İki Kurultay...

20 Ağustos 2014 Çarşamba

CHP ve AKP olağanüstü kurultay yapıyor. Her iki kurultaya ilişkin yayımlanan haberler ve kamuoyunun genel bakışı yan yana konulduğunda Türkiye’deki çok standartlı ya da ... standartsız durum ortaya çıkıyor.
AKP’de cumhurbaşkanı adayının belirlenmesinden 10 Ağustos sonrası partinin geleceğini biçimlendirmeye kadar her şeye bir kişi karar veriyor. Yasaya göre cumhurbaşkanı adayını milletvekillerinin imzalarıyla resmileştiriyor. Erdoğan bu basit işlemi tamamlamak için milletvekillerinden boş kâğıda imza atmalarını istedi. Üstünü kendisi dolduracaktı. Tüm milletvekilleri bu isteme uydular. Sonra da “acaba kimi aday gösterdik” diye beklemeye koyuldular.
Şimdi benzer durum AKP’nin 1. olağanüstü kongresi için geçerli. Erdoğan partisinin üst yöneticileriyle yaptığı toplantıda kimi başbakan olarak görmek istediklerini bir kâğıda yazıp zarfın içinde vermelerini istedi.
Sonuç sürpriz değildi; zarfların birçoğu boştu. Kararı tek seçiciye bırakmışlardı.
Erdoğan’ın bu kararları alırken kendi belirlediği kişilerle “istişare” yaptığı biliniyor, ama sonuçta tek karar verici, tek seçici o. Bunu tüm partililer kabul ettiği gibi medya ve kamuoyu da doğal karşılıyor.
Bunun neresi demokratik diye soranlara da çoğunlukla şu karşılık veriliyor:
“Orası AKP, orada öyle olur...”

***

CHP’de ise durum farklı. Her şeyden önce kamuoyu şu başlığa alışık:
CHP’de iç hesaplaşma...
Oysa bir başka pencereden bakıldığında, demokrasinin rayına oturduğu ülkeler düzeyinde olmasa da CHP Türkiye ölçekleri içinde parti içi demokrasiyi işletmeye çalışıyor. Kılıçdaroğlu, 10 Ağustos sonrası ortaya çıkan tabloyu ve istemleri dikkate alıp kurultayın önünü açtı. Takvim açıklandı. 5-6 Eylül’de partinin tüm organlarının, delegelerin önüne konan sandıkla yeniden belirleneceği 18. olağanüstü kurultay var.
Yeniden altını çizelim; CHP’nin parti içi demokrasiyi işletmede mükemmel olduğu söylenemez. Ancak iktidar partisinin attığı her adımı “karizmatik” CHP’nin her adımı da “krizmatik” bulan bir toplumsal algıyla demokrasinin standardını nasıl yükselteceğimizi sorgulamak gerek.

***

Sadede gelirsek...
Bir ara televizyonlarda “Kim gitsin” adlı bir yarışma programı vardı. CHP’den beklentisi yüksek olan kesimlerde seçimlerde istenen sonuç elde edilemeyince gündeme gelen tartışma buna benziyor. Hemen “Kim gitsin” sorusu soruluyor. En kolay yanıt bulunuyor:
Genel başkan gitsin...”
Sonra tartışma bu ana konu etrafında devam ediyor. Yerine kim gelsin? Gelecek olanın arkasında kim var? Onun karşısına kim çıkar? İl başkanları kimi destekler? İl başkanlarının delegeler üzerindeki ağırlığı nedir? Önceki genel başkanlar kimden yana?
CHP’nin sorunu kim gitsin değildir.
Bu, tencerenin içindeki yemeğe hiç dokunmadan, yemek hangi tencereye konsun tartışması yapmak gibi bir şeydir.
Bugün de benzer bir tartışma yapılıyor.
Soru(n)lar şunlardır:
CHP’nin geniş yığınlar içindeki negatif algısı nasıl giderilebilir?
Seçmende “bu ülkeyi artık CHP yönetmeli” beklentisi nasıl yaratılabilir?
Sosyal demokrat bir partinin doğal tabanı olması gereken yoksul kesimler hangi söylem ve politikalarla CHP’nin yanında yer alır?
Sadece tepki oylarıyla CHP oyunu ne kadar yükseltebilir?
Kılıçdaroğlu bu sorulara yanıt bulmak için ciddi çaba harcadı.
Karşıda AKP diktatörlüğü varken gündem bu çabalarla gelinen noktayı bütün yönleriyle masaya yatırılıp 2015 seçimlerine salt söylemle değil, inandırıcı politikalar ve akılda kalıcı sloganlarla iktidar hedefli yürünmesi olmalıdır.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

ABD ile Hamas gerilimi! 24 Nisan 2024
Istakozgiller! 23 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları