Başbakan Baba İdi Başkan Baba Oldu

14 Ağustos 2014 Perşembe

30 Mart yerel seçimlerine oranla oylarında dikkate değer bir artış sağlayamamakla birlikte Cumhurbaşkanlığı seçimini daha ilk turda kazanan Tayyip Erdoğan’ın anayasanın 101. maddesi gereği, sonuçların YSK tarafından açıklanıp Resmi Gazete’de yayımlanacağı yarından itibaren Başbakanlık’tan ve AKP Genel Başkanlığı’ndan istifası gerekirdi.
Gerçekten anayasanın 101. maddesinin son fıkrası aynen şöyle diyor:
“Cumhurbaşkanı seçilenin varsa partisiyle ilişiği kesilir ve Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeliği sona erer.”
Oysa Tayyip Bey YSK’nin resmi sonucu açıklamasından sonra da üç şapkayı birden taşımaya devam edeceğini belirtti.
Gül’ün görev süresinin dolacağı 28 Ağustos’tan bir gün önce AKP kongresini toplayarak yeni genel başkanı ile Başbakan’ı seçtirip geriyi güvenceye aldıktan sonra, Çankaya’ya çıkıp oturma planını harfiyen uyguluyor.
Anayasa hukukçusu Prof. Dr. Erdoğan Teziç, Tayyip Erdoğan’ın kongreye katılamayacağını, böyle bir davranışın anayasa ve yasalara aykırı olacağını söylüyor; anayasa hukukçularının büyük çoğunluğu da bu görüşte.
Ama ne gam! Erdoğan anayasal ve yasal zorunluluklara kulak asmıyor, bildiğini okuyor.
Davranışı anayasaya ve yasalara uyuyor mu, uymuyor mu? Onun umurunda değil.
Onun Türkiye’ye getirdiği yeni rejimin adı “Tayyibizm”dir.

***

Tayyibizm örnekleri ancak Latin Amerika ülkelerinde görülen “başkancı” rejimlere benzeyen (oralarda bile artık geçmişte kaldı ya!) bir “uysa da uymasa da...” rejimidir.
Bu rejimde, Tayyip Bey halkın babasıdır; halka da, yasalara da, anayasaya da babalığının gereğini yapar.
Bu rejim 10 Ağustos seçimlerinin sonucu ortaya çıkmış bir uygulama değildir.
Artık “Başkan Baba” rejimi olarak devam edecek olan yönetim biçimi ondan önce de “Başbakan Baba” rejimi olarak vardı.
Cumhurbaşkanlığı ile birlikte “Başkan Baba” olan Tayyip, daha önce de “Başbakan Baba” olarak fiilen aynı yetkileri kullanıyordu.
Tayyip “Başbakan Baba” iken de parlamento çoğunluğunu oluşturan AKP’nin milletvekili adaylarının atanmasında nihai karar yetkisine sahip kişi olarak, yasamaya egemendi.
Yürütmenin zaten resmen başkanıydı.
Yargıyı 12 Eylül 2010 halk oylamasının sağladığı imkânlarla oluşan yeni güdümlü HSYK aracılığıyla kontrol etmekteydi.
Böylece kuvvetler ayrılığı ve yargı bağımsızlığı ayaklar altına alınmıştı.
Zaten yargı bağımsızlığının fazla bir kıymeti harbiyesi de kalmamıştı. Öyle ya! Nasıl olsa iktidar işine gelmeyen yargı kararlarını uygulamamakta özgürdü.
Bütün bunlara ek olarak, dördüncü güç olarak nitelenen medya da onun denetimindeydi.

***

Yani Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden önce de demokrasinin bütün kalelerine girilmiş, bütün tersaneleri zaptedilmiş haldeydi.
Rejim, bir hukuk rejim değil, fiili durum rejimiydi.
Fiili durum rejimlerinde, anayasaya ve yasalara uygunluk, temel hak ve özgürlüklere saygı diye bir kural yoktur.
Kural, “kurallara uysa da yaptım uymasa da yaptım” kuralıdır.
Burada satranç oyununun gelecek hamlelerini öngörerek ince taktik hesaplara kalkışmak fazla bir anlam taşımaz. Çünkü oyunun hem tarafı hem de efendisi olan Tayyip, istediği anda satranç tahtasını devirip sonucu ilan edebilir:
- Ben kazandım!
Evet o kazanmıştır. Ama kaybeden ülke, demokrasi, hukuk olmuş, ne gam!
O kazanmıştır ya!
Halkın yarısının desteğine sahip bu popüler tabanlı zulüm rejimi dün de böyleydi, bugün de böyle...
Tek fark, dün Tayyip “Başbakan Baba” idi, bugün ise “Başkan Baba” oldu.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

İyi insan 19 Mart 2024
Laiklik nedir? 6 Mart 2024
Yıldönümü 3 Mart 2024

Günün Köşe Yazıları