Zehra Yıldız: Kayan bir yıldızdı

12 Aralık 2018 Çarşamba

Yirmi bir yıl önceydi. Soprano Zehra Yıldız bir 12 Aralık gecesi Heidelberg’de bir beyin kanamasıyla kaydı gitti aramızdan. O gece Beethoven’in Fidelio operasında başrol oynamıştı. Eşi tenor Süha Yıldız, Zehra’nın anısını yirmi bir yıldır canlı tutuyor. Onun adına kurulan vakıf ve düzenlenen anma geceleriyle genç şarkıcıları tanıtıyor. Bu arada yalnız sahneye yeni çıkan operacılar değil, yurtdışında ün yapmış nice genç operacımız da dünyanın dört bir yanından gelip Zehra Yıldız için şarkı söylüyor. Uluslararası üne kavuşan birçok operacımızın ilk sahne deneyimi Zehra’yı anma konserlerinde olmuştu. Örneğin bas Burak Bilgili gibi. Bu yıl da son yıllarda olduğu gibi Kartal Belediyesi Bülent Ecevit Kültür Merkezi’nde ve Boğaziçi Üniversitesi Albert Long Hall’de Zehra’yı anıyoruz. Zehra’nın sanatçıları arasında bu kez de çok ünlenmiş isimler var: Soprano Burcu Uyar, bariton Caner Akgün, tenor Muzaffer Soydan, mezzosoprano Barbora Fritscher Hitay ve piyansit Christian Koch. Bu akşam Boğaziçi Üniversitesi’nde Zehra’nın da sesini dinleyeceğimiz programda onun dağarcığındaki aryalar ve düetler yer alacak. Zehra bu zamansız ölümün pençesine düşmeseydi, herhalde yıllar boyu dünyanın nice ünlü sahnesinde “Türk soprano” olarak göğsümüzü kabartacaktı.

İDSO’da genç bir şef ve genç bir solist
Müzikçiler arasında küçücük yaşlarında önce piyanistler ve yaylı çalgı çalanlar çıkar ortaya. Sonra bedenin gelişmesine orantılı olarak, üflemeli çalgı çalanlar, vurma çalgıcılar, daha sonra şarkıcılar-operacılar ve en son olarak orkestra şefleriyle tanışırız. Şeflerin gördüğü uzun eğitim süreci bu zamanlamayı uzatır. Onların olgunlaşıp, kişiliğini bulması daha uzun zaman alır. Bir çalgıda yoğunlaştıktan sonra orkestrayı tanıması, insan ilişkilerini geliştirmesi, disiplinli olduğu kadar alçak gönüllülüğü de elden bırakmaması gibi etmenler teknik üstünlüğünü pekiştirecektir. Özellikle romantik ve post romantik bestecileri yönetmesi için bir şefin kocaman çalgı topluluğuna hâkim olması gerekir. Çünkü artık yalnız tempoyu, ses yüksekliklerini ya da ifadeyi vermekten öte, filozofça bir bakış açısı kazanması söz konusudur. Beethoven ile başlayan romantizm akımında orkestrayı bir yanardağ gibi patlamaya hazır tutmak, ya da incecik işlemelerle ayrıntılara lezzet katmak şefin elindedir.
Geçen cuma akşamı İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası’nın Caddebostan Kültür Merkezi’ndeki konserinde işte böyle gencecik bir şef ve piyanistle tanıştık. Orkestra yönetimini cesareti için kutlamak gerek. Zira kapı geliri için çok ünlenmiş isimlere itibar edilir. Oysa bu konserde şef Dağhan Doğu’yu ve piyanist Ferhat Can Büyük’ü dinlemek için gelenler yer bulamayınca merdivenlere bile oturmuşlardı. Her ikisini de ilk defa dinliyorduk. Dağhan, Bilkent mezunu. Sonra St.Petersburg’da ve İngiltere’de eğitim görmüş. Bestecilik çalışmaları bir yana, zarif yönetimi, orkestraya hâkimiyeti, soliste eşliği, Eroika senfonisindeki ateşli yorumu kayda değerdi. Ferhat ise henüz 20 yaşında. Meral Yapalı ile piyanoya başlamış, çeşitli uluslararası ustalık sınıflarına katılmış, halen eğitimine Polonya’da devam ediyor. Beethoven’in 3. Piyano Konçertosu’nda kendine has bir söylemi olduğunu kanıtladı.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Eski bayramlar 10 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları