Olaylar Ve Görüşler

AMOK Koşucusu ve Türkiye

04 Ocak 2019 Cuma

Türkiye, sosyal ve siyasal anlamda tehlikeli bir biçimde yalpalanmaktadır. Hani dev dalgaların arasında, küçük bir teknenin devrilmeme savaşı vermesi gibi diyebiliriz. AKP’nin biriktirdiği o kadar çok yanlışı var ki, teknenin devrilmesi fazla uzun sürmeyecek sanki...

Stefan Zweig’ın ünlü romanı “Amok Koşucusu”nda, Malezya- Hindistan coğrafyasında görülen, bir tür cinnet geçirme hastalığı anlatılır. Bu hastalığa yakalanan kişi, bir daha hiç durmaksızın ölünceye kadar önüne çıkan her canlıyı öldürmekten çekinmez. Kişinin sakin, rahat bir biçimde otururken, ansızın eline bir silah (tabanca, bıçak, keser...) alarak koşmaya başlamasıyla kendini gösterir.
Söz konusu hastalığın ilginç olan tarafı ise, kişinin psikolojik bir travma yaşaması sonucunda bilincini tamamen kaybetmesi, aklına taktığı “şeyin” peşinden gitmek gibi, kendi yarattığı bir düşselliğin içine girmesidir.

Herkese bir psikolog
Türkiye’de bu tür hastalığa tutulanlar var mıdır bilemiyoruz. Ancak psikolojik sorunların bir hayli arttığı bir dönem yaşıyoruz. Neredeyse herkesin bir psikologa gereksinimi olacak. 2002 yılından beri iktidarda tek başına oturan, yaptığı hiçbir işin hesabını vermeyen, ben yaptım oldu mantığıyla (!) işin işinden çıkıveren AKP, ülkeyi bir Amok Koşucusu’na benzetmeyi de başardı. Ekonomik bozukluk nedeniyle işyerlerini kapatanlar, işsiz kalan emekçiler, cinnet getirenler, sinir hastası olanlar, bunalıma girenler... AKP hükümetinin, insanımızın günlük gereksinimlerini ne derece önemsediği her gün üçüncü sayfa haberlerinden görmek olasıdır.
Amok Koşucusu, bilinçaltında biriktirdiği sorunları, sürekli bastırarak kendini dinç ve çevresine uyumlu biri gibi göstermektedir. Aslında sümen altına attığı her sorun, onu bu hastalığa daha da yaklaştırmaktadır. Belleği ve bilinci birbirine karıştığında, sağlıklı bir düşünce içinde olamaz artık. Takıntı haline getirdiği ve ayırdında olmaksızın biriktirdiği “şeylerin” patlama yapmasıyla yollara düşer, koşar ve koşar... Nereye gittiği bilmez, bilemez artık.
Türkiye, sosyal ve siyasal anlamda tehlikeli bir biçimde yalpalanmaktadır. Hani dev dalgaların arasında, küçük bir teknenin devrilmeme savaşı vermesi gibi diyebiliriz. Ancak AKP’nin biriktirdiği o kadar çok yanlışı var ki, teknenin devrilmesi fazla uzun sürmeyecek sanki... AKP’nin bazı belediyeleri, milletvekilleri, bakanları, parti teşkilatındaki üst düzey yöneticileri ve bürokratları biliniyor ki, yolsuzluğun (medyadaki haberler...) dibine kadar batmışlardır. Sayıştay raporları bu gerçekleri kaçınılmaz bir biçimde karşımıza getiriyor. Amok Koşucusu, yolun nerede bittiğini, bu uğurda koşarken kimlere zarar verdiğini bilemez. O sadece gücü tükeninceye, bilincini tamamen yitirinceye kadar yapması gerekeni yapar. Türkiye ise, bu anlamda tıpkı bu koşucu gibi, sosyal patlamalara gebe, yolsuzlukların yarattığı ahlaki çöküntünün prim yaptığı karanlık bir döneme girmiştir. Bu sonu belli olmayan dehlizin, AKP tarafından korku tüneli olduğunu söylemeye gerek yok.

Akıl danışmadan
O halde, Türkiye nereye gidiyor sorusunu sormadan önce, söz konusu kitaptan bir alıntı yapalım.
“...sonra ansızın ayağa fırlıyor, hançerini kapıyor, sokağa fırlıyor... dosdoğru koşuyor, dosdoğru... nereye gittiğini bilmeden... Yoluna ne çıkarsa, insan olsun hayvan olsun, hançerini saplıyor, akan kan onu daha da çıldırtıyor...”
AKP, tıpkı Amok Koşucusu gibi, çevresini görmeden, akıl danışmadan, dünya gerçeklerini elinin tersiyle iterek bu yola girmiş bulunuyor. Bilinçli bir temele oturtamadığı siyasetini, sürekli bir düşman yaratarak mağduru oynayarak iktidarda kalıyor. Ancak iktidarda kalma mecburiyeti, onu deli dolu bir koşucuya çevirmek üzeredir. Ülkeyi har vurup harman savurarak, ekonomik ve siyasal anlamda çağın gerisine ittirmekle kalmamış, bir de şeriatı özendirici tavrıyla belirli (dinsel) gruplara mesaj iletmektedir. Unuttuğu konu ise, onu bu karanlıktan tarikatların, dinsel cemaatlerin, şeyhlerin çıkaramayacağıdır. AKP bu gerçekler ışığında tökezlendiğinde, kendisinin bile öngörüde bulunamayacağı kadar ağır ithamlarla karşılaşacaktır.
Başta Fethullah Gülencilerin darbe girişimi, sözde Ergenekon/Balyoz davaları, Gezi olayları, Kürt açılımları ve Suriye politikaları sonucunda, sümen altında epeyce dosya birikti artık. Bunlara isterseniz bir de Deniz Feneri olayını, bavullarla kaçırılan paraları, çıkan bir yasayla gelen kara paraları ekleyebilirsiniz. Hani dilin kemiği yok derler, bazılarının Malezya’da önemli sayıda emlak aldığı, Katar’daki gizli hesaplarında buradan çaldığı paraları sakladığı, büyük ihalelerden ciddi miktarda haraç alındığı gibi konuların bir gün açıklanacağını düşünmek demokrasinin kuralıdır. Günümüzde hiçbir şeyin gizli kalmayacağı, WikiLeaks belgeleriyle ortaya dökülmüştür. Bunun birçok örneği vardır. Ancak insanın içindeki iktidar olmak ve onu korumak egosu, yanındaki yalakaların yönlendirmesiyle “yoldan” çıkması, zaaflarına yenilmesi bilinen gerçeklerdir...
Yazımızı Williams Shakespeare’nin Hamlet adlı oyunundan bir alıntıyla bitirelim: “Olmak ya da olmamak, işte bütün mesele bu!”
“Kötü işler gömülse de yerin dibine / Çıkar bir gün insanların gözü önüne.  

TUFAN ERBARIŞTIRAN



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları