‘Omurgasız Ülke’ Kutuplaşma, Ayrışma, Dayatmacılık

14 Ağustos 2014 Perşembe

1. Omurgasız ülkenin imparatorluğu 1600’lü yıllarda çöküş dönemine girmiş, çözülme ve dağılma aralıksız üç yüz yıl sürmüştür.
2. Çözülmenin tamamlanıp (20.) yüzyıl(ın) başında bir ulus devlet kurma aşamasına gelindiğinde bu kez de ülke içinde başgösteren “ayrılıkçılık akımlarıyla” içerden, yeni bir çözülme başlamıştır.
3. Henüz ulus devleti tam yerine oturtamadan başgösteren yeni ayrılıkçılık akımları; ortak toplum projesi oluşturmayı ve tüm kesimleri böyle bir projeye ortak etmeyi imkânsızlaştırmıştır.
4. Bunun sonucu ortaya modern anlamda “toplum”un çıkmamasıdır. Ortada halk var ama toplum yoktur. “Toplum” çünkü, “ortak proje”ler geliştirebilmek, bir ulus organizasyonu yapabilmek anlamına gelir. Omurgasız ülkede böyle bir organizasyon yoktur.
5. Bu durumda omurgasız ülke halkının en temel özelliği “her koyun kendi bacağından asılır” (ya da “gemisini kurtaran kaptandır!”) şeklinde ortaya çıkar.
6. (“Gemisini kurtaran kaptandır”) anlayışı, toplumun gerisiyle “uzlaşmacılık” aramaz. Bu anlayışın en tipik örneğini merkezi iktidarlar sergiler. Siyasetçinin ülke gerisini hiçe saydığı yerde ülke de siyasetçiyi hiçe sayar…
7. İşte bu yüreklere ulaşan hiçbir fikir, hiçbir siyasetin üretilemediği bir ortamdır. Amaç yalnız geçmişi korumakla sınırlı kalır ve yeni olan her fikre, şüphe ve kuşkuyla bakılır.
8. Siyasetin, projenin, ulusu bir arada tutan bir büyük örgüt anlayışının olmadığı yerde, kurumlar aracılığıyla yapılan diyaloğun yerini “dayatmacılık” alır. Çünkü (“Gemisini kurtaran kaptandır!”) felsefesiyle yaşanılan bir yerde, ulusal diyalogda kurumların aracılığına başvurmayı, güç sahibi olanlar “aşağılayıcı”, “küçültücü” bir davranış olarak algılar. Sürekli “muhtıra vermek” alışkanlığının temelinde yatan olgu budur.
9. Omurgasız ülkede en sık duyulan şeylerden biri, “vizyon sahibi lider yok” lafıdır. Aslında liderlerin çıkmaması toplumun kendi omurgasızlığındandır. Kişi çünkü yalnız kendi değerleriyle liderlik mertebesine ulaşamaz. Bir de toplumun ona yüklediği bir sosyal enerji vardır ki o sosyal enerji depolanmadan liderlerin çıkması olası değildir.
10. Omurgasız ülkede herkesin kafasında “toplumsal ahlak şöyle olmalı”, “bu yoz adalet sistemi yıkılmalı, yerine başka, daha iyi bir adalet sistemi getirilmeli” şeklinde ideal görüşler vardır ve herkes kafasındaki görüşü dayatmaya çalışır.
Şöyle olmalı”, “böyle olmalı” anlayışı 18.- 19. yüzyıllarda kalmış, toplumu oraya ya da buraya çekmeye çalışan bir tür “ilericiliktir” aslında ama kendi başına hiçbir anlam ifade etmez, işe yaramaz. Bir toplumu belli noktaya getirebilmek için bu tip arzuları ifade etmenin anlamı yoktur. Çünkü mesele gerçekte, “üstün bir ahlak” ya da “iyi bir adalet sistemi” inşa etmek değil, önce toplumu inşa etmektir.
11. Bu da çeşitli kesimler arasında her şeyden önce “dayatmacılık” yerine “diyalog” kurabilmek demektir. Asıl sorun toplumu “diyalog” noktasına getirebilmektir…
Türkiye’den bahsediyorum sandınız değil mi?
Hayır.
Jose Ortega y Gasset’in ünlü kitabı, Omurgasız İspanya’dan alınmış çok kısa bir özet bu.

***

20. yüzyılın en büyük tarih filozoflarından biri olan Jose Ortega y Gasset; “omurgasız” sözcüğüyle, haliyle “karektersizlik/kişiliksizlik” gibi bir değer yargısını değil, toplumu bir arada tutan bir “ortak sütundan yoksun olma halini” ve bunun içerdiği sonuçları betimliyor.
Ülkesinin içinde bulunduğu derin siyasi, sosyal krizin; tarihten gelen çözümlemesini yapan düşünür, İspanya’nın en temel çatışma meseleleri olan “ayrılıkçılık” ve “bölgeciliğin” yanı sıra; 1921’de yayımlanan bu sıra dışı başyapıtında, kitle dayatmaları ile sonuçlanan vasatlık, bağnazlık, entelektüel kapalılık/ dargörüşlülükten yakınıyor; diğer en önemli sorunu böylelikle “göbeğini kaşıyan adama” tekabül eden “kitle insan” olarak tarif ediyor…
Ortega y Gasset’in bu satırları kaleme almasından az sonra İspanya malum iç savaşa girdi ve 40 yıl “tek adamFranco’nun demir yumruğuyla yönetildi.
Yukardaki özeti “Omurgasız Ülke” başlığıyla ben ilk olarak, bundan 17 yıl önce, Türkiye’de askeri vesayetin ivme kazandığı günlerde, 24 Nisan 1997’de yayımlamıştım…
Önümüze her seçimde konan o üç renkli “kutuplaşma” ve “ayrışma” haritası ile anayasa, hukuk, kural tanımaksızın tüm yetkileri toplayan “sivil vesayetin” tırmandığı şu günlerde, “tarihi” olduğunu düşündüğüm o yazıyı işte yeniden hatırladım ve arşivimden çıkardım.
Yazının sonunu: “İspanyollar arasında ‘diyalog’ ancak, böylesine büyük bir trajedi ve 40 yıllık bir diktadan sonra başlayabildi. Bu tarih dersi üzerinde hep birlikte düşünelim!” diyerek bitirmişim.
Tarihin dersleri üzerinde sanırım şimdi her zamandan çok düşünmeye ihtiyacımız var.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Sevgiliye Mektuplar 24 Mart 2024

Günün Köşe Yazıları