Zafer Arapkirli

Şiddet... Dört bir yanda

05 Kasım 2018 Pazartesi

Geçen bir haftaya, hatta bir aya bakınca en çok konuştuğumuz olaylar arasında “şiddet”in ön plana çıktığını görebilirsiniz. Her ne kadar yapılan tüm kamuoyu araştırmalarında, anketörlerin sordukları klasik “Sizin için ülkenin en önemli sorunu nedir” sorusuna yanıtlar arasında birinci sırayı hep “hayat pahalılığı, geçim sıkıntısı” alıyor gibi görünse de, içinde “şiddet” bulunmayan bir yaşam özlemi, doğal olarak hepimizin ortak talebi olsa gerek.
Mesela, geçen 3-4 gün, bütün Türkiye kamuoyu neyi konuştu?
Tabii ki, şarkıcı Sıla Gençoğlu’nun erkek arkadaşı Ahmet Kural adlı aktör bozuntusundan yediği dayağı. Aklı başında herkesin kayıtsız koşulsuz sahip çıktığı Sıla, yara bere içinde savcılığa başvurduğu andan itibaren, saldırının faili magandaya tepkiler yağdı.
Kadına şiddete karşı kampanyanın yeni bir simgesi-bayrağı konumuna geçti Sıla Gençoğlu. Olayı örtbas etmeyip, çıkıp anlatması ve bu konudaki ulusal-küresel farkındalığa katkıda bulunması alkışlanması gereken bir tavırdı.
Tabii ki “şiddet” dediğimizde sadece, bugün bu magandanın bir kadını dövmesi ya da öldürmesi, başka bir gün kendisini “dünya yıldızı” sanan futbolcu bozuntusu başka bir magandanın, önce bir kadına sözlü tacizi, ardından kocasının burnunu kırmasını kastetmiyoruz.
Şiddetin bireysel ya da toplu ve çok sık yaşandığı bir toplumdan söz ediyoruz. Mesela, cuma gecesi Seyrantepe’de oynanan bir maçta, iki büyük kulübün neredeyse tüm sporcularının ve teknik heyetlerinin karıştığı “bar kavgası” seviyesizliğindeki toplu yumruklaşma ve tekmeleşme de, toplumun tüm kesimlerine “pes” dedirtti. Mahalle aralarındaki arsalarda, halı sahalarda ya da okul bahçelerindeki çocuklara kötü bir “ders-kurs-eğitim” niteliğinde bir naklen gösteriydi o sahneler. Oyun oynanırken birbirlerine sert bile girmemiş koca koca adamlar, bir tanesinin tek bir efelenmesi ve tokadı ardından, içlerindeki tüm kini ve öfkeyi kustular birbirlerine.
İçinde yaşadığımız topraklarda okul bahçelerinden karakollara, eğlence mekânlarından hastane acil servislerine, hatta oturma odalarına kadar uzanan geniş bir platformda, hemen her dakika şiddetle birlikte yaşıyoruz.
Sadece fiziki şiddetten söz etmiyorum tabii.
Aç televizyonu, adamın biri gece gündüz bağırıyor suratlarımıza karşı. “Yau!.. Bee!.. Bunlaaaar!.. Yok öyleee!.. Eyyy!..” diye.
Bu da şiddet değil mi?
Hâkiminden akademisyenine, gazetecisinden öğretmenine, siyasi karşıtından yabancı devlet adamlarına kadar cem-i cümlesine atarlanan, “gider yapan”, hörelenen birinin bağırışlarını haykırışlarını neredeyse tüm kanallardan aynı anda dinlemek, şiddete maruz kalmak değil de nedir?
Bir ayı aşkın bir süredir neredeyse her haber bülteninde, malum Arap gazetecinin nasıl boğazlandığını, cesedinin kaç parçaya ayrılıp nerelere dağıtıldığına ilişkin haber ve yorumları, tahminleri, senaryoları dinliyor olmak da, şiddetten dolaylı nasibini almak değil mi?
Ağızlarını her açtıklarında, politikacıların “Kodum mu oturturum, haddini bildiririm, sokağa çıkamaz hale getiririm” tadındaki sözlerini dinlerken nasıl hissediyor insanlar kendilerini?
Hastane acil servislerinde-koridorlarında bile, can kurtarmak için çırpınan personele tekme-tokat-yumruk-sopa-silahla saldıranların ruh halini izah için ciltler hacminde doktora tezleri yazılsa yeter mi?
Bu moddan, bu ruh halinden, bu durumdan bir an önce kurtulmamız gerektiği ortada. Bir şeyler yapmalı.
Yoksa, kırıp geçireceğiz birbirimizi. Yok olacağız.
Aynaya bakmanın zamanı geldi, geçiyor bile.
Bakın, malum maçtaki seviyesiz toplu şiddet gösterisinin gölgesinde kaldı, o gencecik sporseverin, Fenerbahçeli Koray Şener’in maç öncesi ölümü. Yasını bile doğru dürüst tutamadı bu ülke.
Yazık değil mi?
Sarı-lacivert ışıklar içinde uyu evlat. 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Mektep... 29 Aralık 2021
Yandaşlık zor zenaat 24 Aralık 2021

Günün Köşe Yazıları