Mehmet Faraç

Boykot ve Şiddet!..

24 Eylül 2008 Çarşamba

Hürriyetin genel yayın yönetmeni Ertuğrul Özkök cumartesi günü,Ya biat ya cihadbaşlıklı yazısında, 1970li yıllarda Dev YolunCumhuriyet Gazetesini satın almayın kampanyasını anımsatırken konuyu Tayyip Erdoğanın gazete boykotuna getirmişti. Özkök, Bakın Dev Yolun Cumhuriyet Gazetesine uygulamaya çalıştığı zorbalıktan çıkıp nereye geldik. İkisi de zorba ideolojilerin gençlik hastalığıdırdemişti.

Haluk Şahin ise aynı günkü Radikalde,Bu ülkede birçok kişinin salt Cumhuriyet gazetesi okudukları için dövüldükleri, hatta öldürüldükleri unutulmasındiyerek zorbalığın şiddete dönüşmesine dikkat çekmişti.

Boykot-zorbalık-şiddet üçgeninin daha kanlı sayfaları vardır: Gazete boykotuna eskiden terör örgütleri başvururdu. Hizbullahçılar 1993-1998 yılları arasında, PKK propagandası yapıyor diye Gündem ve Özgür Halk gibi gazetelerin satışını engellemek için camilerde, medreselerde fetvalar verirlerdi! Boykot çağrısı bir süre sonra şiddete dönüştü. Hizbullahın İlim kanadıHizbulkontratanımlamasına kızarak 13 gazeteciyi öldürdü. Örgüt yandaşları gazete bayilerini yaktı hatta satıcıları katletti.

PKK de zaman zaman örgüt aleyhtarı yayınlara kızınca tehditler savururdu. Güneydoğuda, 1990lardaki Mehmetçik basınını okumayınboy-kotu bir süre sonra medya ambargosuna dönüşmüştü. PKKliler 13 Ekim 1993te tüm gazetelerin Diyarbakır temsilcilerini Güneydoğu Gazeteciler Cemiyetine çağırdı. Sonra hepsini bir minibüse bindirip Kulp ilçesi kırsalına götürdü ve Güneydoğuda gazeteciliğin yasaklanması ve büroların kapatılması kararını dikte ettirdi! Muhabirler can havliyle bölgeyi terk etti. Ambargo haberini Cumhuriyetin Urfa bürosunda otururken kendisini PKK GAP eyalet komutanıdiye tanıtan Hasan Oğaç telefonla bana da bildirmişti. Oğaç yıllar sonra Kuzey Irakta bir çatışmada öldürüldü.

Erdoğanın boykot istemi Haluk Şahinin, Ya yarın Hürriyet, Milliyet gazetesi taşıyanlara saldırılar başlarsa? Onları satan bayilere saldırılırsa?şeklindeki kaygılarıyla birleştiğinde ileride nelerin olacağını kimse kestiremez. Ancak Başbakanın boykot çağrısının, kitleleri cahil, habersiz, ilgisiz bırakarak istediği gibi kontrol etmek isteyen feodal ağa ve şıhların, zorbaların tavrından farklı olmadığını artık herkes biliyor! Erdoğan gazete boykotuyla yüzde 47yi saflarında tutmak istiyor. Bu yüzden kendisine oy verenleri, Şaban Dişlileri, Zahid Akmanları, yolsuzluğa bulaşmış belediye başkanlarını, partisine yakın Deniz Feneri vurguncularını yazan gazetelerden uzak tutmak istiyor! Erdoğan, AKPnin hızla tükenişe gittiğini manşetten indirmeyen fısıltı gazetelerini nasıl susturacak acaba?

Forsa!..

Nazlı Ilıcak, Şaban Dişlinin rüşvet olayı ve Deniz Feneri vurgunuyla ilgili eleştirileri nedeniyle bir süredir Sabah gazetesinde kıskaca alınmıştı. 14 Eylülden itibaren 4. sayfadaki köşesinde yazmadı. Dünkü Sabah gazetesini alanlar Ilıcakın yazısını 25. sayfada buldular. Ilıcak Dostlara teşekkürbaşlığı altında hem Hiç değilse Yavuz Donatın sayfasında yazayımdiye ısrar ettiğini yazmış hem de “4’ten 20li sayfalara kaydırılmak tenzil-i rütbedirdiye sitem etmişti! Nazlı Hanıma göre mağdur edilen değil mağdur eden kaybetmişti!.. O, dostlarının Sayfa önemli ama, yazarın niteliği daha önemlisözlerine dayanarak kendini teselli ediyordu! Bu yüzden, Faruk Nafiz Çamlıbelin Yassıadada yargılanan Demokrat Partililere yazdığı, Her gaza güttüğü davadan alır kıymetini / Rengi dönmez ne kadar ak demiş olsak karayaşeklindeki dörtlüğünü de köşesine almıştı. Ona göre bu satırlar,Değeri, mekân değil insan yaratırdüşüncesini savunuyordu!

Aslında tüm bu satırlar 25. sayfaya atılmanın acısını azaltmaya yönelikti!.. Ilıcak ya AKPye diklenmeye devam edecek ya da yelkenleri indirecekti! O, tıpkı Sabahtakihafifyazarlar gibi ikincisini seçti, iktidar gemicikinde forsa olmaktan kurtulamadı! Yolu açık olsun!..

Şeref!..

CHPli Kemal Kılıçdaroğlu son haftalarda AKPye kan kusturuyor. Rüşvet olayı nedeniyle Şaban Dişliyi istifaya götüren Kılıçdaroğlu, Deniz Feneri rezaletini de Türkiyenin gündemine soktu, AKPyi köşeye sıkıştırdı. Ülkenin Başbakanının son günlerdeki saldırgan üslubunun nedeni biraz da Kılıçdaroğlunun direnişidir. Başbakan pazar günü partisinin Kâğıthane ilçe kongresinde yine ağzını bozdu. Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fıratın kendisiyle ilgili iddialar ortaya atan Kılıçdaroğluna, Televizyona çıkalım, ispatlarsan milletvekilliğinden istifa edeceğimönerisini anımsatan Erdoğan, Ama sen ispatlayamazsan çık televizyona, ben şerefsizim, müfteriyim dediye bağırdı.

Erdoğan yine takıyyeye sığındı. CHP lideri Deniz Baykal yıllardır ErdoğanaMilletvekilliği dokunulmazlığını kaldıralımçağrısı yapıyor, ama Başbakan hep kaçıyor! AKP lideri son günlerde sıklıkla gündeme getirdiği şerefmeselesini dokunulmazlık konusunda niye ağzına almıyor acaba?.. Örneğin televizyon yerine dokunulmazlığını kaldırıp yargı önüne çıkması daha şereflice olmaz mı? Bu şekilde Türk halkı Erdoğanın belediye başkanlığı döneminden kalma Görevi ihmal, zimmet, kamu taşıma biletlerinde kalpazanlık, resmi evrak ve kayıtlarda sahtecilik, cürüm işlemek için teşekkül oluşturmakla ilgili dosyalarının içeriğini ve sonucunu da öğrenmiş olur!

İnsanlar oldum olası şereflerini adaletin önünde aklanarak pekiştirirler, televizyon ekranında değil!..

 

Erdoğan sık sık şerefkelimesini kullanıyor. Birilerine şerefsizderken, Şaban Dişlinin nüfuz suiistimali yaparken yakalandığını hatırlaması gerekir. Fukaraya destek olmak için toplanan paralarla ticaret yapmanın da şeref durumlarıyla ilgisi vardır. Hangi şerefsizlerinbu hırsızlıktan nemalandığını tespit etmek yerine başkalarına şerefsiz diye bağırmanın bir açıklaması olmalıdır.

Okay Gönensin, Vatan

Açık söyleyeyim; mesele bir siyasî parti ile bir medya grubu arasında sıkıştırılmış olmasa yalan ve iftira haberlerkonusunda yapılacak her makul çağrının doğru olacağına inanıyorum. Sivil bir çağrıya ihtiyaç var aslında. Çünkü gazetelerin asıl denetçisi tüketicidir. Bu bakımdan gecikmiş bir toplumsal tepkiden bile bahsetmem mümkün.

Ekrem Dumanlı, Zaman

Sırada İhlas mı Var?

Kombassan ve YİMPAŞın ardından yeşil sermayenin sahipleri Deniz Feneri vurgununun şokunu yaşıyor. Birileri bu şoku magazin sisinde karambole getirmeye çalışsa da, merhamet soyguncularının vicdanlarda yarattığı kanama sürüyor. Anadolu Müslümanı bu kan emicilerin din-iman söylemiyle yaptıklarını Allaha havale etse de, Alman yargısı olayın peşini bırakmıyor. Yeniçağda Sabahattin Önkibarın dünkü yazısından öğreniyoruz ki jandarma, İslami sermayenin bir başka kolu için harekete geçmiş. Önkibar, son aylarda Başbakan Erdoğan ve AKP için ortalığı süt liman gösteren manşetler atan Türkiye gazetesini de bünyesinde barındıran İhlas Grubuyla ilgili şunları yazmıştı:

Eşref Güre edebiyat öğretmeni. Somut belge ve bilgilerle Sanayi ve Maliye bakanlıklarına müracaat ederek İhlas için soruşturma talep etmişti. Güreye göre iki bakanlıkta başlatılan soruşturma siyasi otoritenin emriyle patinaj sürecine girmişmiş! Derken kısa bir süre önce ilginç bir gelişme olmuş. İki jandarma istihbarat subayı Eşref öğretmenle saatlerce İhlası konuşmuş. Ana konu İhlas Finansın içinin boşaltılması, İhlasın borsa işlemleri, hayali ihracat ve İhlasın yurtdışındaki varlıkları. Evet hakikatte İhlas Finansın kollanması olayı AKPnin hırsızlığa bakışında suçüstü halidir ve yolsuzluklara nasıl kol-kanat gerdiğini gözler önüne sermektedir.

 

e-posta: mfarac@cumhuriyet.com.tr



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Rahat Uyu Paşam!.. 10 Kasım 2009

Günün Köşe Yazıları