Uğursuz diyalektik-II

01 Kasım 2018 Perşembe

Latin Amerika’nın en büyük ülkesi Brezilya’da başkanlık seçimlerini, eski asker, Jair Bolsonora, faşist politikaları savunarak kazandı. Dünyanın en büyük askeri gücüne sahip ABD’de faşist ideoloji, terörist eylemlerle, potansiyelden kinetik aşamaya geçmeye başladı. İki gelişmenin arkasında, geçen hafta İtalya bağlamında vurguladığım “uğursuz diyalektik” yatıyor.
 
Brezilya’da büyük felaket
Brezilya derin bir ekonomik krizin içinde. İşçi Partisi, bu krizi derinleştiren neo-liberal kemer sıkma politikalarıyla halkı bezdirdi. Bir toplum projesinden yoksun, sosyal demokrat İP zamanla yolsuzluklara batmıştı, giderek artan oranda halkın öfkesinin hedefi oluyordu. Bu ortamda, derin dini duyarlılıklara sahip Brezilya’da, faşistler, alt ve orta sınıfları içinde İP’yi adeta, mala mülke düşman komünistler olarak sunmaya, askeri diktatörlük dönemine dönük bir nostaljiyi beslemeye başladılar.
Bolsonara, parlamentoda, korporatist ekonomik programa sahip küçük bir partinin başkanıydı. Yeniden vaftiz olarak evanjelik hareketine katıldıktan sonra başkan adaylığını açıkladığında artık, Bolsonara’nın, askeri diktatörlük rejimi için “yeteri kadar solcu öldürmediler” diyen, sosyalist partileri yasadışı, Topraksız İşçiler Hareketi ve Evsiz İşçiler Hareketi gibi örgütlenmeleri terörist ilan edeceğini söyleyen, polisin suçlulara karşı daha acımasız davranması gerektiğini savunan, Amazon ormanlarında madenciliğe, elektrik santrallarına yeni alanlar açmak isteyen görüşleri toplumda karşılık bulmaya başlamıştı. Bolsonara, seçimler yaklaştıkça korporatist görüşlerini terk ederek, özelleştirmelerden, devlet bürokrasisini temizlemekten söz etmeye başladı. LGBT düşmanı, Trump’ı örnek aldığını söyleyen Bolsonara, silah sahibi olmayı kolaylaştırmak, eğitim sistemini de çocukları zararlı düşüncelerden koruyacak biçimde değiştirmek istiyordu.
Bolsonaro, Brezilya’nın asker-sınai kompleksinin desteğiyle seçildikten sonra mali piyasalar çok hoşnut. Liberal/ sosyal demokratlar da, “Brezilya’da yargı bağımsız, fazla ileri gidemez” inancıyla avunuyor, “otoriter neoliberalizm” gibi saptamalarla faşist tehlikeyi azımsamaya devam ediyorlar.
 
Potansiyelden kinetiğe
ABD’de aşırı sağcı bir adam Yüksek Hâkimler Kurulu başkanlığına seçildi, geçen hafta Demokrat Parti’den, Obama, Clinton gibi önde gelen isimlere; Trump’ın Yahudi düşmanlı söylemleri içinde sık sık andığı Soros’a postayla bombalı paketler gönderildi. Kentucky’de iki siyah öldürüldü, siyahların gittiği kilisenin kapısı zamanında kapatıldığından, ölü sayısı artmadı. Cuma günü bir faşist Pittsburg’da sinagoga otomatik silahlara saldırdı, 11 kişi öldü 20’den fazla kişi yaralandı. Amerika’da polis kayıtları 2016 yılında Yahudi düşmanı saldırıların önceki yıllara göre yüzde 50, 2017’de yüzde 60 arttığını gösteriyor. Bu gelişmeler, son faşist terörist saldırılarla birlikte, güçlü bir yükselme eğilimine işaret ediyor.
ABD hegemonyası gerilerken, ekonomik krizin tahribatı, Amerikan halkında, belirsizlik, güçsüzlük, “güzel günlere” yönelik nostalji duyguları uyandırıyordu. Trump, başkanlık seçimlerini Irkçı, yabancı düşmanı söylemiyle bu duygulara dillendirerek kazandı. Trump başkan olduktan sonra, onun ırkçı, çeşitli kod sözcüklerle ifade edilen Yahudi düşmanı görüşleri faşist hareketleri cesaretlendirdi. Trump’ın söylemindeki potansiyel şiddet de giderek, kinetiğe, gerçek şiddet eylemlerine dönüşmeye başladı.
 
Faşizm ve demokrasi
Liberal/sosyal demokrasi, ekonomik krizlere çare üretemeyince, faşizmin yeniden canlanma, iktidara ulaşma sürecine uygun ortam oluşuyor. Tarih, faşizmi, başlangıçta demokratik araçlarla geriletmek olanaklıyken, kritik eşik geçildikten, halkın gözünde faşist ideoloji normalleşmeye başladıktan sonra, bu araçların yetersiz kaldığını gösteriyor. Faşist ideolojinin bileşenlerinin, adeta “yüzde 99”u halkın, istikrar, huzur, dayanışma, yoksulluktan kurtulma, toplumda saygı görme arzularına, egemen sınıflara karşı öfkelerine cevap veren taleplerden oluştuğundan salt, ekonomik çıkarlara odaklanan bir karşıt söylem, durdurmaya yetmiyor.
Geride kalan “yüzde 1”, bu arzulara, taleplere yol açan sıkıntıların nedenlerini, kapitalizme değil yabancı (temizlenmesi gereken) unsurlara (Yahudiler, göçmenler, farklı ırktan olanlar, eşcinseller) göndermeyle tanımlayan önerilerden oluşuyor. Faşist hareket demokratik ortamda bu yüzde 99’u, “yüzde 1”i normalleştirmek için kullanıyor. Ekonomik kriz, liberal/sosyal demokrat hükümetlerin beceriksizliklerini sergiledikçe bu normalleştirme güçlenmeye devam ediyor. Faşist liderlikler bu normalleşme üzerinde iktidara geldikten sonra, önce devleti sonra da, liberal demokrasiyi, demokratik direniş olanaklarını, projelerine uygun biçimde, üstelik “millet bunu istiyor” iddiasıyla, adım adım yok ediyorlar.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları