Öner Yağcı

Ustalarımız…

08 Aralık 2018 Cumartesi

1 Aralık’ta Refik Durbaş’ın aramızdan ayrıldığı haberi geldi. Bu haber, dil devriminden sonra çağdaş edebiyatımızın öncüleri olarak sapasağlam bir temel olan usta edebiyatçılarımızdan sonraki kuşağın da artık birer birer hoşça kalın dediğini duyumsattı bana.
Genç kuşaktan Eren Aysan, Durbaş’la ilgili yazısının sonunda onun “Şarabı sev, tütünü incitme, beni de unut artık!” dizelerini aktararak soruyor: “Sen hiç unutulur musun Refik Abi?”
Unutkanlık belleğe sahip çıkmamanın adıdır. Biz unuttukça adaletsizlik egemen olur. Toplumsal belleğin düşünsel kaynaklarının kurutulması, bir toplumun körleştirilmesi, sağırlaştırılması, değer yitimine uğratılması; vicdansızlaştırılmasıyla, ahlaksızlaştırılmasıyla eştir.
Kültürel belleğimizi bugüne, geleceğe taşımamak bir topluma yapılacak en büyük kötülüktür. Şimdi tüm insanlıkla beraber bu kötülüğü yaşıyoruz. İktidar sahipleri, toplumun belleğinin diri kalmasını istemezler; köleleştirilmiş bir toplum böyle yaratılır. Ama bilim ve sanat, felsefe ve siyaset adamlarının bütün bu olumsuzluklara karşın ürettikleridir toplumu aydınlık geleceğe taşıyacak olan.
Durbaş’ı uğurlarken, onu da var eden ustalarımızın emeğinin boşa gitmediğini düşündüm. Pırıl pırıl Türkçeleriyle yarattıkları yazınsal yapıtlarıyla Cumhuriyet edebiyatını yaratan ve kendilerinden sonra gelen kuşaklara kitaplıklar dolusu yapıtlar armağan eden ustalarımızın o kitapları birkaç kuşağa insan olmamızın anlamını, inceliklerini, gerektirdiklerini öğretti.
Usta edebiyatçılarımızı seviyorum. Onlardır yolumuzu ışıtan. Her birinden bir şeyler öğrenmek, her birinden ayrı güzellikler kapmak gibisi var mı?..

***

O kuşakların sürdürücüsü olarak onların belleklerden silinmemeleri, unutulmamaları, geleceğe akmaları için terimizi esirgememek ve yeni kuşakların da edebiyat zincirine yapışmaları için elimizden geleni yapmak zorunda olduğumuz bilincinden uzaklaşmamalıyız. Bu yapılmazsa edebiyat gelişemez, yenilenemez, yaşama sahip çıkamaz? Ki edebiyatın, yazarların, yayıncılığın, kitapçılığın nereye, nasıl evrildiği konusunda Köşeden saptama ve düşüncelerle gerçeği arama çabalarım sürecek.

***

Her şeye karşın Nâzım Hikmet, Sabahattin Ali, Aziz Nesin, Rıfat Ilgaz, Sait Faik, Halikarnas Balıkçısı, Orhan Veli, Dağlarca, Orhan Kemal, Yaşar Kemal, Attilâ İlhan, Can Yücel, Necati Cumalı, Muzaffer İzgü, Cemal Süreya’nın birçok kitabını bulabiliyoruz. Tüm bu ustalarımızla ilgili kitaplarsa onları daha da büyütüyor.
Ceyhun Atuf Kansu’nun, Oktay Akbal’ın yeni kitapları raflarda yerini alıyor. Emin Özdemir’in bir kısım kitaplarıyla buluşabiliyoruz. Fakir Baykurt’un her biri roman olan özyaşamöyküsü cilt cilt yayımlanıyor. Talip Apaydın, Mahmut Makal, Samim Kocagöz’ün kitaplarının yeni basımlarını görüp mutlu oluyor, Melih Cevdet, Başaran, Dursun Akçam, Ümit Kaftancıoğlu’nun kitaplarının çoğunu bulamamanın burukluğuyla doluyoruz. Sabahattin Eyuboğlu, Vedat Günyol, Dinamo, Bilbaşar, Şükran Kurdakul, Bekir Yıldız kitaplarının “yok gibi” olmasına ise hüzünleniyoruz.
M. İlhan Erdost, Orhan Karaveli, Hıfzı Topuz, Adnan Binyazar, Osman Şahin gibi yaşayan ustalarımız yaratmaya devam ediyor.
Çok borcumuzun olduğu tüm ustalarımızın adını bir yazıya sığdırmak elbette olanaksız.
Köşeden’de her biriyle ilgili yazacağım.
Namık Kemal’lerin, Tevfik Fikret’lerin temelleri üzerinde Türkçenin güzelliğini keşfederek sunduğu yapıtlarıyla bizi, yaşamımızı, dilimizi, dünümüzü geleceğe taşıyan böylesine görkemli bir mirasa sahip olan edebiyatımız yenilir mi hiç?..  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Okumak 16 Mart 2024

Günün Köşe Yazıları