Zeffirelli ve görkem...

15 Ağustos 2014 Cuma

Cumhurbaşkanlığı seçimlerine öyle bir kaptırdık ki kendimizi, seçimden önce gittiğim Arena di Verona Opera Festivali’nin izlenimlerini sizlerle paylaşmadım... Şimdi bundan böyle sadece sanat haberleri, izlenimleri... Tam bu düşüncemi bir dostuma açtım ki, “Elini çabuk tut, yakında Türkiye’de sanat olayı kalmayacak!” demez mi! Yok artık deve! (Ertuğrul Özkök, “Siyasi detoks yapın!” diyor ama gelin görün, sanat siyasetten ayrılamıyor. Hele bizim ülkede!)
Bu yaz Orta Avrupa’yı sarsan yağmurlar, Verona’ya dek uzandığı için festival ciddi bir sorun yaşıyor. Yağış yüzünden kimi iptaller yaşanmış. Şimdi İtalyan yetkililer ciddi ciddi o dev arenanın değilse de “yeryüzünün en büyük sahnesi” diye bilinen sahnenin üstünü nasıl kapatırız diye düşünüyorlar. Ben şanslıydım, dört opera akşamında da yağmur yoktu. Dün kaldığım yerden devam ediyorum. Sıra büyük usta Franco Zeffirelli’nin sahnelediği “Turandot” ver “Carmen” operalarında.

Sapsarı ‘Turandot’
Franco Zeffirelli bugün 91 yaşında. Sahne tasarımıyla başladığı sanat yaşamı, Rossellini, De Sica, Visconti, Antonioni gibi büyük ustaların asistanlığını yapmakla değişmişti. O gün bugün sinema, tiyatro ve opera, her üç alanda da birbirinden başarılı eserler yarattı. Daha önce onun “Il Trovatore”, “Aida” ve “Madam Butterfly” sahnelemelerini görmüştüm. Bu kez “Turandot” ve “Carmen” i izledikten sonra artık hiç kuşkum yoktu.: Zeffirelli görkem ve şatafat tutkunuydu. Üstelik bu görkem ve şatafat sadece görselliğe yansımıyor, bestenin, eserin özüyle ayrılmaz, organik bir bütünlük oluşturuyordu. Eserin ruhunu bize sunuyordu. Tüm sinema ve tiyatro birikimini sahneye taşırken görselliğin, müziği ve o muhteşem aryaları ezmesine, geri planda bırakmasına asla izin vermiyordu. Her eserde bu böyleydi: Görkemi ve görselliği amaç değil, araç kılıyordu!
Puccini’nin ölümsüz bestesi “Turandot” da Arena di Verona Orkestra ve Korosu’nu ünlü Maestro Daniel Oren yönetiyordu. Solistler arasında beni büyüleyen Liu rolündeki İtalyan Soprano Carmen Giannattasio oldu.
Bol ödüllü Japon sanatçı Emi Wada’nın kostümleri, görkemin doruğuna ulaşan bu prodüksiyona büyük katkıda bulunuyordu.
Neden mi “Sapsarı” dedim? Çin efsanesi... Konu Çin Sarayı ve çevresinde geçiyor... Ve sahnede gözleri kamaştıran sarı ışık: Altın sarısı, yaldız sarısı, sim sarısı, şampanya sarısı, kehribar sarısı...

Kıpkızıl ‘Carmen’
Gelelim Bizet’nin “Carmen”ine. Gerçek insanlara, gerçek duygulara, evrensel temalara sahip olduğu için opera repertuvarının en popüler eserlerinden biri...
Tıpkı “Turandot”taki gibi burada da yalnız sahneye koyuş değil, sahne tasarımı da Zeffirelli’ye aitti. Zeffirelli ve görkem yine ayrılmaz ikiliydi... Sahne tasarımı konusunda büyücü bu adam! Perdesi olmayan dev bir sahneden söz ediyorum: Düşünsenize elips biçimindeki arenanın, “sahne” olarak kullanılan ucundaki alan, 50 metreye 30 metre boyutlarında. Sahnenin iki yanına eklenen platformlarla “sahne ağzı” 60 metre uzunluğunda. Yüksekliği gökyüzüne uzanan bir sonsuzluk.…
Bu boş alanı Zeffirelli en çok koroyu ve koronun taşıdığı tasarım öğelerini kullanarak dönüştürüyordu.
Dört perde boyunca Güneşli Sevilla meydanından, bir tavernaya, engebeli dağ patikalarından boğa güreşlerinin yer aldığı arenaya sürüklendik. Ve bir an onsun Şef Henrik Nanasi yönetimindeki müzikten kopmadık. Dört solist de sesleri kadar oyunculuklarıyla da ustaydılar. Ancak Carmen rolünde Gürcü Mezzo Soprano Anita Rachvelishvili, işte o görülecek ve duyulacak bir şeydi! (2009’da La Scala’da Baremboim yönetiminde Carmen’i oynadığından beri, dünya operaları bu rol için onu paylaşamıyor!)
Neden mi “kıpkırmızı” Carmen? Aşk kırmızısı, kan kırmızısı, kıskançlık ve intikam kırmızısı, Flamenko kırmızısı, Çingene kırmızısı, karanfil ve şarap kırmızısı...
Rivayet o ki, maestroların maestrosu Toscanini: “Açık havada futbol evet, ama opera seyredilmez” demiş. O yüzden Verona’yı sevmezmiş... Zaman zaman ona hak verecek gibi olurdum. (Seslerin kaybolduğu, kimi seyircinin elinde gazoz, kiminde şampanya, hafif bir piknik havası...)
Ama Zeffirelli’nin Sapsarı Turandot’u ve Kıpkızıl Carmen’inden sonra Yaşasın Demokratik Opera Festivalleri yaşasın Arena di Verona diye haykırmaktan kendimi alamadım.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları