Lütufla başlamayan yasakla bitmez

27 Ağustos 2018 Pazartesi

 

Dört aydır pazartesi günleri “Beş Soru On Cevap” başlıklı bu köşenin formatını bozmadan yazmaya çalışıyorum. Bu konuda da, Cumhuriyet’te yazmaya devam ettiğim sürece kalıcı bir değişiklik düşünmüyorum. Ama cumartesi günü yaşananlar, soruların sayısına, cevapların açıkladığına bakmadan yazmayı gerektiriyor. Bu seferlik, başlık aynı ama içerik biraz farklı olacak.

Türkiye uzunca bir süredir, son zamanlarda daha da hissedilir biçimde, kaybedilenlerin açık seçik göründüğü, kazanılması gerekenlerin berraklaştığı günlerden geçiyor. Dün Cumhuriyet gazetesinin 1. sayfası, özellikle de Vedat Arık, Hayri Tunç ve Ahmet Şık fotoğrafları bunun özeti gibiydi: Cumartesi Anneleri’nde somutlanan “bitmeyen zulüm”, bitmemesi, artması gereken direniş.

Yine aynı 1. sayfada, adalete inancının kalmadığını, mücadelenin siyasi olması gerektiğini işaret eden ve tecrit eylemine geri dönen Enis Berberoğlu vardı. Bir de, Nobel ödüllü bilim insanı Aziz Sancar’ın “ülkeye küstüm” sözleri. Kayıplarını arayan annelere saldıran, bu saldırıya sırtını dönen Türkiye, kendi büyük kayıplarının da, becerebilirse bununla baş etmenin taşlarını da döşüyor aslında.

‘Ama orada insanlar var’

Cumartesi günü Galatasaray Meydanı, saat 11’i biraz geçiyor. Oturma eyleminin hazırlıklarını yapan ilk grup çoktan gözaltına alınmış. İçlerinde Cumhuriyet Yazıişleri Müdürü arkadaşım Faruk Eren de var. Faruk 38 yıldır abisini arayan bir kayıp yakını. Yanımda, Faruk’un kızı Işık, biraz önce polisten ilk tekmesini yemiş, yakınları gözaltına alındığında endişelenmeyi öğrenen üçüncü kuşak.
Toplanan gruplara polis saldırıları devam ediyor. HDP’li vekiller ve bir grup CHP’li onları engellemeye çalışıyor. En zayıfı hırpalamak zulmün şanından olduğu için, en çok gençler ve yaşlılar hedefte. Biraz ilerdeki CHP binasından ve bazı dükkânlardan dışarıya verilen hoparlörlerden, Ahmet Kaya’nın Cumartesi Anneleri için yazdığı, Ceylan Ertem’in seslendirdiği “Beni bul anne” şarkısı yükseliyor.

Yakıcı gaz kokusu.

Polis ara sokakları kesmiş, insanların meydana gitmesini engelliyor. Yasak diyor, kapalı diyor. Kulağıma polise itiraz eden bir cılız ses takılıyor: “Ama orada insanlar var.” Bu çaresiz bir engel aşamamanın değil, daha çok duymamız gereken, kuvvetli bir “ben görüyorum”un sesi. Evet, “orada insanlar var”. 700 haftadır gelip sessizce orada oturan ama en haklı ve güçlü itirazı duyuranlar var.

‘Devletime laf söyletmem’

Hazzopulo Pasajı’na gaz maskeli ekibiyle giren polis amiri, “Ben devlete katil dedirtmem” diye bağırıyor, ıslıkların, yuh seslerinin arasında. Bilmiyor ki; hırsız diyen, katil diyen herkesi susturunca değil, ancak temize çıkınca kurtulursun o suçlamadan. Bilmiyor ki; yaptığı şey, uyduğu emir, bir suçu üstlenme eylemidir aslında. Ve iyi biliyor, dünyada devletlerden daha kıyıcı bir şiddet organizasyonu yok.

Sonra medyaya, sosyal medyaya bakıyoruz: Haber kanalları “Cumartesi Anneleri’ni süpürün” emrini vermiş İçişleri Bakanı’nın helikopterle yaptığı trafik denetimini canlı veriyor, “Avrupa standardı istiyorum” diyor. Gazetelerin çoğunda birinci sayfalar boş. Ajanslar, anlaşılmaz bir “arbede”den bahsediyor. Bütün dünyada “iki yanında iki polis, elleri kelepçeli..” 80 yaşındaki Emine Ocak’ın fotoğrafı dolaşıyor.

Özel bir imaj tamiri anlamsız, ne ise bu ülke, imajı da o olsun. Ama sosyal medyaya kendi pozisyonları ve çok önemsedikleri iktidarın imajı için endişelenen “muhafazakâr demokrat” mesajları düşüyor. Tıpkı Gezi’nin “ilk üç gününe destek” gibi, kayıp yakınlarını sekter gruplardan kurtarmaktan bahsediyorlar. Sussalar sadece korkak olarak anılacaklar ama konuşarak fazlasına talip oluyorlar.
Zulüm, direnişi de kurar

Cumhuriyet gazetesinin dünkü 1. sayfası, o sayfadaki fotoğraflara girmeyen asıl sorumluların gözümüzde beliren yüzleri dışında bir başka şey daha anlatıyor: Zulüm ve baskı dünyaya yeni inmedi ama dayanışma ve direniş de öyle. Vedat Arık’ın tablo fotoğrafı, acıları ortaklaştırmak kadar, mücadeleyi, dayanışmayı ve direnişi de çoğaltmayı gösteriyor. Zulmü imal eden, dirence de zemin kuruyor.

Bu zeminden bir siyasi mücadele yaratabilmek, direnci fotoğraf karelerinden çıkartabilmek önemli. Yan yana durma zorluklarıyla geri duran adımlar için söylenecek söz şu olabilir: 82 yaşındaki Emine Ocak’ın polislerin kolundaki fotoğrafına bakıp “terörle mücadele” gören seçmenlerinizden çekiniyorsanız vazgeçin, politik hasta onlar. Sizle konuşmayı kesmiş Berberoğlu’na kulak verin, Arat Dink’e sarılanlara bakın.

Peki AKP, 700 haftanın büyük bölümü iktidarı döneminde yapılmış eyleme neden şimdi saldırdı? Belki, haklı, meşru, vakur bir siyasi kimlik haline gelen Cumartesi eyleminin kitlesel direniş zemini olmasından endişe. Belki, yerel seçim ve ekonomik sıkıntıların sağanağı öncesinde gündem tanzimi. Belki de, lütuf düzeninde meşruiyet alanlarının yeniden tarifi ve devlet özdeşleşmesinin tamamlanması. Ama unutulan şu; lütfunuzla başlamayan, yasağınızla bitmez.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Eyvallah 10 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları