Deniz Yıldırım

İktidara yarayan küresel rüzgâr

03 Ekim 2018 Çarşamba

16 Nisan anayasa değişiklikleriyle birlikte devletin ağırlık merkezinin Saray’a kaydığını ve bu tek kişilik merkezin ülkeyi yeni bir Milliyetçi Cephe siyasetiyle, buna dayalı ittifaklarla yönetmeye çalıştığını biliyoruz.
Fakat bu tabloyu anlatırken dünya düzenindeki değişim dinamiklerini ihmal ediyoruz. Türkiye’de yaşanan otoriter rejim değişimini küresel tablo içinde de okumak gerekiyor.
Dünyadaki güncel değişim dinamiğine bakalım: Yeni bir düzensizlik, küresel çalkantı dönemi bu. Hemen hemen her 100 yılda bir gerçekleşir. Dünyaya önderlik eden ülke ya da blokun yerine yeni kuvvet ya da kuvvetlerin yükselişi başladığında bir “belirsizlik çağı”nın da kapısı açılır. Şimdi de böyle. Bir tür sistemsel fetret devri. Eski ölüyor, yeninin ne olacağı ise belirsiz.
İlginçtir, geçen hafta BM Genel Kurulu’nda ABD Başkanı Trump yeni süreci iki cümlede özetledi: “Amerika, Amerikalılar tarafından yönetilir. Küreselci ideolojiyi reddediyor ve vatanseverlik doktrinini kucaklıyoruz.”
Küreselleşme, kapitalist-emperyalist sistemin merkez ülkelerinin krize buldukları yanıttı. Kâr oranları düşüyordu; buna karşı yeni pazarlar bulmak, emeğiyle geçinenlerin kazanımlarına saldırmak zorundaydılar. Önderi Amerika’ydı, dünya genelinde bu pastadan pay almak isteyen yerli ortaklar bulup bazen “15 günde 15 yasa” talimatı dayatarak, bazen zor gücü kullanarak, işgal ya da darbelerle yaptı, yaptırdı bunları. “Üretmeyeceksin” dedi, fabrikaları sattırdı, özelleştirme dayattı; şekeriyle, tütünüyle, tekelleriyle girdi evlerimize, çalışan halkı korumasız bıraktırdı. Kriz ihraç etti. Sonuç? İnsanlık tarihindeki en eşitsiz dönemi yaşıyoruz.
Şimdi küreselcilik krizde. Yeni bir yönetememe hali 20072008 krizinden bu yana Batı’yı etkiliyor ve buradan nasıl çıkılacağına dair bir reçete/model bulabilmiş değiller. Küreselciliğin önderi ABD’nin başında “küreselciliği reddediyoruz” diyen bir başkan var. Bu yeni bir durum, yeni aşama.
Bunu “emperyalizmden vazgeçiyoruz” anlamında söylemiyor elbette. Hedefinde küreselleşme dalgasından yararlanarak büyüyen ve dünya liderliğine oynayan Çin var.
Yeni aşamanın özelliklerine bakalım madde madde:
Birincisi, kapitalist küresel sistemin iktisadi liderliği ilk kez Atlantik ve Batı dışına, Çin merkezli olarak Asya’ya kayıyor. ABD hegemonyası sarsılıyor.
İkincisi, 20. yüzyılda dünya sisteminin önderliği İngiltere’den ABD’ye geçmişti. Atlantik içi bir görev değişimiydi. Barışçıldı, aralarında savaşmadılar. Yine böyle olacak mı? Belirsiz. Şimdilik savaş, ticaret savaşları şeklinde kendisini gösteriyor. İktisadi kriz ve küresel çalkantı, dünya genelinde milliyetçi ve faşizan hareketleri yükseltiyor. Kriz ve faşizm varsa, savaş ihtimali her zaman vardır. Hele ki ABD savaş bütçesi dünya genelini katlayarak geçerken.
Üçüncü olgu: ABD, İkinci Dünya Savaşı ve faşizm yıkımı karşısında “özgürlüklerin bekçisi” olduğu mesajını vererek ve Sovyet tehdidi bahanesiyle siyasal önderliği “liberalizm” kisvesi altında ele geçirmiş ve modeli yaygınlaştırmıştı. Şimdiyse, krizdeki kapitalist sistemin liderliğinin, başında bir komünist tek partinin bulunduğu Çin’e geçişi gibi ilginç bir gelişmeyle karşı karşıyayız. Bu nasıl bir siyasal, sosyal model sunacak? Henüz belirsiz; fakat bu otoriter karakterin Çin’in yükselişinde etkili olduğu fikrinin alıcısı da çok. Yani mevcudun modelleşmesi olası.
Buna bağlı dördüncü özelliğe gelelim. Belirsizliklerle dolu bu geçiş süreci, iktidar tarzını küre genelinde otoriter temelde dönüştürüyor. Küreselleşme ya da emperyalizm karşıtlığı gerici, ırkçı siyasetler eliyle kimlikler temelinde, lider kültü etrafında yükseltiliyor. Merkez sağ ve solun da çözüldüğü bu ortam, dünya genelinde sağ popülist, faşizme açık hareketlerin iktidara ulaşmasına yol açıyor. Daha kötüsü, bu gidiş karşısında henüz dünya genelinde alternatif bir halkçı-demokratik iktidar seçeneğinin ve programın ortaya çıkmamış, sınanmamış olması.
İşte Türkiye’de iktidarın otoriter-milliyetçi yeni siyasetini ve “güvenlik” merkezli rejim yapılanmasını tam da bu yeni tabloyla bütünlüklü okumak gerek. İktidar, genel küresel belirsizlik içine siyasetini yerleştirip risk algısını canlı tutarak daimi güvenlik vaat ediyor ve küresel otoriter rüzgârı kendi ideolojik öncelikleriyle uyumlu hale getiriyor, rejimi dönüştürüyor. İçeride zaten muhalefetsiz, bir de bu küresel rüzgârla yelkenleri iyice dolduruyor. Dolayısıyla, “kriz gelir, bu iktidar gider” pasifliği çare değil. Karşı siyaset gerek. Ve artık halkçı bir iktidar modeli yaratmanın sadece bu iktidara karşı değil, küresel düzeyde bir alternatif iktidar modeli, alternatif program oluşturma görevinin parçası olduğunu da görmek gerek.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Cumhuriyet’e veda 4 Haziran 2022

Günün Köşe Yazıları