Güneş Karabuda: Yeryüzü tanığı

26 Ağustos 2018 Pazar

Gazeteci, yazar, film yönetmeni Karabuda, 85 yaşında hayatını kaybetti

Ah benim kadir bilmez ülkem! Aydınlık, yaratıcı, yararlı, güzel insanlara yaşamı zehir eden ülkem! Dönen çarkların dişlileri arasında insan öğüten memleketim! Farklı düşüneni ezmek için; aczini gizlemek için; çıkarını kollamak için pırıl pırıl gençlerini “düşman” ya da “vatan haini” ilan eden; onları hapislerde süründüren, işkenceden geçiren, ülkeyi terk etmeye yönelten memleketim...
Güneş Karabuda’yı yitirdik haberini aldığım an aklımdan ve yüreğimden geçen bunlardı... Gazeteci, yazar, film yönetmeni, fotoğraf ve belgesel ustası, araştırmacı Güneş Karabuda, gerçek bir demokrattı. İyi, namuslu, dürüst bir insan; karısına âşık bir eş, harika bir aile babası; haksızlığa uğrayandan, sömürülenden yana vicdan sahibi; çağdaş ve evrensel değerleri benimsemiş, yetenekli ve nitelikli bir solcu ve bir Türkiye âşığıydı. (Eh bunlar bile güzel ülkemde insanın başını derde sokmaya yeter elbet...) İsveçli eşi Barbro da gazeteciydi... İkisi de eleştirel bakış açısından vazgeçmedikleri için elbet takibe, soruşturmalara uğradılar; gözaltına alındılar, hayatı dar eden iktidarla uğraştılar. Dönem Demirel dönemiydi... İhbarda bulunan büyükelçiler, birbirinin kuyusunu kazan gazeteciler... Bugünden pek farklı değildi... 70’lerden sonra İsveç’e yerleştiler.
Sanat Dergisi’ni çıkardığımız yıllarda Güneş ve Barbro Karabuda’yı Sanat Dergisi ekibine tanıştıran Onat Kutlar ve Yaşar Kemal’di. Onlar aracılığıyla onların serüvenini izlemekle kalmadık, tüm çalışmalarının da tanığı olduk. Ne zaman Türkiye’ye gelseler onlarla buluşarak, konuşarak zenginleştik. Önceki gün İsveç’te sonsuzluğa göçen Güneş Karabuda 85 yaşındaydı. Geçen yıl eşi Barbro’yu yitirmişti. Şimdi birbirlerine kavuştuklarına inanıyorum.

ŞİLİ’DEN VİETNAM’A
Güneş Karabuda, başta İsveç televizyonu olmak üzere, Avrupa ve Amerika’daki sayısız televizyona belgeseller hazırladı. Dünyanın her köşesine uzanıyor, çok yönlü, farklı bakış açılarını bir araya getiren, sosyal, kültürel ve politik belgeseller hazırlıyordu.
Şili’de Allende’nin yanı başındaydı, onun yakın dostuydu. Allende’nin kısa iktidarı sırasında İsveç televizyonunun Latin Amerika temsilcisiydi... Vietnam Savaşı’nın ilk elden tanıklığını yaptı. O zamanlar adı Rodezya olan Zimbabwe, Mozambik, Gine ve Botswana’nın bağımsızlık savaşlarını elinde kamerasıyla izledi... ’68 Paris ayaklanmasında o kaldırımlardaydı...
Türkiye izleyicisi onu daha çok Türkiye’deki çalışmalarıyla tanıdı: “Turkuaz” , “Boğaziçi’ne Sığınanlar” gibi TV dizilerinin yönetmenliğini yaptı. “Bebek” filmini yönetti.
Görüntü yönetmenliğini yaptığı filmler ise şöyle: “Menekşe Koyu”, “Kaldırım Serçesi”, “Keşanlı Ali Destanı”, “Yılanı Öldürseler”, “Yusuf ile Kenan”, “Otobüs.”
Güneş Karabuda’nın kitaplarını okumak, onunla ve onun o hiç azalmayan mizah duygusuyla, rengârenk yazma biçimiyle, bir yolculuğa çıkmak ya da onunla sohbete dalmak gibidir. “Göz Tanığı, Kulak Misafiri”; “İndim Zaman Bahçesine”, “Zaman Bahçesinden Portreler”; “Zoraki Randevular Parkı” adlı kitapları tanığımdır. (Yapı Kredi Yayınları) Yazmaktan hiç vazgeçmedi. Ve sayısız gazeteciye, belgeselciye örnek oldu.
Başarılarını sanki yok saydı. Öylesine alçakgönüllüydü. Ona soracak olsanız: “Çoğu kez bilinçli, bazen de bilmeyerek doğru yerde doğru zamanda olabilme!” derdi... Bir de: Olaylara “yakından tanık olabilme fırsatını yakaladığınızda, meslek adamı olarak mutluluk, insan olarak da çoğu kez karamsarlık ve utanç duymanın karmaşası” derdi...

YAŞAR KEMAL’DEN: Çantasında Türkiye...


Geçen yıllarda Yapı Kredi Galerisi’nde Güneş Karabuda’nın Yaşar Kemal fotoğraflarıyla açılan sergisini anımsıyorum. Her fotoğrafa Yaşar Kemal’den metinler eşliğindeydi. Muhteşemdi. Güneş Karabuda’yı Yaşar Kemal’in sözleriyle sevgiyle, saygıyla anıyorum:
“... Güneş kırk yıldır dünyanın her yerindeydi. Güneş, Türkiye’de doğmuştu. Ülkesini seviyordu. Dünyanın neresine giderse gitsin onun çantasında bir parça Türkiye mutlaka vardı. O, dünyayı, savaşları, yıkımları yaşarken ülkesinden de ayrılmıyordu. Her yıl birkaç kez yurduna uğruyor, Türkiye üstüne bir film yapıyor ya da Türkiye üstüne bir kitap yazıyordu. Eşi yazar Barbro ile kendilerini ne kadar sanatlarına, işlerine adamışlarsa, o kadar da Türkiye’ye adamışlardı. Kalıbımı basarım ki, Türkiye’nin dünyada tanıtımına onlar kadar çok az kişi yardım etmiştir. Onlar Türkiye için canlarını dişlerine takmış çalışırlarken bizimkiler onları yargıyla, hapishanelerle, karakolların kokar gözaltılarıyla ödüllendiriyordu.
Güneş, bu dünyanın her zaman öbür ucundaki adam, savaşların, soykırımların, zulümlerin, işkencelerin ülkelerinde daha olaylar bitmeden, yerden biter gibi bitiyordu. Elinde şimşek gibi kamerası, kalemleriyle ve eşiyle. Güneş büyük bir birikimdir. Bir insanlık, bir sevgi, bir dostluk birikimidir.”  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları