Ağabey Seni Gözetliyor!

24 Eylül 2008 Çarşamba

Başbakan Recep Tayyip Erdoğanın bayılmasına neden olan ister sara ister şeker hastalığı olsun, sonuçta doğal bir sağlık sorunudur. Elbette Allah şifalar versin, geçmiş olsun deriz. Ancak dikkat ettiniz mi bilmiyorum! Başbakan, özellikle Anayasa Mahkemesinin AKPnin kapatılmasını durduran kararından sonra açıyor ağzını yumuyor gözünü

Doktor değiliz, ama Başbakanda hazımsızlık olduğunu gözlemliyoruz. Sindirim sistemi doğru çalışmadığı için sanki ağız ishaline tutulmuş gibi! Bu hastalığa dahiliyeciler mi yoksa psikologlar mı tanı koyarlar, ne tedavi önerirler, bilemeyiz. Öfkesini dikkate alacak olursak herhalde Başbakana psikologların tanı koymaları gerekecek. Ben Başbakanın öfkesinden çok memnunum. Gerçek niyeti, gerçek yüzü, bilinçaltı ortaya çıkıyor. Lütfen Başbakanın öfkesini engellemeyiniz. Bırakın istediği gibi konuşsun. Lütfen Başbakanımızı sıkboğaz edip boğazını sıkmayın ki ağız ishali sürsün!

Yine dikkat ettiniz mi bilmiyorum! Yargıtay Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkayanın AKPnin kapatılması için Anayasa Mahkemesine başvurduğu günlerde, Ergenekon davasında bilmem kaçıncı tutuklama dalgası yaşandı. Alman mahkemesi Deniz Feneri yolsuzluğu olayı ile AKPyi sallamaya başlayınca, Ergenekon davasında ünlü kişilerin ve genç teğmenlerin tutuklanmaları ile Deniz Feneri söndürülmek istendi.

Ergenekon tutuklamalarında insanların evleri keyfe keder aranıyor. Anayasanın 20. maddesi ne diyor: Kanunun açıkça gösterdiği hallerde, usulüne göre verilmiş hâkim kararı olmadıkça; gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunla yetkili kılınan merciin emri bulunmadıkça, kimsenin üstü, özel kâğıtları ve eşyası aranamaz ve bunlara el konulamaz.

Anayasa Mahkemesi Başyargıç Yardımcısını polis izliyor, eşinin telefonları dinleniyor, gençlerin chat (söyleşi) dedikleri türde genç teğmenlerin aralarındaki internet iletişimleri izleniyor. Utanmasalar, eşi gibi yüce mahkemenin yargıcını da sorgulayacaklar ya da söyleşi kurbanı teğmenler gibi tutuklayacaklar. Birkaç gün sonra bir de bakıyoruz yandaş basına, el konulan belgeler ve özel telefon konuşmaları sızdırılmış.

İngiliz yazarı George Orvellin “1984” romanında; bir ülkede, demokrasi elden gittikten sonra bir diktatörün teknik araç kullanımıyla toplumun tüm bireylerini nasıl izlettiği anlatılıp totaliter düzenler eleştirilir. Türkiyede demokratik yoldan, yüzde 47 oyla iktidara gelmiş AKP iktidarının başı, “1984”ün Ağabey seni gözetliyor benzeri bir yolda bilinçli adımlarla ilerliyor.

Anayasanın 22. maddesi ne diyor: Herkes haberleşme hürriyetine sahiptir. Haberleşmenin gizliliği esastır. Kanunun açıkça gösterdiği hallerde, usulüne göre verilmiş hâkim kararı olmadıkça; gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunla yetkili kılınan merciin emri bulunmadıkça; haberleşme engellenemez ve gizliliğine dokunulamaz.

Anayasanın 26. maddesine de göz atalım: Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar. Bu fıkra hükmü, radyo, televizyon, sinema veya benzeri yollarla yapılan yayımların izin sistemine bağlanmasına engel değildir.

Başbakanımız basına boykot çığlıkları attı. Basın; radyo, TV, sinema, internet gibi bir yayın kurumudur. Tüm dünyadaki demokratik anayasalar, kısaca 4Y diye ifade edeceğim Yasama, Yürütme, Yargı, Yayın özgürlüğü ilkesine dayalıdır. Anayasamızın 28. maddesi Basın hürdür, sansür edilemez. Basımevi kurmak izin alma ve mali teminat yatırma şartına bağlanamaz der, Devlet, basın ve haber alma hürriyetlerini sağlayacak tedbirleri alır diye devam eder.

Minareler süngümüz, camiler kışlamız sözlerinden sabıkalı, Anayasa Mahkemesi kararı ile laiklik karşıtı odağın başı cami duvarına değil de bu ağızla Anayasa Mahkemesi duvarında yeni kabahatler işliyor. Ne demişler? İktidar bozar, mutlak iktidar mutlaka bozar!

 

Deniz Feneri Söndürülmüyor!

 

Herhangi bir ülkede ekonomik durum bozulmaya, halk günlük yaşamdan yakınmaya başladığında iktidarlar, seçmenlerin dikkatlerini yarattıkları yapay sorunlara çekerler. Galiba Erdoğanın simidi Ergenekon olmalı.

Anlamadığım bir nokta var! Alman polisi Deniz Feneri yolsuzluğuna el atıyor. Hazırladığı belge ve bilgileri savcıya veriyor. Savcı mahkemeye başvuruyor. Yargıç, sanıklar hakkında ceza kararları vermekle kalmıyor, Almanya ayağının gerçekte bir buzdağının suyun üstünde kalan dalları olduğunu, kökünün Türkiyede bulunduğunu açıklıyor.

Mahkemede açıklandığına göre Alman Büyükelçisi Eckart Cuntz on ay önce Başbakanı ziyaret ederek, Türkiyede hükümlü bir Almanın uzun süredir yattığını anımsatarak, bir anlamda şefaat dilemiş, bir hafta sonra da Adalet Bakanına aynı konuyu açmış. Başbakan ve Adalet Bakanı da Büyükelçiye mukabele-i bil misil gibilerden Almanyada soruşturması süren Deniz Fenerinin Türk sanıklarından söz ederek, şefaate şefaat dilemişler.

Başbakan, Bakan; Deniz Feneri yolsuzluğunu biliyorlar, şefaat diliyorlar, ancak Türkiyedeki sanıkları hakkında o gün bugündür dava açılmıyor! Buna Osmanlı bürokrasisinde sumenaltı ya da halk deyimiyle hasır altı etmek denilmez mi? Başbakan ile Bakanın bu davranışları Türk Ceza Yasasının görevi ihmal suçuna girmez mi?

Haydi diyelim o zaman pas geçtiler. Alman yargıcının kararını ihbar kabul edip savcılar neden harekete geçirilmedi? Ankara Savcılığı, İşçi Partisinin 3 Eylüldeki suç duyurusu üzerine olay hakkında açtığı dosyayı bir basın savcısına verdi. Başsavcı Hüseyin Boyrazoğlu Suudi Arabistana umreye gittiğinden soruşturma için dönüşü bekleniyor. Bütün soruşturmalar başsavcının dönüşünü mü bekliyor? Deniz Feneri bir dernek Dernekler, İçişleri Bakanlığının idari denetimine tabi! On aydır İçişleri Bakanlığı Deniz Feneri hakkında neden idari denetim yapmadı?

Aklıma iki yol geliyor! Acaba Ergenekon savcısı ile Deniz Feneri savcılarının görevleri takas mı edilmeli? Türkiyeye yabancı sermaye geliyor. Başbakan Yabancı doktor ithal edelim diye tutturmuştu. Takas yapılamazsa, Almanyadan savcı ve yargıç ithal edilse acaba nasıl olur? Yabancı doktor ithali konusunda Başbakan bindiği dalı kesiyor. Yabancı doktorların hakkında vereceği raporun sonucuna kolay katlanamaz sanırım.

Türkiyede Cadı Kazanı Yaşanıyor!

İki yıl önce Tahranda internetten iletilerime bakmak istemiştim. Bağlantımı yapan Superonline sitesine girmek istedim. İrandaki mollarşi Türkiyede Superonline sitesini yasaklamıştı. Yasak bu kadar da değildi! Türkiye Diyanet İşleri Başkanlığının resmi sitesi bile yasaklanmıştı! Orada komünist, faşist bir totaliter rejim yoktu, ama köktenci totaliter rejim internet özgürlüğünüze el koymuştu.

Tüm okurlardan bir ricam var! Google arama motoruna giriniz, Bu siteye erişim engellenmiştir yazdıktan sonra ara sözcüğünü tıklayınız. 2006da başlayan, ancak 2008de yoğunlaşan “…bilmem neresi sulh ceza mahkemesinin kararı ile Telekomünikasyon Başkanlığınca engellenmiştir uyarılı yüzlerce siteyle karşılaştığınızda şaşırmayınız.

Erişimi engellenenler arasında ünlü düşünürler J.J. Rousseau ve Voltaire bağlantılı bazı siteleri de görebilirsiniz. Bu sitelere İngiliz Doğa Bilimci Charles Darvin karşıtı bir Türk din istismarcısının kitabını eleştiren İngiliz doğa bilimci Richard Davkinsin sitesinin de eklendiğini, Guardian gazetesindeki alaycı bir haberden de okuyabilirsiniz.

Economist dergisi Ak Parti artık beyaz değil diye alay ediyor. AB ve yabancı basın kuruluşları, AKPnin takıyyesinden yeni uyandıklarını gösteren tepki demeçleri vermeye başladılar. ABD Büyükelçisi Ross Vilson bile nazik bir dille eleştiriyor.

Türkiye, bugün AKP sayesinde, tiyatro yazarı Arthur Millerin 1953te yazdığı The Crucible (Cadı Kazanı)” oyununda 17. yüzyıl sonunda Salem kentindeki cadı avı günlerini yaşıyor. Yazar, oyunda ABDde komünizm karşıtlarına karşı McCarthyism uygulamasına gönderme yapmaktaydı. Ergenekon ile benzerlikler içeren bu oyunu acaba Kültür Bakanı Ertuğrul Günay Devlet Tiyatrosunda sahneletip, Anadoluda dolaştırıp TRTde ekrana yansıtamaz mı?

 

Elmek: [email protected]\tFaks: 0312. 442 79 90



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları