Miyase İlknur

Kaşıkçı-tetikçi- Brunson-Ergenekon

20 Ekim 2018 Cumartesi

Şu halimize bakın. Son iki yıldır Türkiye dünya gündemine yargı kararları ile geliyor. Kimi davalar yurtiçinde iktidar ve muhalefet arasında krize yol açarken kimi davalar da ülkeler arası krize neden oluyor. Bir krizi bitirirken hoop yeni bir kriz.
Siyasi erkin oluru ve talimatıyla açılan davalarda sanıkların yurtdışı bağlantısı yoksa vay haline. İddianamenin hazırlanması bile bırakın ayları, yılları buluyor. Yok eğer sanık başka bir ülkenin vatandaşı ise “al gülüm ver gülüm” pazarlığından sonra bırakılıveriyor. Bu tür sanıkları bırakırken ne verdiğimizi biliyoruz da ne aldığımızı kararı alan erkten başka bilen yok. İlk tutuklandıklarında kendi vatandaşları için kıyameti koparan ülkeye karşı “Burası muz cumhuriyeti mi? Yargı bağımsızlığı var” diye atarlanıyoruz. Sonra baskıların dozu yükselince, bir gecede mahkeme heyeti değişiveriyor, gizli tanıklar ifadesini geri çekiyor ve “Yaz kızım sanığın tahliyesine...” diye karar çıkıveriyor.
Deniz Yücel’den sonra Rahip Brunson da aynı yöntemle “bye bye” deyip özel uçaklara binip gidiverdiler.
Peki, Türkiye Cumhuriyeti kimliği taşıyanların davası ne olacak? Hiiç, dertlerine yansınlar. Akılları olsaydı onlar da bir ABD ya da AB kimliği alırlardı.

***

Bir arkadaşım Alzheimer hastası olan yakınını ziyaret için bu tür hastaların kaldığı bakımevine gidiyor. Bahçede bankta oturup yakınıyla hasbıhal ederken karşı bankta da yaşlı bir amca ile hemşirenin diyaloğuna tanık oluyor. Yaşlı amca emekli bir hâkim. Hemşire hâkim emeklisi amcanın ilacını vermeye çalışırken hâkim bey çok ciddi bir edayla hemşireye dönüp komut veriyor:
-Yaz kızım sanığın müebbet hapsine... Hemşire gülerek itiraz ediyor.
-Hâkim bey çok insafsızsınız. Bu ceza çok değil mi?
-Peki, o zaman iyi halden 15 yıl ağır hapsine...
Bizim hâkimler de bu amca gibi ağızlarını müebbetten aşağı açmıyorlar. Sonra siyasi hava yumşuyor bir bakıyorsun müebbet hapsi istenen sanık tahliye oluyor.
Meslektaşımız Enis Berberoğlu hakkında önce 25 yıl, sonra 5 yıl hapis cezası istendi. Hapisteyken milletvekili seçildi. Kararın dönem sonunda ertelenmesi ve Berberoğlu’nun serbest bırakılması gerekirken ve asıl önemlisi bu konuda “Balbay Kararı” diye bilinen emsal karar varken hukuksuz bir şekilde aylarca içeride tutuldu. Sonra serbest bırakıldı bırakılmasına ama karar evlere şenlik. Tam bir hukuk garabeti. TBMM’nin kararıyla istenirse bir günde yeniden hapse dönebilir. Selahattin Demirtaş’a o karar bile uygulanmadı.
Osman Kavala’nın daha ortada iddianamesi bile yok. Neyle suçlandığı bile belirsiz. Daha doğrusu belirli de ortada delil yok. Allah izin verirse ve Kavala’nın da ömrü yeterse bir yerlerden bir şeyler bulunur. Bulunmazsa da artık gizli tanık manıkla delil sorunu çözülür.

Biz bu hale niye mi geldik?
Ergenekon, Balyoz ve bağlantılı bir dolu davada hukuk cinayeti işlenirken sessiz kaldık da ondan.
Hatta kimimiz alkışladık, bu davaların savcısına, hâkimine, polis şeflerine “Demokrasi Kahramanı” muamelesi yaptık da ondan.
Düşmanımızın düşmanını dost edindik de ondan.
Kin beslediğimiz kişi ve kurumlarla hukuksuzluk üstüne bina edilmiş kum-pas davalarıyla hesaplaşmak istedik de ondan.
Bugün Ergenekon davalarının ilk duruşmalarının yıldönümü. Bu dava başlamadan sanıkları manşetlerden, köşe yazılarından, ekrandaki tartışma programlarından mahkûm edip yargıladık ve darağaçlarını kurduk da ondan.
Elimize tutuşturulan sahte diskleri, telefon dinleme kayıtlarını, sonradan oluşturulmuş sahte imzalı tutanakları yayımladık da, bi zahmet Silivri’deki duruşmalara gidip o uyduruk delillerin nasıl paçavraya çevrildiğine kulak bile kabartmadık.
Ne toprağa gömülü silahların o günün gazetelerine sarılı olmasından işkillendik ne gizi tanıkların verdiği ifadelerin birbirini tutmadığını, sanıkların adlarını bile karıştırmalarına aldırdık. Gizli tanıklardan “Efe” denen savcı kılığındaki imamın “Munzur Dağları’ndan kene yakalayıp benim arabama koydular” zırvasına bile “Bu herif ne saçmalıyor yahu?” bile demedik.
Yetmemiş gibi 2010 referandumunda yargıyı tek kişinin emrine verdik. Şimdi işin içinden çık çıkabilirsen. Bize sahip çıkacak başka bir ülkenin kimliği de yok ki cebimizde paçamızı kurtaralım.
Bunlar yetmiyormuş gibi bir de Kaşıkçı cinayeti çıktı başımıza. Konsolos uçağa atlayıp uçtu gitti. Bu kez de konsolosu tutuklama yetkimiz var mı, yok mu, onu tartışıyoruz. Tutuklasan ne olacak, tutuklamasan ne olacak? Birkaç ay sonra onu da salacaktık nasılsa.
Biz muz cumhuriyeti değiliz tabii ama çikita cumhuriyeti olmadığımızı da kimse söyleyemez.
 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Siyasetin finansmanı 16 Mart 2024

Günün Köşe Yazıları