Olaylar Ve Görüşler

Düşünce özgürlüğü nerede başlar?

03 Ocak 2019 Perşembe

Özellikle bunalımlı toplumsal dönemlerde insanlar, sadece din alanıyla da sınırlı kalmayan zihinsel felce yakalanmaya meyillidirler. Bugün Türkiye’nin kitlelerine olan budur.

Soyut düşünme yetisi, güdüler ve duygular gibi biz insanların birlikte doğduğumuz özelliklerimizden değildir. Yaşayarak öğrenilir. Düşünmenin bulgulara, kavramlara, bilgiye ihtiyacı vardır. Kişi bunlardan uzakta ulaşmışsa yetişkinliğe, elbette düşünemez değildir; ancak düşüncesi tıpkı küçük bir çocukta ve/ veya canlıların gelişmiş türlerinin bireylerinde gözlemlenebildiği gibi yakın çıkarının ve zevkinin güdümünde olacaktır; bir adım ötesini göremeyecektir. Kişi bu halde kalmaya mahkûm mudur? Elbette hayır.

Aklını kullanmak
Akıl, bilgi ve estetik çağı olan Antik uygarlıklarda -ne yazık ki öbür yüzü şiddet ve köle emeği- düşüncelerini, ucu ölüme varsa bile, sözle ya da yazıyla dile getirmekten sakınmayan çok insan yaşamıştı. Nitekim uzun zaman sonra, 18. yüzyılda, Aydınlanma çağının öncü filozoflarından Kant’ın kaleminde, Aydınlanmanın motosunu oluşturacak olan “Sapere aude’’ (aklını kullanmaktan korkma) sözlerine ilk kez antik Roma şairlerinden Horatius’un mektuplarında rastlanmıştır.
İşte yukarıda örneğini verdiğim düşünce özürlü kişinin Kant’ın deyişiyle “insanın kendi kendini mahkûm ettiği toyluktan’’ kurtulup olgunlaşabilmesi için, ihtiyaç duyduğu şey bu iç özgürlüktür: Aklını kullanmaktan korkma!
“Sapere aude’’nin dünya literatüründeki iki belirişi arasında geçen uzun yüzyıllarda ne olmuştur? Batı’yı Hıristiyan dininin örgütlü bağnazlığı esir almış, dünyanın en eski uygarlıklarını yaratmış köleci Çin, Hint, Japon vs. doğu kültürleri ise kendi kendilerini yenileyemedikleri için çoktanrılı dinlerin devlet gücüyle birleşmiş bağnazlığına esir düşmüşlerdir. Müslüman Ortadoğu kültürlerinde Hallac-ı Mansur, Pir Sultan Abdal gibi bizim Sokrateslerimizin adedi fazla değildir. Avrupa kendisine– bir kısmı Müslüman Arap araştırmacıların çevirileri sayesinde - miras kalan antik Yunan ve Roma kültürünün etkilerine dayanarak, Bruno gibi sayısız cesur, özverili ve ilkeli bilimcilerin ve din reformcularının fiziksel varlıklarını kül eden yobaz ateşlerinin istemeden saçtığı aydınlıkta “cehaletin diktatoryasını” yıkmış; İslam âlemi ise devlet gücüyle dinin gücünü birleştiren ve kimi ülkelerde hâlâ olanca şiddetiyle süren bağnazlığın diktatoryasına kendini mahkûm etmiştir.
Dünya tarihinin bu çok kısa -ve elbette yetersiz özeti- ana hatlarıyla yanlış değildir sanırım. İslam âleminin kendi bağrından çıkmış antik metin çeviricilerinin mirasını ötelemesi ne garip bir tarihsel cilvedir! Bugün kendi topraklarından çıkan petrolü Batılı sömürücüye peşkeş çekip, kendileri servet içinde yüzerken, fiilen köle hayatı yaşayan soydaş ve dindaş kitlelerini inim inim inleten gaddar rejimler İslam âleminde başı çekmektedir.

Kendi dilinde ibadet
Bu tabloda açıkça beliren iki husus varır: Düşünce özgürlüğü mücadelesi Avrupa’da başlamıştır; ve öncelikle dinci bağnazlığa karşı verilmiştir. Bireyi kısıtlayan, toplumsal, iktisadi, kültürel tabulardan belki de hiçbiri, onun faniliğine dolanmış dinsel tabular kadar aklını kilitleyemez. İnandığının tersine bir düşünce ve /veya bilgiyle karşılaşmamak için dinsel metinlerin çevirilerinden ve dinlerin sosyal ve tarihsel yanlarını inceleyen araştırmalardan bilinçle uzak durarak, Kant’ın deyişiyle kendini “kendi icadı olan bir toyluğa’’ mahkûm edenlere - kültürlü insanlar arasında bile- hepimiz rastlamışızdır! Ne yazık ki özellikle bunalımlı toplumsal dönemlerde insanlar, sadece din alanıyla da sınırlı kalmayan bu zihinsel felce yakalanmaya meyillidirler. Bugün Türkiye’nin kitlelerine olan budur. Alınacak ilk önlem bireyin kutsal metinleri kendi dilinde okuyabilmesi, kendi dilinde ibadet edebilmesinin teşvikidir; tersinin teşviki değil.
Atatürk’ün dinde Türkçeleşmeyi savunmasının ana sebebi burada aranmalı, Ezanın Türkçeleştirilmesi de bu bağlamda değerlendirilmelidir. Kaldı ki Müslümanlığın Türkçeleştirilmesi, kimilerinin ısrarla iddia ettiği gibi Cumhuriyet devriminin başının altından çıkmış değildir. Taa Orta Asya’dan beri bu alanda çabalar tomurcuklanmış; Doğuya özgü tarihsel toplumsal nedenlerle filizler göverememiştir (Serdar Çirkin, “Türkçe Kuran’ın Bin Yıllık Öyküsü’’, Cumhuriyet gazetesi, 6 Aralık 2018).
Politikacıların unuttuğu bir şey var: Zihinsel felce uğramış kitleler, kendilerini perişan eden iktidarlara oy vermeyi sürdürüyorsa, '64insel önyargıları okşayarak kendinizi onlara sevdiremezsiniz. Size yandaş olmayanları etkileyebilmeniz, onları ezberlenmiş kalıplardan aklın aydınlığına çekebildiğiniz ölçüde mümkündür.  

Erendiz Atasü



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları