Futbol dersi

20 Temmuz 2018 Cuma

“Bildiğin en güzel fıkra ne” diye sorduklarında yıllardır aklıma hep şu öykü gelir:
20. yüzyılın başlarında İngiliz sömürgelerinden bir Afrika ülkesinin kabile reisi, bir gün majestelerinin ülkesini ziyarete gider.
Dönüşünde, reis kabilesinin üyelerine vapurları, trenleri, arabaları, büyük binaları, makineleri anlata anlata bitiremez, en sonunda da ekler:
- Ama bir şey gördüm ki o harikuladeydi. Sonra anlatmaya başlar:
“Bir gün beni bir çayırlığa götürdüler, ayin için çepeçevre binlerce insan toplanmıştı. Biraz sonra, yeraltından on bir tane kırmızılar giymiş adam fırladı, onları on bir tane beyazlar giymiş adam izledi. Sonra aynı delikten iki siyah giysili adamın ortasında, yine siyah giysili bir adam çıktı, çayırın ortasına geldi, adamlar çayıra yayıldılar. Baş büyücü elindeki beyaz küreyi çayırın ortasına koydu, düdüğünü çaldı ve işte o anda harika bir şey oldu!”
Nefeslerini tutup dinlemekte olan kabile üyeleri merakla sorarlar:
- Ne oldu?
- Birden bardaktan boşanırcasına yağmur yağmaya başladı der şef.
Son Dünya Kupası’nı izleyenler görmüşlerdir. 21. yüzyılın 18. yılında, hâlâ dünyanın en büyük ortak paydası olma konumunu koruyan futbolun ilahları artık, geçmiş Afrika kabilelerinin torunları...
Şampiyon olan Fransa’nın oyuncularına bakın! Kaleci Lloris ve munkabız forvet Giroud dışında “saf kan” Fransız yok. Büyük çoğunluk Afrikalı zenci, olmayanlar da Magrepli Araplar.

***

20 yıl önce, ilk Dünya Kupası’nı aldıklarında da durum böyleydi.
Takımın efsanevi ve karizmatik lideri Zinedine Zidane bile Afrika kökenli bir Berberiydi.
Bu yılki takımda da ırkçıların kışkırtmasıyla kimi Parislilerin barbarlar tarafından kuşatılmışlık duygusunu hissetmelerine neden olan ünlü banliyö çemberinden gelen zenci göçmen çocukları çoğunlukta.
20 yıl önce de, göçmenlere karşı ırkçı tepkilerin yükseldiği Fransa’da hatırı sayılır bir kitle göçmenleri düşman olarak algılar, Afrikalıları hakir görürken herkese Marseillaise’i dinleten yine o siyah derili Fransız çocuklarıydı.
20 yıl önce Fransızlar ilk kez kendi ülkelerinde dünya kupasını kazandıklarında Paris’teydim. Fransız başkenti yine çıldırmıştı. En coşkuyla gösteri yapanlar ise, yoksul banliyölerin göçmen çocuklarıydı.
Bunları seyredenlerden, göstericilerden çok, ırkçıları hedef alarak konuştuğunu sandığım gençten bir Fransız acı acı gülümseyerek söylendi:
- Zavallı kendini Fransız zannediyor, bilmiyor ki...
Haklıydı. Kara derili Afrikalı banliyö çocuğu, bütün ezilmişliğinin, horlanmışlığının, yoksulluğunun, yoksunluğunun acısını içinde kendi kardeşlerinin tuzunun bulunduğu futbol zaferiyle unutmaya çalışıyordu.
Ama bilmiyordu ki o salladığı üç renkli bayrağın asıl sahipleri olduklarını iddia edenler, onu hiçbir zaman kendilerinden biri olarak kabul etmeyeceklerdi.
Afrikalı kara derili Fransız kendini Fransız hissediyordu hissetmesine, ama yine Fransız olan Ernest Renan’ın dediği gibi, kendini Fransız hissetmek, Fransız olmaya yetmiyordu. Bir de onu kabul etmeleri lazımdı. O ise çok zordu, kara derili adamı arenada alkışlayanlar, günlük yaşamda eşit bir yurttaş olarak aralarına kabul etmeye henüz hazır değillerdi.
Neyse ki bu sefer takımın kara derisiyle alay eden ırkçılara karşı, güçlü bir tepki yükseliyordu. Takımın Afrikalı göçmen yapısının, insanların derilerinin farklılığının, Fransa’nın gerçek zenginliği olduğunu anlatmaya çalışanlar, bu defa yıllar yılı, sorunları gözden kaçırmak, insanları uyutmak için kullanılan futbolu farklılığın zenginliğini kanıtlayacak bir araç olarak kullanmayı deniyorlardı.
Oysa, artık bir gösteri sanayii dalı (hem de en önde geleni) olan futbol yıllar yılı toplumun afyonu olarak kullanılmıştı.
Ama Fransa’daki son tartışmalar gösterdi ki bu şekilde kullanılmış olmasının kabahati bizatihi futbolun sırtına yüklenemezdi. Futbol da doğru kullanıldığında toplumsal uyanışa hizmet edebiliyordu.
Demek ki neyi kullandığınız değil, ne amaçla ve nasıl kullandığınızdı önemli olan.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

İyi insan 19 Mart 2024
Laiklik nedir? 6 Mart 2024
Yıldönümü 3 Mart 2024

Günün Köşe Yazıları