Olaylar Ve Görüşler

Yakınan değil, çalışan muhalefet güçlü olur

11 Ocak 2019 Cuma

Kolektif zekânın oluşması için platformlar gerekli. Cumhuriyet gazetesi ikinci sayfası, bunlardan birisi olabilir. Totolojik öneriler, bildik dilekler ve olumsuzluklardan yakınma yazıları yerine, yaratıcı ve topluma değer katabilecek somut öneriler bu sayfaya gönderilecek yazılarla şekillenebilir.

Bundan tam yüz yıl önce, Türkiye’nin durumu bugünküyle karşılaştırılamayacak kadar kötüydü. Buna karşın, Mustafa Kemal durumun ne kadar kötü olduğundan yakınarak veya ülkeyi yönetenlere olmayacak öneriler yaparak zaman kaybetmiyordu. Umutluydu, iddialıydı, kararlıydı, örgütçüydü ve adeta ütopik ama zekice düşünülmüş bir vizyon sahibiydi.
Bugün ülkemizde bunların hiçbiri yok. Bir kurtarıcı bekleyen, umutsuz, sürekli olumsuzluklardan yakınan, olmayacak dilek ve öneriler geliştirmekle yetinen, dağınık, dolayısıyla güçsüz ve yetersiz bir toplumsal ve siyasi muhalefet var. 2019 yılında bu durum değişmelidir. Giderek artan toplumsal, ekonomik ve kültürel olumsuzluklara dikkat çekmek gerekli olabilir ama yeterli değil. Somut meselelerde, iktidarın tercihlerinden farklı görüşte olanların enerjisi güçlü ve yapıcı bir değişime odaklanabilmelidir.
Kurtarıcı bir kahraman olmadan, iktidara rağmen bu değişim nasıl başarılabilir? “Eğer ülkeni kurtaracak bir lider beklemekteysen, ben size hiçbir şey öğretememişim demektir” lafının yaygın olarak iddia edildiği gibi Atatürk’e ait olduğunu sanmıyorum. Fakat, Atatürk’ün düşünce yapısını yansıttığına inanıyorum. Örneğin, Gençliğe Hitabesi’nin içinde “kurtarıcı bir lider yaratın veya yakınarak bekleyin” tür bir düşünce ima bile edilmiyordu. Değişimi gerçekleştirebilecek sivil bir inisiyatif gereği vurgulanıyordu.
Sivil ve demokratik inisiyatif için ise, sivil toplumdaki kolektif zekâya başvurmak gerekir.

Kolektif Zekâ
Bir mesele ile ilgili bireysel düşünce ve bilgi katkılarının toplamı, kaba bir gürültü veya monoton bir ses de oluşturabilir, anlamlı bir müzik de… Soyut, hatta totolojik temenniler de olabilir, somut ve çözüme yönelik eylemler de… Hepimizin bildiği, başarılı, önemli, topluma değer katmaya yönelik ve güncel bir kolektif zekâ ürünü, Wikipedia’dır.
İngiliz düşünürü Geoff Mulgan, 1990’dan bu yana, kolektif zekânın işe yarar olmasının teorisi ve pratiği üzerine kitaplarıyla tanınır. 2017’de yayımlanan “Big Mind” (Büyük Zihin) başlıklı kitabında, çok sayıda başarılı ve başarısız kolektif zekâ uygulama örneklerini ve farklı disiplinlerde konuyla ilgili kuramları inceledikten sonra kolektif zekânın başarılı sonuçlar vermesi için, katılımcıların beş ilke etrafında organize olması gerektiğini ileri sürüyor. Bunlardan iki tanesini burada vurgulamak isterim (diğerleri için dipnotta verilen kaynaktaki özete bakınız).

İki örnek
Birincisi, doğru bir odaklanma olmalı. Birisine karşı veya birisini öven değil. Adalet, özgürlük, demokrasi, eğitim gibi son derecede önemli de olsa, genel veya soyut problem alanları da değil. Somut ve sınırları belli bir meseleye, bir sorunun çözümüne yönelik adımlara odaklanmak gerekir.
İkincisi, varılan bir karara göre beraberce eyleme geçilebilmeli. Ortaya fikir ve öneri atmakla yetinilemeyeceğini yaşayarak görüyoruz. Belirlenen somut adımları, kısmen de olsa atmayı, katılımcı bir anlayışla kabullenmek gerekir.
Birincisi, Cumhuriyet köşe yazarı Deniz Yıldırım’ın iki yazısından. İlk yazısında, bir topluma yön veren 4 iktidar olduğunu belirtiyor: iktisadi, siyasi, idari/bürokratik ve kültürel. Ülkemizde bunların hepsinin tek bir kişide toplandığını gösteriyor. İkinci yazısında ise, tekelleşmiş güç ve baskı ortamına karşın, muhalif dünya görüşünün yaygınlaşmasını sağlamanın, yani kültürel iktidarın ele geçirilmesinin mümkün olduğunu, tarihten örnekler vererek gösteriyor. Bugün, muhalefet kültürel iktidarı kaybettiyse, bu sadece baskı nedeniyle değil, yakınmaya ve eleştiriye odaklanması nedeniyledir: “Siyaset, sabahtan akşama Erdoğan’ı konuşmakla değil; halkın biriken sorunlarına kendi olanak ve kabiliyetlerimiz ekseninde sorun çözücü toplumsal müdahaleler yapmak[tır].” Sonunda, yerel nitelikte bazı somut meseleler ile ilgili katılımcı ve topluma değer katan eylem önerileri yapıyor: “Doktor bir gününü yoksul mahallelere ayırdığında; öğretmen, velisini ziyaret edip evindeki dertlere çare aradığında; gençler, sanatçılar okullara kütüphane kurmak için aydın birikimini seferber ettiğinde; Şikâyet yerine bir yerden başlasak, ne dersiniz?”
İkinci örnek, dünyayı çalkalayan, 18. yüzyıldaki Sanayi Devrimi boyutunda ekonomik, toplumsal ve bireysel yaşamı kökten değiştirmekte olan teknolojik gelişmeler üzerine. Bu konularda her yıl ülkemizde çok sayıda etkinlik yapılıyor, raporlar yayımlanıyor. Tüm bu çabalar hükümet politikalarını biraz olsun etkilemiyor. Çağın teknolojik gelişmelerini yakalamak ve ülkemizin dijital dönüşümünü gerçekleştirmek için adımlar atmak gibi konular ülkemizdeki tek karar vericinin gündeminde değil. Bu arada çağı kaçırıyoruz.
Oysa, konu üzerinde bilgili ve ilgili olanlar “kendi olanak ve kabiliyetleri ekseninde” sorun çözmeye yönelik müdahaleler gerçekleştirebilir. Örneğin, somut bir dijital Türkiye yol haritası hazırlanıp kamuoyuna sunlabilir. Örneğin, yaklaşan yerel seçimlerden önce, kentlerde dijital dönüşümün gündeme girmesi için yaratıcı kamuoyu oluşturma çabaları gerçekleştirilebilir. Bu konuda heyecanla katkı yapabilecek bilgili gençlerimiz olduğunu biliyorum.

Sonuç
Kolektif zekânın oluşması için platformlar gerekli. Cumhuriyet gazetesi ikinci sayfası, bunlardan birisi olabilir. Totolojik öneriler, bildik dilekler ve olumsuzluklardan yakınma yazıları yerine, yaratıcı ve topluma değer katabilecek somut öneriler bu sayfaya gönderilecek yazılarla şekillenebilir. Başka platformlar da çıkmalı ve çıkacaktır.
Deniz Yıldırım’ın ikna edici yazısına ve dünyanın çeşitli yerlerindeki – hatta cılız da olsa, ülkemizdeki – başarılı sivil insiyatif çalışmalarına rağmen, topluma değer katarak muhalefet anlayışını ütopik görenler olabilir. Onlara üç yanıtım var. Birincisi, Oscar Wilde’nin sözü: “İçinde Ütopya olmayan bir harita bakmaya değmez.” İkincisi, Atatürkçülük, ona yas tutmak veya onun benzeri bir dehayı beklemek yerine, onun – özellikle 1919 yılındaki – kafasının, düşünce dünyasının içine girmektir. Üçüncüsü, Türkiye’nin şu anda tek bir ağızdan yazılan hikayesinden ve bunun sadece eleştirilmesinden bıkmış, heyecanla ve bilgiyle Türkiye’nin çağdaş hikayesini yazmaya ve gerçekleştirmeye istekli gençler olduğunu biliyorum.
Özetle, 1919’dan tam yüz yıl sonra, 2019 yılında, umudu beklemek yerine, sivil toplum olarak kendi ellerimize alabilmeliyiz.  

Prof. Dr. Osman Coşkunoğlu
(22. ve 23. Dönem Milletvekili/2002-2011)



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları