Ne yaptınız da yoruldunuz?

23 Temmuz 2018 Pazartesi

Bu yazıda provokatif önermeler, haksızlık riski taşıyan genellemeler, bilinçli abartılar bulunabilir. Ancak, siyasi eleştirinin ve değişim ihtiyacının öznesi profesyonellerle sınırlı olmamalı. Çünkü, içinden geçilen süreç basit vekâlet ilişkisiyle halledilemeyecek kadar zorlu görünüyor. Değişim, değişmeye cesaretle başlayabilir ve herkesi içerir.
• Artık neler aynı olmayacak ve kimin için aynı olmayacak?
“Hiçbir şey aynı olmayacak” sözü bir süredir en sık kullanılan kalıp haline geldi. 16 Nisan ve 24 Haziran sonrası yazılı olarak önümüze konulan gelecek tasarımı, hemen uygulamaya konulanlar, tekrar tekrar bu gerçeği yüzümüze çarpıyor. Başımıza gelenlerin yerleşikleşmesi ve gelmeye devam edenler, “başka” bir durumla karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor. Farklı dozlarla ve farklı milatlarla da olsa bu sözü herkes kabul ediyor.
Fakat, başa gelecekler konusunda “yeni” bir durumla karşı karşıya kalındığına ilişkin güçlü mutabakat, bundan sonra yapılacaklar konusunda farklı bir hareket tarzı yaratmıyor. Bunu sadece politik aktörler, siyasi partiler için söylemek de haksızlık. Hemen herkes yapmakta olduklarını yapmaya devam ederek, hatta çeşitli gerekçelerle mümkünse onları yapmaktan da geri çekilerek devam etmenin mümkün olduğuna inanıyor sanki.
• Her şey “ne işe yaradığına” bakılarak mı yapılmalı?
Her hamlenin, eylemin, söylenecek her sözün sonuç yaratmasıyla, yaratabilme gücüyle ilgili olmak doğal. Elbette, çoğu abartılı çıkarcılık vurgusu olan ve nimet-külfet dengesini işaret eden çok sayıda özdeyiş ve mesel de bunu söyler. Siyasal alan açısından da, işlevsel ve etkili eylemlilik kadar, enerjiyi doğru kullanma, gereksiz risklerden kaçınma gibi meseleler önemlidir. İmkânlar iyice daraldığında hamleleri de daha iyi düşünmek gerekir.
Fakat, yapılması gerekenler daima işlevsellik ve kısa vadeli somut sonuçla açıklanamaz. Sadece yapılması gerektiği için yapılması gerekenler ve yapılmaya devam ettirmenin en önemli sonuç olduğu durumlar vardır. Aynı zamanda ahlaki bir gereklilik de olan haksızlığa, hukuksuzluğa her durumda itiraz etmek, tepki vermek gibi. Son dönemde, işlevsellik gerekçe yapılarak, “zaten bir şey olmuyor” denilerek yapmaktan kaçınılanların ne kadar genişlediğine iyi bakmak gerek.
• Tek taraflı ilişki, iki taraflı bir günahın ürünü olabilir mi?
Kalabalıkların kendilerine liderlik etmelerini bekledikleri siyasi aktörlere karşı talepkâr olması son derece normal. Siyasi alan halkın sorunları, talepleri ve itirazları konusunda öneriler, programlar üretmek zorunda. Siyasi partiler ve liderler, bu ihtiyaca cevap verdikleri ölçüde destek sağlar veya yönetme onayı alırlar. Son zamanlarda, iyice “hizmet” ilişkisine dönüştürülmüş bu siyaset algısının genel bir kabul gördüğü, herkes için bir konfor yarattığı ortada.
Fakat, halk olmaktan vazgeçip, tüketici grubu gibi seçmen olmayı kabullenmiş kalabalıkların bizzat bu ilişkiden doğmuş krizde kendilerinin payı olmadığını düşünmesi adil değil. Partileri seçimden seçime görev yapmakla suçlayanların veya sokağa çağırılmamaktan şikâyetçi olanların, çağırıldıklarında ya da çağırılmadan kaç eyleme katıldıkları belirsiz. “Reis bizi Afrin’e götür” deyip bedelliye oy vermeye benzemese de, bu da bir çifte standart şekli.
• Kendisiyle fazla ilgili olmak sadece siyasilerin sorunu mu?
Her siyasi travma, süresi değişen şoklar yaratır. Hem moral tamir hem de hesaplaşma anlamında içe dönmeyi zorunlu hale getirebilir. 24 Haziran sonuçları da, derinliği görünenden fazla bir hayal kırıklığı ve çaresizlik hissi oluşturarak önemli bir travma yarattı. Ana muhalefet partisi CHP “değişim”, HDP “Meclis’e girme yeterliliğine” dayalı, genel muhalif kamuoyu da sinizme savrulan bir içe kapanma yaşıyor. Ve herkes birbirini suçluyor.
Fakat, mağduriyet sırası kendilerine gelmeden tepki vermeyip sadece oy tercihi kullanmayı yeterli gören geniş bir kesim, başkalarını “içe dönmekle” suçlayarak içe kapanmayı kendine hak görür durumda. Sosyal medyada etkili bir kesim, memleketin durumuna değil de, memleket için endişe eden kendilerine daha çok üzülüyor gibi. Yaptıkları çok sınırlı katkıyı aşırı abartarak “görevini yapmış olmayı” kendisine kolay teslim edebiliyor.
• “Çok yorulduk” gerekçesiyle siyasete küsme lüksü var mı?
Siyaset bir hizmet ilişkisine çevrilince, kendisini müşteri gibi hisseden seçmen de, “müşteri her zaman haklıdır” lafının yarattığı sahte konfora fazla alışıyor. Türkiye’nin yarısı yıllardır aşama aşama ilerleyen otoriterleşmeye direncini defalarca gösterdi, itirazını gevşetmedi. Ancak, bunun gerçek anlamda bedelini ödeyenlerin veya bedel pahasına direnme pratiklerini zorlayanların sayısının o kadar da çok olduğunu söyleyemeyiz.
24 Haziran sonrası “muhalif seçmen çok yoruldu” benzeri yorumlar okuyoruz, defalarca tekrarlanan başarısız sonuçlara dönük olarak kendi hissiyatını da böyle ortaya koyanlara rastlıyoruz. Peki, herkes elini vicdanına koysun ve bu ülkenin yaşanmakta olanlara -oy vermedışında büyük bir karşı koyuş örgütlediğini söylesin. “Daha ne yapsınlar” denilecekler, şimdi çok yorulduğu söylenenler kadar kalabalık değil aslında. Bu ülkenin gelir adaletsizliği gibi bir bedel adaletsizliği tarihi var.
Akıl verme, hesap sorma ve harekete zorlama anlamında sadece siyasi partiler ve aktörlerle sınırlı kalmak çok doğru değil. Eğer artık hiçbir şey aynı olmayacaksa, gerek iktidarı destekleyen, gerek muhalefette kalmaya devam eden kamuoyunun kendisini de muhatap almak ve ona doğru konuşmak gerekir. Yorulmak için çok erken, çünkü yol uzun.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Eyvallah 10 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları