Çok kişisel bir yazı

16 Eylül 2018 Pazar

Baştan söylemeliyim, canım acayip sıkılıyor. Bu da çok normal, çünkü yaşım gereği gazetemizde pek çok yönetim değişikliği yaşamış bir yazar olarak, son değişikliğin çok kötü bir zamanda, çok kötü koşullarda gerçekleştiğini söylemek isterim. Kâğıt fiyatlarının tavan yaptığı, bunu karşılamak için gazete fiyatının elli kuruş artırıldığı bir zamanda vakıf yönetimi değişikliği ve ardından gelen görevden almalar ve istifalar bende hiç olmadığı kadar derin bir kırılmaya yol açtı.
Bu yazı çok kişisel bir yazı, buna hakkım olduğunu düşünüyorum. İki davam var, bunlar nedeniyle savcının karşısına çıktığımda kızım yaşındaki bir erkek savcı biraz da acıyarak bana şöyle bir soru sormuştu: “Galiba gazetenin en yaşlısı sizsiniz?” Gülerek yanıtlamıştım, “benden yaşlı bir iki kişi var.” Şimdi bunları yazarken yirmi iki yaşımda nasıl bir cesaretle Cumhuriyet gazetesine gidip “ben burada çalışmak istiyorum” dediğimi anımsadım. Bana “buyur” dediler ve o zamanlar haber müdürü derdik, sevgili, rahmetli Selahattin Güler beni hemen bir habere yolladı. Vallahi billahi beceremedim, ama duymuştum ya ‘Pazar günleri gazetede pek çalışan olmaz’ ben de her pazar gitmeye başladım. Şansa Armutlu’da bir siyasi cinayet işlendi, kimse yok, o zamanki yazıişleri müdürümüz rahmetli Çetin Özbayrak biraz gönülsüz, “hadi sen gidiyorsun, yanına bir fotoğrafçı al!” Korkuyla karışık bir heyecanla gazete fotoğrafçılığının piri İbrahim Köseoğlu’yla (o da rahmetli oldu) bölgeye gittik, konuştuk, fotoğraf çektik, gazeteye döndüm, yazmaya başladım. Çetin Özbayrak bir türlü beğenmiyor bana tam üç kez yazdırdı ve ertesi gün yazdıklarım gazetenin üst manşetindeydi. Haber gibi yazmamıştım, açıkça parlak bir röportaj tekniği kullanmıştım. O günden sonra da hiçbir haber yazmadım, röportajlar yaptım, Güneydoğu’ya kadın başına ilk gidenlerdenim, Almanya’ya otobüsle gidip Alman işçileriyle bir ay boyunca beraber oldum. Pamuk toplayan işçilerle pamuk topladım, kısaca dostlar yirmi yıla yakın ülkenin her yerine gidip röportaj yaptım, pirlerim Fikret Otyam ve büyük usta Yaşar Kemal’di.
Yıllar geçti, İlhan Ağabey, “yanına bir karikatürist al ve arka sayfada yazmaya başla” dedi, köşe yazarlığım da böyle başladı. Yıllarca ben yazdım, Semih Poray çizdi. Kendimi arka sayfa güzeli ilan ettim, yıllarca. Bu arada röportaj yazarlığını hiç bırakmadım, Uludere’ye ilk gidenim, Soma’ya da! İran’a da ve dünyanın her yerine, hepsini okurlarımla paylaştım.
Beş yıl önce arka sayfa benden alındı iki gün iç sayfalarda yazmaya başladım, sonra birden Can Dündar yönetimiyle gazeteye gelen Tahir Özyurtseven bir gün telefon etti, ekonomik nedenlerle yazım bire düşürülmüştü, ama bazıları hâlâ iki yazıyordu ve ben gerçekten aptal yerine konulmuştum. Bu beni hiç beklemediğim kadar üzdü. Sonra alıştım, bu arada Zonguldak’ta yerin altına indim, Sur’da, Nusaybin’de kadınlarla birlikte yürüdüm. Suruç’ta Kobane sınırında bir camide sabahladım. Geldik bu günlere.
Bütün bu uzun yaşamda yönetim değişiklikleri oldu ama bir tek gün yazılarıma yasak getiren hiçbir yazıişleri müdürü olmadı. Hayır hayır, rahmetli Okay Gönensin, İran yazılarımın üçüncü günü, “kızım senin İranlılar tarafından satın alındığın söyleniyor, yazını kesiyorum” demişti. Ne yapmıştım, İran’da resim galerilerinden, oynanan Brecht oyunlarından söz etmiştim, bir de beni her zaman yollara düşüren sevgili İbrahim Yıldız, Bangkok sokaklarında yaşlı kadınların yaptığı seks gösterisini anlattığım bölümü çaktırmadan yazıdan çıkarmıştı.
Ben bu gazeteyle büyüdüm, muhteşem günlerimiz oldu, neşenin ve yaratmanın keyfine vardığımız günler. Özellikle Cağaloğlu’nda o fareleri ve kedileri bol binamızda. Şimdi bile attığımız kahkahaları duyuyorum. Öfkelerimizi hissediyorum. Bütün ölülerimizin her gün bizi ziyaret ettiğini hissediyorum. Böyle muhteşem bir hayatı bana verdiği için gazeteme ve hayata teşekkür ediyorum. Şimdi merak ediyorsunuz, Işıl da mı istifa ediyor? Hayır. Tevazuya gerek yok ben bu gazetenin en çok gezeniyim. Gittiğim her yerde, o dönem hangi yönetim baştaysa bana hep şu sorular soruldu: “Fetocu mu oldunuz?” ya da “Yeni yönetim başa geçince gazeteyi okumayı bıraktık.” Bu sorulardan bıkmıştım, şöyle diyordum: “Arkadaş kimi beğenmiyorsan okumazsın ama bu ülkede nerede bir haksızlık, nerede bir adaletsizlik varsa onu yazan bir gazete var. Size de lazım olabilir.”
Bu arada kendimi paralayıp yaptığım röportajlardan bir kısmını röportajlarını yaptığım insanların bile okumadığını gördüm. Bu bana en acı veren olayların başında gelir. Herkes aynı şeyi söylüyordu: “Çocukluğumdan beri alırım ama artık yolundan saptı almıyorum.”
Evet işte böyle, kimse beni her zaman haksızlığa karşı çıkan ve doğru haber yapmaya kendini adamış insanların çalıştığı bu kadim gazeteden koparamaz. Nereye kadar giderse. Şen kalın ve gazeteyi almayı sürdürün. O sizindir!
Bir not: İkinci yazı günümü hâlâ özlüyorum.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Alay ettiler... 7 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları