Geçmişten Günümüze

24 Eylül 2008 Çarşamba

Geç gelen adalet, adalet değildirsözünü ilk kez kim söylemişse ne kadar doğru söylemiş.

Kocaeli Üniversitesi Hastanesi yoğun bakım servisinde yaşam savaşı veren Şener Eruygurun 78 gündür tutuklu olarak yattığı Kandıra Cezaevinden salıverildiğini bildiren gazete haberlerini okurken bu sözü bir kez daha hatırladım.

Zira haberi duyuran gazetelerin hemen tümü, dünkü Cumhuriyetin manşetinde olduğu gibi Komada Tahliyeden söz ediyordu.

Hastane yetkilileri, hayati tehlikesi süren emekli orgeneralin, bu nedenle uykuda tutulduğunu ve en az on gün daha yoğun bakımda kalacağını söylemişlerdi...

Hücresindeki merdivenlerden inerken baş dönmesi sonucu düşen ve beyin kanaması geçiren yüksek tansiyon hastası olan Ergenekon şüphelisi Şenuygur, demek ki, bu gerekçe ile salıverilmesini isteyen İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının talebinden de nöbetçi Ağır Ceza Mahkemesinin kararından da habersiz derin uykusunu sürdürüyordu?

Komada olanlar acaba rüya görürler mi? Görseler de koma halini atlattıktan sonra hatırlamaları söz konusu değil ama Eruygurun 78 gün önce sorgusu yapılırken yargıçlara ısrarla yüksek tansiyon hastası olduğundan söz ettiğini, ancak sonuç alamadığını yılların yargı muhabiri Saygı Öztürk, Hürriyet gazetesinde geçen hafta duyurmuştu.

Hiç kimsenin yargıçların takdir haklarını şu ya da bu şekilde kullanmalarından ötürü, elbette eleştiri yapması düşünülemez. Ama inanmak istiyorum ki, delilleri karartma ya da yok etmek gibi, kaçma olasılığı da söz konusu olmayan yaşlı, hasta ve ülke tarihine iz bırakmış bir kişinin, sadece bir tedbir olarak tutuklanma kararını verenler de Şener Eruygurun bir an önce sağlığına kavuşarak evine dönmesi için dua edenler arasındadır.

Tsunami gibi...

Ergenekon soruşturması gibi bir ülkenin adalet arşivinde en önemli olaylar olarak anımsanacak olaylar, tıpkı bir kasırga ya da tsunami olarak gelir. Gelişin ilk haberlerinde görev alan herkesin, mesleklerinde eskidikten sonra, geçmişin muhasebesini yaparlarken nasıl yönlendirilmiş olduklarını hatırlamamaları imkânsızdır.

Güvenlik görevlilerinden başlayan, yargı mensupları ile gelişen o tür davalardan, gazetecilerin de etkilenmemesinin kaçınılmaz olduğunu da söylemeliyim.

Bugün o soruşturma ile ilgili haberleri okurken eski bir gazeteci olarak yukarıdaki kaçınılmazsözcüğünün onca deneyimimin sonucu olduğunu da bütün tazelikleri ile hatırlıyorum.

Yaşasalardı, İzmir Suikastı Davasını gören İstiklal Mahkemesinin hâkimleri, Başvekil İsmet Paşanın Gaziye ısrarlı başvurusu olmasaydı, Kâzım Karabekiri nasıl idama mahkûm edeceklerini anlatırlardı.

Yine yaşasalardı, 1960 ihtilalinin Yüksek Adalet Divanı Başsavcısı Altay Egesel, rahmetli Menderesin kasasından çıktığını söyleyerek elinde salladığı bir iç çamaşır hikâyesinin iç yüzünü açıklardı. İhtilal Komitesi sözcüsü olarak merhum Albay Ertuğrul Alatlı, Demokrat Partililerin onlarca genç öğrenciyi öldürtüp Et Balık Kurumu tesislerinde kıyma haline getirdiklerini içeren ajitasyonun sözcüsü olduğu için pişmanlığını söylerdi.

12 Mart darbesinin Deniz Gezmiş ve iki arkadaşını sehpaya gönderen ekipten hayatta olanlar, o günlerde hangi baskılarla o senaryoda görev aldıklarını dışa vurmasalar bile, eminim kendi vicdan hesaplaşmalarında bugün de canlı tutmaktadırlar.

Özellikle darbe dönemlerinde yargının, kudret sahiplerinin baskısı altında tutulmaması düşünülemez. Yargı gibi medya da o baskının etkisi altında kalmamak için adeta yaşam savaşı verenlerin sayesinde, en az hasarla o dönemleri atlatmıştır.

Ya bugün? Bugün Başbakan da Adalet Bakanı da yargının baskı altında olmadığını sürekli söylüyorlar. Ne ki, 12 Eylül anayasasının özellikle adalet mensuplarının özlük haklarını kollayan Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna Adalet Bakanının başkanlık etmekle kalmayarak bir de bakanlık müsteşarını doğal üye olarak görevlendireceğini söyleyen 159cu maddesi bir Demokles kılıcı gibi o kurulun üstünde durmayı sürdürüyor.

Ne Başbakandan ne de iktidarın bir başka yetkilisinden bu kalın ve kaba müdahalenin anayasadan çıkarılıp atılmasına dönük bir girişimin olmayışı, nihayet yüksek kurulun saygın üyelerini harekete geçirmiş.

HSYKnin yeni Başkanvekili Kadir Özbekin elinde elbette söz konusu değişikliği yapacak olanak da güç de yok. Ama sayın başkanvekili, makam odasında bulunan Adalet Bakanlığı flamasını kaldırtıp yeni flama için çalışmalara başlatarak bu anayasal kurumla ilgili bilgilerin bugüne kadar yer aldığı bakanlık internet sitesinden ayırarak yola çıkmış.

Dünkü Akşam, yargı mensuplarını siyasal iktidarların gözetim ve denetiminden çıkartmayı amaçlayan bu önemli girişimi isyan bayrağı olarak değerlendiriyordu.

Adaletin herkese, hepimize lazım olduğunu unutmayan herkesin, özellikle politikacıların da adalet mensuplarının ve o arada baroların da bu HSYK üyelerinin özerklik girişimlerine yürekten destek olmaları gerekiyor.

Faks: 0 216 302 82 08 obirgit@e-kolay.net



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları