Haftanın Dökümü

27 Ağustos 2018 Pazartesi

Yoğun bir haftayı geride bıraktık, ama yaşadıklarımızı geride bıraktığımız, bırakacağımız, daha önemlisi bırakabileceğimiz söylenemez. Cumartesi Anneleri, eşlerinin, çocuklarının, kardeşlerinin akıbetini soran, öldürülmüş olanların katillerinin bulunmasını isteyen demokratik eylemlerine ilk başladıklarında hoyrat bir baskı ile karşılaşmışlardı. Aradan geçen sürede toplumsal destek, dayanışma ve annelerin bitip tükenmeyen sabrı, direnci ile bu haklı eylem kalıcılaştı. Şimdi hoyratlık misliyle, ağırlaşarak, artarak geri dönmüş görünüyor. Olağanüstü halin kalktığı söyleniyordu, ama kalkmadığı ya da uygulamada herhangi bir değişikliğin olmadığı anlaşıldı. Olağanüstü hal döneminde milletvekillerine saldırıldığı pek görülmezdi. Şimdi o engelin de parlamentonun işlevsizleştirilmesine paralel olarak kalktığı anlaşılıyor. Milletvekilleri Ahmet Şık’a, Garo Paylan’a, destek, dayanışma için orada bulunan öteki vekillere “dokunduklarını” gördük çünkü.
Bu arada pek çok kişi gözaltına alındı. Bu gözaltı operasyonlarından arkadaşımız, Cumhuriyet’in Yazıişleri Müdürü, aynı zamanda DİSK Basın-İş Başkanı, 12 Eylül’de kaybedilen kardeşi Hayrettin Eren için orada bulunan Faruk Eren de payını aldı, kısa bir süre gözaltında kaldı.
Faruk serbest bırakıldı ama bize de gazetecilik, hak savunuculuğu, sivil toplum örgütü yöneticiliğinin bir araya geldiği bu olay vasıtasıyla gazetecilerin yalnızca haber yapan kişiler olmakla yetinip yetinemeyecekleri konusunu bir kere daha tartışma olanağı verdi.
Doğum gününde kendisini bir kez daha anma fırsatı bulduğumuz ustalarımızdan Uğur Mumcu’nun bu konudaki sözlerine değinmeden geçmeyelim öyleyse. Şöyle yazıyordu: “Gazeteci, her konuda fikir ileri süren, her şeyi bilen insan demek midir? Hayır. Nereden bilecek gazeteci her şeyi? Ben kendime göre bir tanım yapayım: - Gazeteci, haber ve bilgi kaynağına en çabuk ulaşan ve bu kaynaklardan edindiği bilgi ve haberleri okurlara sunan insan demektir. Gazetecinin bu görevini yapabilmesi için habere, olaya, olguya, belgeye ve bilgiye dayalı yazılar yazması gerekir. Bunun için de gazetecinin güvenilir kişi olması zorunludur. Sır saklayan, haber ve bilgi kaynağını gizlemesini bilen, gerektiğinde hükümetlere ve güç odaklarına karşı savaşmayı göze alan insan, gazetecidir.” BBC’nin yaptığı söyleşide de şöyle dedi: “Gazeteciliği tek başına gazetecilik diye almıyorum. Sanat için sanat gibi. Gazetecilik, bir siyasi işlevin parçasıdır. Onun bir parçası olarak görüyorum, siyasi kavganın, siyasi mücadelenin bir kürsüsü olarak niteliyorum.”
İşte gazeteciliğin kapsamlı tanımı böyledir. Cumhuriyet yazarlarının, yöneticilerinin tutuklanmasının, mahkûm edilmelerinin, gözaltına alınmalarının, çok sayıda gazetecinin hâlâ hapiste bulunmasının nedeni budur. “Kurulu düzen gazeteciliği”nden farklı bir gazeteciliği kabul edemeyenler, gerçek gazetecileri susturmanın yollarını işte bu nedenle baskıda, zorbalıkta ararlar.

Ahmet Altan Olayı
Geçtiğimiz haftanın tartışma yaratan bir olayı ise eski Taraf Genel Yayın Yönetmeni, Cumhuriyet gazetesiyle yıldızı hiç barışmayan, Taraf gazetesinin Ergenekon davaları sırasında pek çok kişinin canını yakan tutumu nedeniyle sert eleştirilerle karşılaşan ve uzun bir süredir tutuklu bulunan yazar Ahmet Altan’ın bir yazısına Cumhuriyet’te yer verilmesiydi. Çok sayıda okur tepki gösterdi. Ben de bu konu ile ilgili kişisel görüşlerimi Twitter aracılığı ile açıkladım. Özetle şunları söyledim: “Ahmet Altan’ın Cumhuriyet’te yazması doğal değildir. Pek çok açıdan yanlıştır. En kötü yazarın bile yazı yazmasına karşı çıkılamaz. Onun yerinde ben olsaydım Cumhuriyet’e yazmazdım. Taraf’ta yazmak benim hiç aklımdan geçmedi. Cumhuriyet sıkıntılı bir dönemden geçiyor. Sıkıntıyı koyulaştıracak adımları anlamakta hep zorluk çektim.”
Kuşkusuz bunlar benim belirttiğim gibi kişisel görüşlerimin bir kısmıdır. Genellikle kişisel görüş ve değerlendirmelerimi Avrupa adlı köşede yapıyorum. İzleyen okurlar anımsayacaktır, bu türden hele gazete içi polemikleri tercih etmem ama “müftülerin nikâh kıymasını doğal bulan” bir yazarı da laik demokratik cumhuriyet ilkelerine uygun bulmadığım için eleştirmiştim. Bu kez kişisel görüşlerimi köşe dışına, hem de buraya taşımak zorunda kaldığım için üzgünüm. Ama okurların yoğun tepkisini aktarmak da görevim.
Ben okurlarımızın yakından bildikleri gibi Cumhuriyet’in yöneticisi değilim, Okur Temsilcisi ve yazarıyım. “Cumhuriyet’te kim yazabilir kim yazamaz” konusu beni aşan bir konudur. Genel Yayın Yönetmeni, Yazıişleri müdürleri beni aydınlattıklarında ben de “Neden Ahmet Altan’a Cumhuriyet’te yer verdiniz” diye soran çok sayıda okuru bilgilendiririm.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Sondan Bir Önceki 7 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları