Deniz Yıldırım

Andımız ve Cumhuriyetçi tutum

27 Ekim 2018 Cumartesi

29 Ekim’e yaklaşıyoruz. Kutlu olsun. Rejim değiştikçe, iktidar saraylara kaydıkça Cumhuriyet’in kıymeti de, eksik bıraktıkları da daha iyi görülüyor bugün.
Diğer yandan Cumhuriyetçilik yenilenmiş bir anlama ve potansiyele sahip artık. “Ülkemiz 100 yıl sonra yeniden saraydan ve damatlar eliyle yönetilmesin; halk egemen olsun, Meclis güçlensin” diyorsan nesnel olarak Cumhuriyetçisin. “Memlekette hukuk, adalet hüküm sürsün, Saray keyfiliğinin yerini kurallar alsın” diyorsan Cumhuriyetçisin. Bütün siyasetler bu olgu temelinde saflaşıyor; içinden bölünüyor. Saraycı milliyetçiler var, olmayanlar var. Saraycı İslamcılar var, olmayan muhafazakârlar var. Türkiye sağının bile bu temelde yarılması anlamlı, önemli.
Fakat bu yeni zıtlığın yarattığı olanakları gerçekten görüyor, buna göre siyasal tutum alıyor muyuz? Mesela andımız tartışmasına bakalım. İktidarın bir yanında Saray İslamcılığı, diğer yanında Saray milliyetçiliği. Öğrenci Andı tartışmasının zeminini de kendileri kurmak istiyorlar, bizim de onların açtığı minderde tartışmamız için her şeyi yapıyorlar.
Birisi “Türkçülük yaparsan Kürtçülük de yapılır” diyor, diğeri “Türküm diyemiyorsan Kürdüm de” çizgisine çekiyor. Türk de Kürt de bu memleketin yurttaşı değilmiş gibi konu getirildi Türk ve Kürt kimlikleri tartışmasına hapsedildi. Oysa konu kimlikler değil, rejimdir.
AKP andımızı ne zaman kaldırdı? 2013’te, açılım sürecinde. Diyelim ki o gün amaç “açılım”dı. İyi de bugün faşizme yatkın siyasetlerin neredeyse her kanadıyla milliyetçilik temelinde bir ittifak halindeler, ortada açılım da yok. Türklük tartışması açarak bunu dağıtmayı niye göze alsınlar? Her konuda ne söylese ertesi gün tersini yapabilen bir siyaset, ne oldu da açılım varken de yokken de andımıza dönük aynı karşıt tutumu hararetle savunuyor? Çünkü asıl dertleri Cumhuriyetle ve açtığı yolladır. “Ey Büyük Atatürk! Açtığın yolda, gösterdiğin hedefe durmadan yürüyeceğime ant içerim” şeklinde biten cümledir asıl karşı çıktıkları. “Artık Cumhuriyet yok, yeni rejimde çocuklar bunun için yemin etmeyecekler” diyorlar; açılım varken de diyorlar, yokken de; özeti bu. Bunu açıktan söyleyemeyenler Türk-Kürt ayrıştırmasının arkasına saklıyor işi.
Bunu görmeden konuya dalanlar, mücadeleyi yeniden Saray içi bir iktidarmuhalefet kavgasına indiriyor. Herkes yeniden kendi siyasi mahallesine göre kılıçlarını kuşanıyor; yine kimlik temelli bir kavga, memleketin bugün içinde bulunduğu büyük yıkımı gizleyecek şekilde öne geçiyor. Memleketin eğitim sistemi çökertilmiş, tarikat koalisyonları kamuyu ele geçirmiş ve rejim adım adım değiştirilmişken her şey aynıymış ve biz de var olanı koruma aşamasındaymışız gibi bir yanılsama da yaratıyor bu tuzak. Aşamaları saptırıyor.
Nasıl bozarız bu tuzağı? Kimlikler üstünden kurulmak istenen cepheleşmeye izin vermeyerek. İkincisi, madem koruma değil kurma aşamasındayız, şu soruyu kendimize soralım: 1923’te Cumhuriyet kuran kadrolar çocukken okullarda bu öğrenci andını okumuş muydu? Hayır. Ama bilinçlerindeki ve yüreklerindeki yeminle, yurtseverlikleriyle zoru başardılar. Bu andı okumadılar ama ülkeyi kurtarıp Cumhuriyet Devrimi’ni yaptılar. Ya biz? Bu andı okuyarak büyüyen kuşaklar, elimizden adım adım egemenliğimizin alınmasına, iktidarın dini siyasete alet eden bir yapı tarafından saraya kaydırılmasına, eğitimin çökertilmesine, Cumhuriyetin kazanımlarının birer birer tasfiye edilmesine, fabrikalarımızın satılmasına karşı durmayı başarabildik mi? Demek ki mesele andı okumak ya da okumamak değil sadece. Meselemiz örgütlenememek, zor zamanlarda çıkış yaratacak bir siyaset geliştirememektir. Öncelikli soruna odaklanalım.
O siyaset nasıl tutum alırdı? Bu olaydan örnekle bitirelim.
Saray, ayağına kadar çağırıp Danıştay yetkililerini azarladı mı? Bütün iktidar kadroları, andımızla ilgili yargı kararını tanımayacaklarını ilan etti mi? İdarenin kararlarının yargı denetimine tabi olmasına karşı olduklarını ilk sıraya yazdılar mı? Evet. Öyleyse Cumhuriyetçi siyaset buradan genişletilir. İdarenin yargı denetimini tanımaması, Türk’ü de Kürt’ü de, muhafazakârı da inançsızı da, fabrikası haraç mezat ve yolsuzca satılan emekçiyi de, o fabrikaya tütün, pancar veren üreticiyi de, yani tüm yurttaşları etkiliyor. O zaman Saray hukuku ile ülkeyi yönetmek isteyenlere karşı, hukuktan, adaletten ve halkın çıkarından yana olan güçleri yenilenmiş bir Cumhuriyetçi siyaset etrafında birleştirelim önce. Gerisi zaten Atatürk’ün “açtığı yolda, gösterdiği hedefe” bu yüzyılın şartlarında büyük yürüyüş olacaktır.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Cumhuriyet’e veda 4 Haziran 2022

Günün Köşe Yazıları