Prof. Dr. Mehmet Haberal...

11 Kasım 2018 Pazar

Silivri günlerinde ucu bucağı belirsiz mahpusluğu ayakta geçirmenin başlıca yöntemi okumak ve yazmaktı.
Haftada bin sayfalık okuma fena tempo sayılmazdı. Yazma ise sadece elle. Silivri mahpushanesinde daktilo, bilgisayar henüz keşfedilmemişti. Bir tükenmez kalem ucuyla 20-22 satırlık 25 sayfa yazılıyordu. Sağ el yorulunca, sol elle de yazma becerisini kazanmak iyi bir zenginlik oldu.
Bir gece hücrede kendimle başbaşa kalemi sağ elimden sol elime devrederken Prof. Dr. Mehmet Haberal’ı düşündüm. Gündüz duruşma vardı. Verilen uzun arada dört saat kadar sohbet ettik. Tutukluluk halinin kabul edilmezliğine ilişkin sözlerden sonra konu Türkiye’nin geleceğine, eğitimin durumuna, oradan organ nakline ilişkin bitip tükenmek bilmeyen çabalarına geldi.
Prof. Haberal, en çok hastalarından, organ nakli ameliyatlarından ayrı kalışına yanıyordu.
O gece şöyle düşündüm:
Arkadaş, sen elinde kalem, her şeye karşın işlevini sürdürüyor, kendini geliştirebiliyorsun; ya Haberal Hoca, hapiste körelir, neşter kullanma yetisini kaybederse!”
Bu içerde dışarda pek çok kişinin kaygısıydı. Zira tutukluluğun yanı sıra yöneltilen suçlamalar, yargılama şekli vahşiceydi. Örneğin; Haberal’ın memleketi Rize’de eski adı Haçapit olan bir yerleşim yeri var. Defterindeki, “Haçapitli bir grup gelecek” notu kendisine şöyle sorulmuştu:
Hoca tipli bir grup gelecek derken, neyi kastediyorsunuz?”
Yargılama öylesine kin, cehalet ve görevlendirilmişlik ruhuyla yapılıyordu ki, soruların mantığı şuydu:
Çok sık organ naklinden söz ediyorsunuz. Hangi yayın organıyla kime ne tür fikirler naklediyordunuz?”

                                                                      ***

 9 Kasım’daki Cumhuriyet’te arkadaşımız Sinan Tartanoğlu’nun Prof. Haberal’la Organ Bağışı ve Nakli Haftası nedeniyle yaptığı söyleşiyi okurken bunlar geçti gözümün önünden...
Prof. Haberal, özgürlükle birlikte en çok sevdiğine, yani neşterine sarıldı, yaşamı en çok duyumsadığı yere, yani ameliyathaneye girdi... Dört yıllık geri gelmez kayıp zamanın dışındaki hiçbir şeyi yitirmemişti...
Haberal Hoca’yla zaman zaman mevsim kışsa sahlep, yazsa neskafeli süt içimi sohbet ediyoruz. Biraz gecikmişse ameliyathaneden geliyordur. İlk sözü, kulağa iki küpe taktım” der gibi şu olur:
Kusura bakma, iki karaciğer bir böbrek taktım. Biraz uzadı...”

                                                                      ***

 43 yıl önce, 3 Kasım 1975’te ilk böbrek naklini gerçekleştiren Prof. Haberal, bugün Dünya Organ Nakli Derneği Başkanı. Geçen günlerde Başkent Üniversitesi’nin 25. kuruluş yılı töreninde Japonya’dan Arjantin’e, Ürdün’den Kanada’ya, Azerbaycan’dan Mısır’a kadar pek çok ülkeden organ nakli uzmanı da vardı. Prof. Haberal bize bu alanda bir dünya devleti olduğumuzu hissettirdi.
Bütün bunların üstünde, deyim yerindeyse Haberal anayasasının” ilk maddesi şudur:
İyi ki ülkemiz var. İyi ki Atatürk’ümüz var. Ben odun ateşinde okudum. Şimdi lazer ışığında bilim yapıyorum. Bunu Atatürk’e borçluyuz.”
Hiçbir şey Prof. Haberal’ı Atatürk sevgisinden, meslek aşkından, halka inancından, devlete bağlılığından koparamadı. O anayasanın son maddesi de şudur:
İktidarlar gelir geçer, asıl olan devletimizdir.”
Türkiye Cumhuriyeti’ni her şeyden önce işini iyi yapan, Atatürk’ü gerçekten özümsemiş yurtseverler ayakta tutuyor.

 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

ABD ile Hamas gerilimi! 24 Nisan 2024
Istakozgiller! 23 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları