Örsan K. Öymen

Küba devriminin 60. yılı

03 Ocak 2019 Perşembe

1 Ocak 1959, Fidel Castro’nun liderliğinde başlayan devrim hareketi sonrasında Küba’nın diktatörü Fulgencio Batista’nın yenilgiye uğradığı ve ülkesini terk ettiği tarihtir. 1 Ocak 2019’da 60. yılına giren Küba’daki sosyalist devrim, dünya siyaset tarihinin de en önemli gelişmelerinden birisi olma özelliğini hâlâ korumaktadır.
Devrimin gerçekleştiği 1959 yılına kadar ABD’nin adeta sömürgesi konumunda olan Küba, devrimden sonra ABD’nin uyguladığı tüm baskılara direnerek, varlığını onurlu ve bağımsız bir ülke olarak günümüze kadar sürdürmüştür. Küba yönetimi, ABD’nin ekonomik ambargosuna, ABD destekli işgal ve darbe girişimlerine, ABD destekli suikast girişimlerine karşı onlarca yıl direnmiş, ekonomik ve askeri gücü olmayan ülkelerin de, kapitalizme ve emperyalizme karşı meydan okuyabileceklerini bütün dünyaya kanıtlamıştır.
ABD’nin sadece 90 mil uzağında olan Küba’nın gösterdiği bu onurlu direniş, aynı zamanda dünyaya verilmiş olan bir ahlak ve erdem dersidir. 1953 yılında Moncada Kışlası’na düzenlediği silahlı baskın sonrasında yargılanan Castro savunmasında, “Beni mahkûm edin, fark etmez. Çünkü tarih beni aklayacaktır” demişti. Tarih gerçekten de Castro’yu akladı.
Castro’nun tarih tarafından aklanması elbette çok büyük bir mücadelenin sonucudur. Castro’nun da söylediği gibi, devrim, üzerine güller serpilmiş bir yatak değil, gelecek ile geçmiş arasında ölümüne bir mücadeledir. Küba devriminin öncülerinden birisi olan Che Guevara’nın da söylediği gibi, devrim olgunlaştığında ağaçtan düşen bir elma değildir, devrimci elmanın düşmesini sağlayan kişidir ve her büyük işte olduğu gibi, devrim için de tutku zorunludur. Yine Che Guevara’nın dediği gibi, ne için yaşadığımızı, onun için ölmeyi göze alırsak bilebiliriz.
Böylesine idealist, namuslu, onurlu ve şerefli bir bakış açısıyla yola çıkan Castro ve Che Guevara gibi devrimciler, bir yandan Küba’nın bağımsızlığını korudular, bir yandan da Küba’nın eğitim ve sağlık alanında Latin Amerika’daki en gelişmiş ülke olmasını sağladılar. Küba’da ekonomi alanında ve düşünce, ifade, basın özgürlüğü konusunda bazı sorunlar yaşansa da, parası olmadığı için nitelikli bir eğitim ve sağlık hizmeti alamayan bir vatandaş bulunmamaktadır.
Küba bu noktaya kapitalizmle değil, sosyalizmle gelmiştir. Özel sektörün ve ağırlıklı olarak ABD sermayesinin elinde olan tüm kurum ve kuruluşlar devrimden sonra devletleştirilmiş ve kamusal bir yapıya dönüştürülmüştür. Devlet, sermaye odaklarını ve patronları koruyan bir mekanizma olmaktan çıkartılmış, halkın çıkarlarını koruyan toplumcu bir yapıya kavuşmuştur.
ABD ambargosu nedeniyle 1959-1991 yılları arasında dış ticaretini ağırlıklı olarak Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği ile gerçekleştiren Küba, SSCB çöktükten sonra da ABD emperyalizmine teslim olmadı, 30 yıl boyunca tek kutuplu dünya düzenine de direndi. Kapitalizmin ve emperyalizmin propaganda mekanizması, SSCB çöktükten sonra Küba’daki sosyalist yönetimin ve Castro’nun devrileceğini savundu, ama bu hiçbir zaman gerçekleşmedi. Batista diktatörlüğüne karşı ayaklanan Küba halkı, hiçbir zaman Castro’ya karşı ayaklanmadı. Çünkü halk Castro’nun halk için siyaset yaptığını, Castro’nun ahlaklı, erdemli ve onurlu bir duruş sergilediğini, Batista’nın ise Castro’nun temsil ettiği tüm değerlerin tersini temsil ettiğini her zaman bildi. Küba devrimi, “güçlü olan haklıdır” iddiasını çürüttü, haklı olanın güçlü olduğunu ve olanaksız gibi görünen şeylerin gerçekte olanaklı olduğunu insanlığa gösterdi.
Küba devriminin 60. yılında bunları hatırlamak ve gençlere hatırlatmak hepimizin sorumluluğudur.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

İsrail-İran savaşı 15 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları