Joan Baez anekdotları

22 Temmuz 2018 Pazar

“Kapıları çalan benim / Kapıları birer birer...” Yan odada Joan Baez prova yapıyor. Livaneli bestesi Nâzım Hikmet’in “Kız Çocuğu”nu çalışıyor. Açıkhava Tiyatrosu’nda, Pasion Turca’nın düzenlediği konseri bu akşam... O, heyecandan ölecekmiş gibi (her konser öncesi aynı durum). Ben ise okumakta olduğunuz Pazar Esintileri’mi yazmaya çalışıyorum... İşte bir tutam Joan Baez anekdotları:

Ne yapsın TRT
İlk ya da ikinci İstanbul Konseri. 80’li yıllar. TRT on dakikalık kayıt yapmak için anlaşma yapmış. Ankara’dan telefonlar, ricalar geldi. Acaba Bulgaristan’da soydaşlarımıza yapılan haksızlığa karşı konser sırasında konuşur mu diye... Konuşurum elbet dedi.
Konserdeyiz. TRT’nin çekim araçları hazır bekliyor, “Bulgaristan” lafını duyunca çekime başlayacaklar…
Evet, o konuda konuştu. Ama nasıl? Nâzım Hikmet hayranlığını dile getirip “Kız çocuğu”nun müziği üzerine ve şarkının arasında konuştu. O sıralar Nâzım Hikmet’in N’si yasak! Hele TRT’de… Şarkıyı ve konuşmayı birbirinden ayırmak olanaksız. Zavallı TRT! Nâzım yasağını mı kollasın, yoksa dünyada kamuoyu yaratmaya mı çalışsın? İki ucu şeyli değnek! Sonunda TRT çekti ama o bölüm hiç yayımlanmadı.

‘Terbiyesize bak’
Tansu Çiller dönemi “Ordu Sofya!”ya diye mitingler yapılıyor… Konser öncesi Kuşadası’nda denizdeyiz. Kıyıdan bağrışmalar, bizi çağırıyorlar. Telefonda İçişleri Bakanlığı görevlisi. Bana çevirmenlik düşüyor. Kibar, çok nazik bir beyefendi aynı soruyu soruyor: “Acaba Bayan Baez, bu akşam Efes Konserinde Bulgaristan’daki soydaşlarımız…”
“Elbet konuşurum” dedi. “Ancak sadece Bulgaristan’daki Türkler değil, Türkiye’deki Kürt vatandaşlar hakkında da konuşmak şartıyla…”
O çok kibar beyefendi: “Aaa, terbiyesize bak!” deyip küt diye telefonu kapadı.

Dans eden polisler
Ankara Hipodrom konserindeyiz. Yıl 1989. Murat Karayalçın’ın Belediye Başkanlığı, konseri onlar düzenlemişler. Tam da üniversite giriş sınavlarının bittiği günün akşamı. 50 bin kişi Ankara Hipodrom alanını doldurmuş. Yere oturmuş 50 bin kişi onunla birlikte soluk alıp veriyordu. Konserin sonunda “Gracias a la Vida” şarkısında yerdeki tüm gençler kalktı birbirlerine sarılıp dans etmeye başladı. O güne dek polisleri sahneden hep çıkarmıştı. Bu kez polisler de adeta dans ediyor, elden ele sahneye çiçek taşıyor, gençlerin sahneye çıkmasına yardım ediyordu…
“Gracias a La Vida”yı 3-5 kez tekrarladı. Sonradan “Öyle güzel bir manzaraydı ki, gençleri birbirinden ayırmaya kıyamadım” diyecekti.

Kendine yaş günü hediyesi
1993. Yeni yıla girmişiz. San Fransisco’dan telefon: “Ne var ne yok? Şu günlerde ne yapıyorsun?”... Nâzım Hikmet Vakfı olarak Nâzım Hikmet’in yaş günü kutlaması yapacağımızı; Genco Erkal ve Zülfü Livaneli programını anlattım. Birden kesti sözümü, “Tamam ben de geliyorum” dedi.
“Konser kaşesi ödeyemeyiz” dedim. Kızdı. “Kaşe isteyen yok” dedi.
“Nâzım Hikmet Vakfı’nın hiç parası yok, uçak bileti de veremeyiz” dedim. Daha da çok kızdı… Sonunda gitarını kapıp, “Benim de yaş günüm, bu size değil, kendime bir armağan” diyerek, İstanbul’a gelip aramıza katıldı… Spor Sergi Sarayı’nda unutulmaz bir kutlamaydı...

Clinton öldü mü?
Paris’teyiz. En salaş, en gürültülü, en kimsenin kimseyi tanımadığı bir diskoteğe ikimiz yalnız gitmişiz. Dans ettiği herkese benim için “kız kardeşim” diyor.
Bir ara bana Turgut Özal’ın vefat haberi geldi... Dans ettiğim birkaç kişiyle paylaştım, ona bir şey söylemedim.
Ertesi sabah bana “Dün akşam tuhaf bir şey oldu. Herkes bana başkanınız ölmüş diye başsağlığı diledi. Clinton öldü de, ben mi duymadım” diye soruyordu.

Ağaç evi
“Amerika turnem bitmek üzere, Avrupa turnem başlamak üzere, yorgunluktan ölüyorum… Sana gelebilir miyim, sende kalabilir miyim, sende tatil yapabilir miyim? Kıvrılabileceğim bir kanepe, koltuk, şilte var mı?” Ev telefonumda bu mesajı duyduğumda dünyalar benim oldu. Bizim evde çalışma odamda her zaman yatacağı bir yer var...
Ben San Fransisco’ya gittiğimde ise o bana yatak odasını bırakıyor, kendisi bahçedeki ağaç evinde uyuyordu. 2010 sonbaharında, ağaç evine tırmanırken düştü, kalçasını 7 yerden kırdı. İyileşir iyileşmez “haydi atla gel” diye telefon etti. O gün bugün, yine düşer diye korkudan gidemiyorum. Ama bu gelişinde müjdeyi verdi: “Yaşımızı düşünüp ağaca tırmanmak yerine ağacın çevresine rahat bir merdiven yaptırdım” dedi...
Arkadaşlık, biraz zamanı durdurmak, biraz ortak bir dil yaratmak, biraz dünya meselelerinden torunlarımızın gülüşüne kadar bir şeyleri paylaşmak galiba...
Arkadaşım çağırıyor yazıyı kestim...  

<haber-yatay:1032831>



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları