Hikmet Çetinkaya

Aşklar ve sevinçler...

09 Eylül 2018 Pazar

Eski günlerden kalma bir sevda, bilirim seni zamansız sevişmelere götürür. Bilirim gözlerin büyür önce, saçında çiçeğin gülümseyişi geceyi tutuşturur alevinde...
Yüreğimde bir uçtan bir uca ışıktan bir demet, kuşun kanatlarında yayılır...
Bir şiir sevdalarınla bütünleşir, bir şiir o gökyüzünün sonsuz mavisiyle vedalaşır...
Ellerin kahreder, kirpiklerin...
Bir sokak başında tek başına el sallar selamını esirgediğin bir adam...
Meyhane dönüşü yalnızlığını düşünür bir kadın tek başına. Bir kadın yasak sevişmelerin dilimindedir özgürce. Delice bir tutku sarar bedenini usulca...
Tek başına bir yerlerde, belki de o kıyı kasabasında masmavi gözleriyle meydan okur aşkın kaçışına...
Bir kadın ansızın kaçışın, bir terk edilişinin öyküsünü yaşar kirlenmiş bir evrende. Bir adam onca düşlerin içinde kilometrelerce özgürlüğün hesabını tutar gecede...
Çocuklar gün boyu kendi geleceklerinin çocuklarını eker Walt Whitman’dan dizeler okuyarak...
Sevişmenin tadını bilen ve çekinmeden söyleyen bir erkek, bir kadınla buluşur aynı türküyü söyleyerek...
Erkek çocuksu gülümseyişle yaklaşır kadına; kadınsa doğumdan, yaşamdan, ölümden ve ölümsüzlükten söz ederek...
Rüzgârda yelkenler şişer ve yalnızlık akılda kalır sadece...
Yorgo Seferis’in gözlerinde belki de Cemal Süreya buluşur...
Birisi ağlamaklıdır o sessiz çam kokusu içinde:
“Yunuslar, bandıralar, gürleyen toplar; bir zamanlar içine acılar salan deniz, alıp götürdü nice renk renk, pırıl pırıl bir gemiyi...”
Sonra yıldızlar çoğalır gökyüzünde...
Ben Cemal Süreya’ya inat kalabalık caddelerde özgürlüğün şarkısına katılırım...

***

Düşlerde anımsanır sevda, yürekte büyür hüzün...
Hem mutluluğun hem de acıların olduğu bir yerde İvan Bunin’le başlar şarkın...
Bir çift acılı gölge İvanov’un tanrısal mezarının üstündedir...
Aynı gizin iki sesli ağzı, aynı düşün titreyen iki kanadı olur...
Divan kapının yanındadır, karşıda aynalı dolap vardır...
Uykularımızda saz şairleri, kahramanlar yatar...
Tuhaf duygular içindedir sevdanın resmi...
Artık tek başınadır erkek ve kadın...
Biri Özdemir Asaf’tan okur, gemiler geçerken
kuşlar havalanırken...
“Sana gitme demeyeceğim
Gene de sen bilirsin.
Yalanlar istiyorsan yalanlar söyleyeyim, incinirsin.”
Öteki, Lermontov’la konuşur istek ve tutkuyla titrerken...
“Ve hıçkırarak, sessiz bir vücudu
Sürüklerken bu dalgalar hızla,
Kulenin penceresinde ak bir görüntü
Belirir, bir ses duyulurdu: Bağışla”

***

Eski günlerden kalan sevda, saçındaki o çiçek nerede?
Meltemini dolduran kokular, loş uçurumlar belli ki Alphonse de Lamartine’nin kıskanç zamanında kalmış...
Fırtına toprağın bittiği, mavi bir aydınlığın izdüşümündedir şimdi. Gözlerinde bitmeyen sevda, şu yeryüzünün bilmediği soluk onları bilinmeyene götürmektedir...
Aşklar ve sevinçler bitmiştir...
Durgunluk yavaş yavaş yayılır, ışıklar kaybolur bir gecenin içinde...
Bir ses işitilir, bir inilti yayılır o anda...
Karanlık sesinde gece yarısının, umudun boğazında Çariçe Tamara’ya ulaşılır...
Upuzun ve dar bir kulede dilberleriyle göksel bir melek el sallar hepimize...
Yollar boştur, yalnızlık çağdaş uykusundadır...
Kendi kargaşası içindeki evren, hiç susmayan bir yürek acılarını ceylan ürkekliğiyle kaçırır...
Bir kadın ve bir erkek...
Umudun aşkla buluştuğu yerde bir rüzgârın ıslığıyla selamlaşır...
Tüm kıpırtılar, tüm sevdalar derin bir tasayla, isyancı bir tutkuyladır...



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018
Hoşça kal hüzün... 6 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları