Che Fece...

29 Ağustos 2014 Cuma

İnsanın kimi zaman canı sıkılır; işte birileri sözünü inkâr ediyor, işte biri gece ile gündüzü birbirine karıştırmış, unutmuş ne yediğini dün gece. Ne yaparsınız o zaman? Yapılacak en iyi iş bana sorarsanız şiir okumak, şifrelerini çözmektir. Ya da eski kitapları karıştırmak. Bu can sıkıntısını herkes bilir, tanır ya, en fazla sürgünler bilir. O tuhaf diyarlarda yaşarken, ille de kendi eski kentlerine dönme arzusu, hasretiyle yanıp tutuşurlar. Biraz nostalji, biraz romantizmdir. Ama daha çok gerçek bir acıdır. Ben bu acıyı, sıkıntıyı bilirim; yaşadığım için bilirim
Kavafis’in o ünlü “Kent” şiirini bilmeyen sürgün de sürgün değildir zaten; bilincine varamamıştır yaşadığı günlerin.
“Dedin, ‘bir başka ülkeye bir başka denize gideceğim...’”

***

Bu dilek bir bölümüyse şiirin, ozanın yanıtı ikinci bölümde acı bir su gibi içinize akacaktır:
“Yeni ülkeler bulamayacaksın, başka denizler bulamayacaksın / Bu kent peşini bırakmayacak. Aynı sokaklarda / dolaşacaksın. / Aynı mahallede yaşlanacaksın...”
Bu şiiri Batı’nın o modern, ama bana her nedense sevimsiz gelen kentlerinde her okuyuşumda, ben de artık o “hayatıma kıydığım” kente bir an önce geri dönmek isterdim. Döndüm sonra.
Kentin ihtiyar ozanına Lawrence Durrel’ın İskenderiye Dörtlüsü’nü okurken rastlamıştım. Sonra bir yerlerden bulup okudum.
Yine canım sıkılıyor ve elim yine o şaire gidiyor. Alova ile Barış Pirhasan’ın çevirdiği Can Yayınları’ndan çıkan Bu Kenttir Gidip Gideceğin Yer’in sayfalarında işte o şiir. Sıkıntımı yenebilmek için esrarengiz ve gizli anlamlar taşıdığına inandığım şiiri arayıp buldum sonra.

***

“CHE FECE... IL GRAN RIFIUTO” adlı olanıdır. Kitabın 24. sayfasında öyle sessiz, iddiasız durur gibidir. Bense kendi küçük aklımla ona öyle büyük anlamlar yükledim ki, haklı bulursunuz ya da bulmaz, “ne ilgisi var” dersiniz, bilmem artık. “Evet”le “Hayır”ın böyle bir ilişkisinin, macerasının olduğunu bilseydim de ben anlatsaydım keşke, diye de geçirdim içimden; biraz utandım, biraz “ne cüret” diye kızdım kendime. Ama siz boş verin beni de Alova’nın çevirdiği bu şiire, has şiire bakın şimdi:
“Kimileri için bir gün sırası gelir / o büyük Evet’i ya da büyük Hayır’ı demenin / Kim ki Evet’i yanında hazır / hemen belli eder kendini ve der demez / geçer yoluna saygınlığın, kendi inancının / Hayır, diyen pişmanlık duymaz bundan. Bir daha sorulacak olsa / -Hayır diyecektir yine. Ve işte Bu hayır- /Bu haklı Hayır -ezip geçer onu hayatı boyunca.”

***

Bu şiir bana her zaman pek tanıdık, pek ışıklı gelir. Derindir. “Evet” ya da “Hayır” demenin zamanı gelmişse, ben hep “Hayır” demekten yana olduğumdan mı bilmiyorum, ama kitabın içinde hemen ışıldamıştı. Hep bu “Hayır”ın insanı ezip geçen mutluluğunu ve cefasını yaşadığımız için mi onu da bilmiyorum ya, içimden herhalde öyledir diye geçiyor. Çünkü, “Evet”i seçenlerin kendilerini hemen belli ettiklerini çok ve sık gördüm. Onların pohpohlanmaya, dışarıdan gelen saygınlığa eğilimli olduklarını çabucak belli ettiklerini siz de bilmez misiniz? “Evet” demek insanın içini kurutur, boş bir kavala çevirir. Üfle üfle ses çıkmaz ondan. “Hayır”sa eza, cefa, çile çektirir ve yüceltir gökyüzüne ya da içinin derinliğine doğru insanı.
Bakıyorum da karanlık çöktükçe sağa sola kaçışıyor arkadaşlar. Yalan gerçeğin sahte kopyası olmuş, sırıtıyor; gerçek kaçmış denize, denizi de yutmuş mu bir yılan. İşte mutlu bir çift olmuş sonunda yalanla yılan.
Peki boyun eğmeyin, “Evet” demeyin demiyor mu şair; diyor...
Böyledir, böyle olur zaten has şiir...  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Sondan Bir Önceki 7 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları