Öner Yağcı

Düş, edebiyat, ütopya

12 Ocak 2019 Cumartesi

Goethe düş gücünün doğadan insana bir armağan olduğunu, Einstein düş gücünün bilgiden daha önemli olduğunu söyler.
Düş kurulmazsa yaşam da kurulamaz. İnsanı yücelten, farklı kılan bilim ve sanatı, düş gücü geliştirir. Büyük işler, büyük düşler kuran insanlarca başarılır. Bilimde ve teknolojide gelişmeyi sağlayan, insanlığın kendi kendisiyle kıvanç duymasını sağlayan bilimkurgu dediğimiz anlatılar, oyunlar, filmler, bazı insanların düşleridir.
Düş güçlerinin büyüklüğü, Da Vinci’yi, Sinan’ı, Verne’i büyük insan kıldı. Namık Kemal’i ve Tevfik Fikret’i anlayarak, onların düşlerine yeni düşler katmasaydı, gerçekleşebilmesi çok zor olan “vatanı kurtarma” düşleriyle genç yüreğini doldurmasaydı Mustafa Kemal, Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı gerçekleştirilemezdi. Nâzım Hikmet’in müthiş düş gücü olmasaydı o ciltler dolusu şiirlerini, Memleketimden İnsan Manzaraları’nı yazamaz, şiirimizi taçlandıramaz, dilimize olan güvenimizi doruğa taşıyamazdı. Tonguç, büyük düşlere sahip olmasaydı, Atatürk’le, İnönü’yle, Arıkan’la, Yücel’le bütünleşip gerçekçiliği ve ilişkileriyle oluşturduğu insan zincirini yaratamaz, 80 yıldır tartışılan “Köy Enstitüleri sistemi”yle efsaneleşemezdi. Gözyaşını gülmeceye çeviremezdi Aziz Nesin.
Hiçbir şey, düş gücü kadar özgür değildir. Özgürlük, ölümsüzlükle birlikte insanın en büyük tutkusu olan düş gücü, edebiyata 18. yüzyılın ikinci yarısında romantizmle girdi. Romantikler, sanatçıya Tanrısal bir “yaratma gücü” yakıştırdılar. Onlara göre bir yapıtın değeri, var olana benzemesinde değil, okuyanda uyandırdığı coşku ve yarattığı aydınlanmadaydı. Hugo, güzel bir sanat yapıtının yalnızca güzel olduğunu, güzelin yanında çirkini de içerdiğinde yücelik katına yükseldiğini söyledi. Shelley, şiirin “dünyanın üstünde görünen örtüyü alıp orada uyuyan çıplak güzelliği” ortaya çıkardığını söyledi. Ve insanın düş gücünün sınırsızlığı, özgürlük çığlığı olan “ütopya”yı yarattı.
İnsanın var oluşundan beri gerçekleştirmeyi istediği düşlerin gerçekleştiği kusursuz dünyalar tasarlamak edebiyatın vazgeçilmez tutkusu oldu. Yaşanan dünyadan daha iyi bir dünya özleminin önündeki engeller, ütopya yazarlarının bir gün gerçekleşeceğine inandıkları düşsel ülkelerle aşıldı. İlkçağda zulmü lanetleyen Hesiodos, Likurgos, Phaleas, barış arayan Aristophanes, Lukianos, Platon (Devlet) insanların özlemlerini anlattı. Yeniçağda Rönesans akla, gözleme, deneye dayanınca insanın özlemi İncil’in “cenneti” olmaktan çıktı.
“Ütopya” sözcüğünü ilk kez Thomas More 1516’da kullandı. “Bilinmeyen, olmayan yer” anlamındaki onun ütopyası, düşsel ve ülküsel bir toplum tasarısıydı. Ütopya, görkemli bir anlam kazanarak türün adı oldu. İnsanın binlerce yıllık altın çağ özleminin, eşitlik arayışının coşkusu, umudu, yol göstericisi olurken bu arayışın karşılaşacağı engellere ve tehlikelere dikkat çekti.
Companella, dünyayı kirleten fabrikaların olmadığı, herkesin sanatçı olduğu Güneş Ülkesi’ni yarattı. Bacon Yeni Atlantis’te cennetten daha güzel bir adayı anlattı. Cesur Yeni Dünya (Huxley), Hayvanlar Çiftliği, 1984 (Orwell), En Güzel Dünya (Jean Baby), tüketim kültürünün, sömürünün, kavganın olmadığı, her olanağın insanların mutluluğu ve özgürlüğü için seferber edildiği günümüzdeki bir düşsel ülkenin anlatıldığı Yarın (Havemann) önemli ütopya örnekleri oldu.
Gerçeğin ötesinin arayışı ve dönemlerinin başyapıtları olan ütopyalarda insan doğayla kardeşti...  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Eğitim ve kitap 20 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları