Olaylar Ve Görüşler

Hukuk ortamında kargaşa

15 Ocak 2019 Salı

Hikâyeleri özetlenen kişilerin ortak bir özellikleri var. Biat etmemek, boyun eğmemek; araştırmak, sorgulamak, düşünmek; düşüncelerini ve görüşlerini gelebilecek farklı yaptırımları da göze alarak açıklamak, susmamak... Çok izlenen televizyon kanalları, tam seçim arifesinde, yayın durdurma cezaları ile susturuluyor.

2018 yılının son ayı, ağır ve hareketli bir siyasi ortamda, anayasa ile çatışan ve çelişen, zaman zaman anayasa ihlaline varan eylem ve söylemlerle dolu olarak geçti. Bunlara ilişkin görüş ve önerilerimi yazmadan önce Cumhurbaşkanının statüsü ile ilgili bir değerlendirme yapmak istiyorum.
6771 sayılı kanunla 1982 Anayasası’nın 101’inci maddesi yeniden düzenlendi; maddenin “Nitelikleri ve tarafsızlığı” olan başlığı “Adaylık ve seçimi” olarak değiştirildi; maddenin son fıkrasında yer alan “Cumhurbaşkanı seçilenlerin, varsa partisi ile ilişiği kesilir..” hükmü de kaldırıldı. Böylece Cumhurbaşkanının siyasi bir partiye üye olabilmesinin yolu açıldı. Yeni 101’inci maddenin hükmü, 6771 sayılı kanunun yayımı tarihinde yürürlüğe girdiğinden Sayın Recep Tayyip Erdoğan, partisi ile ilişkisini kesintisiz sürdürdü ve bu partinin genel başkanı olarak siyasete devam etti.

İki ayrı statü
Görüldüğü üzere yeni anayasal düzende Cumhurbaşkanlığı’na seçilen kişi iki ayrı statü (hukuki durum) içinde bulunuyor: “Cumhurbaşkanlığı” ve partili olan Cumhurbaşkanının üye olarak kalması işin doğasına uygun olmadığından “iktidar partisi Genel Başkanlığı”.
Sayın Erdoğan bu iki farklı statüyü çok iyi biliyor ve kullanıyor. Bu husus konuşmalarındaki üslup ve içerik farklılığından kolayca anlaşılıyor.
Sayın Erdoğan’ın ülkemizin gerginlik üzerine kurulu günlük siyaset ortamında siyasi parti genel başkanı olarak yaptığı konuşmaların, diğer siyasi partilerin genel başkanlarının yaptığı konuşmalarla aynı değer ve nitelikte olduğunu kabul etmek, bu konuşmalara karşı kamuoyunda oluşabilecek tepkileri de farklı şekilde değerlendirmemek gerekir. Öte yandan, Sayın Erdoğan’ın sözlerinin muhatabı olan kişilerin ve bu sözlerle dikkatleri çekilen, uyarılan kamu kurumlarının, makam sahiplerinin, savcı ve mahkemelerin de özenle bu statü ayrımını dikkate almaları zorunludur.

Danıştay savcısı kim?
Sayın Erdoğan, aralık ayı başında, Üsküdar’da yapılan toplu açılış töreninde, Türk Silahlı Kuvvetleri’nde başörtüsü serbestliğinin iptali için açılan davada Danıştay Savcısı’nın verdiği “Düşünce”yi eleştirdi, kendisini kınadı ve sorguladı. Aslında önemli bir söylemdi. Üzerinde durulmadı, muhalefet de suskun kaldı.
Anayasanın 140’ıncı maddesine göre hâkimler ve savcılar adli ve idari yargı hâkim ve savcıları olarak görev yaparlar; hâkimlerin ve savcıların özlük işleri mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre kanunla düzenlenir.
Danıştay Kanunu’nun 61’inci maddesine göre de savcılar, ilk derece mahkemesi olarak Danıştay’da görülen davalarda, Başsavcı adına, ilgili dosyayı incelerler; gerekçeli ve yazılı olarak esas hakkındaki düşüncelerini bildirirler.
O halde Sayın Erdoğan’ın sorguladığı kişi, statüsü itibarıyla dayanağını anayasadan alan bir görevde, ilgili kanuna göre vazifesini yerine getiren bir yargı mensubudur.

Görevlilerin tarafsızlığı
Önemli kamu görevini ifa eden kurum ve kuruluşlarda, örneğin yargıda, polis teşkilatında, orduda görevin ifası sırasında, görevlinin etnik kimliğini, felsefi görüşünü, dini aidiyetini simgeleyen giysi ve işaretleri kullanmamaları gerektiği; aksi halin, bu görevlerden yararlananların, bu görevle herhangi bir şekilde ilgili olanların hizmet yönünden güven duygularını olumsuz yönde etkileyeceği, görevi yapanların tarafsızlığını tartışmalı hale getireceği hukuk devletinde genel kabul gören bir görüştür.
Sayın Erdoğan’dan bir gün sonra Adalet Bakanı, aba altından sopa gösterircesine, davayı reddeden Danıştay Dairesi’ne övgüler yağdırdı. Daire iptal kararı verseydi Sayın Bakan neler söyleyecekti?
Savcının düşüncesinin gerekçesini bilmiyorum. Ancak sonuç itibarıyla yukarıdaki görüşe uygun olan düşüncesinde sorgulanacak bir husus bulunmadığını düşünüyorum.

Yazar, sanatçı, RTÜK
Aralık ayındaki asıl hareketlilik, başlıktaki konularda yaşandı. Öncelik Sözcü gazetesinde.
Sözcü yazarları Emin Çölaşan, Necati Doğru, Genel Yayın Yönetmeni Metin Yılmaz, yöneticiler Mustafa Çetin ve Yücel Arı hakkında FETÖ’ye bilerek yardım suçlaması ile dava açıldı. 7.5 yıldan 15 yıla kadar hapis istemiyle düzenlenen iddianame mahkeme tarafından kabul edildi. Emin Çölaşan savunmasını hazırlamak için yazılarına ara verdi. 2013- 2015 senelerinde Sözcü’deki haberler nedeniyle suçlanan Yücel Arı’nın o tarihte Sözcü’de olmadığı, 2016 tarihinde çalışmaya başladığı ortaya çıktı.
Muhalefetteki parti genel başkanlarından iktidar yanlısı gazetecilere kadar birçok kişiden güçlü tepkiler geldi; tepkiler uzun süre devam etti. FETÖ’ye yardım suçlamalarının gerekli gereksiz her yerde gündeme getirilmesinin ve baştan sona onunla mücadele edenlerin de suçlular kefesine konulmasının bu mücadeleyi sulandırdığı, mücadeleye halkın verdiği desteği zayıflatacağı ileri sürüldü.
“Sözcü’den FETÖ çıkmaz” sloganı kamuoyunda büyük destek gördü.
Hemen ardından Fatih Portakal olayı yaşandı. Fox TV haber sunucusunun Saray Sözcüsü İbrahim Kalın’ın “insanlar barışçıl gösteri yapmalılar” sözüne gönderme yaparak “Haydi bakalım barışçıl bir eylem için protesto edelim... Yapabilecek miyiz? Kaç kişi çıkacak sokağa, korkudan, endişeden ...” sözlerine Sayın Erdoğan’ın tepkisi çok ağır, çok sert oldu.
Ardından İstanbul Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı, “suç işlemeye alenen tahrik” suçundan Fatih Portakal hakkında soruşturmayı başlattı.
Kısa süre sonra sanatçılar gündeme geldi. Halk TV’de Uğur Dündar’ın Halk Arenası programına Metin Akpınar ve Müjdat Gezen konuk olarak katılmışlardı.

Akpınar ve Gezen
Metin Akpınar, 1957’de “Sahne Z’de, 1970’li senelerde de Devlet Tiyatrosu’nda oynanan Eugene Ionesco’nun totaliter rejimleri eleştiren “Gergedanlar” oyununun yorumunu yaparak sadece postallı gergedanların değil, kökten dinci ve etnik gergedanların da toplumda kutuplaşmaya ve kargaşaya neden olduğunu, bunu önlemenin tek çaresinin demokrasi olduğunu söyledi. Bu geçişi yaparken muhtemelen canlı yayında olmanın heyecanı içinde, maksadı aşan bir ifade ile totaliter liderlerin akıbeti ile ilgili ifadeleri oldu. Konuşmanın bütünü değerlendirildiğinde Akpınar’ın amacının “demokrasi” vurgusu olduğu anlaşılıyor.
Müjdat Gezen ise “Herkesi azarlıyor, herkese parmak sallıyor, millete haddini bil diyor. Bak Recep Tayyip Erdoğan, benim, bizim vatanseverliğimizi sınayamazsın. Haddini bil” ifadelerini kullanmıştı. Sayın Erdoğan’ın tepkisi bu kez daha yumuşaktı: “Yargıda gereği yapılacak. Sanatçı müsveddeleri bedelini ödeyecek.”
Bu açıklamanın ardından Akpınar ve Gezen hakkında İstanbul Anadolu Başsavcılığı tarafından soruşturma açıldı. Gereken işlemler hızla tamamlandı. Sabahın erken saatinde Metin Akpınar polis aracıyla, Müjdat Gezen polis otosuna binmeyi reddettiğinden polis refakatinde kendi arabasıyla Anadolu Adalet Sarayı’na götürüldüler. Savcılık tarafından ifadesi alınan Gezen, “Cumhurbaşkanına hakaret”, Akpınar “Halkı T.C. hükümetine karşı silahlı isyana tahrik ve Cumhurbaşkanına hakaret” suçlarından sevk edildikleri mahkemece yurtdışına çıkış yasağı konularak haftada bir gün imza şartıyla serbest bırakıldılar.
Metin Akpınar’ın sabahleyin Adliye binasında elinde tost-ayranla yaptığı kahvaltıyı gösteren fotoğraf olayın simgesi oldu.

'Konuşmak istemiyorum’
Müjdat Gezen, Adliye çıkışında “konuşursam yeni bir suç oluşturulabilir, onun için konuşmak istemiyorum” deyip devam etti: Hakareti yapan Cumhurbaşkanı, yargılanan Müjdat Gezen...
Tabii ki muhalefetten, basın kuruluşlarından, barodan, sanatçılardan ağır eleştiriler geldi. Konu Meclis’e de yansıdı. Tartışmalar gerginleşince oturuma ara verildi.
Metin Akpınar ve Müjdat Gezen’in adli kontrol kararına, bir üst mahkemede yaptıkları itiraz reddedildi.
RTÜK’ten de iki televizyon kanalı için ceza yağdı. Müşterek gerekçe “Toplumu kin ve düşmanlığa tahrik etmek, toplumda nefret duyguları oluşturmak.” Ayrıca Halk TV için, “eleştiri sınırlarını aşmak”, Fox TV için “tarafsızlık ilkesini esas almamak” gerekçeleri ileri sürüldü. Sonuçta Halk TV’de “Halk Arenası” programına 8 hafta, Fox TV Ana Haber programına üç hafta yayın durdurma cezası, Halk TV’ye 160.000 TL, Fox TV’ye bir milyona yakın para cezası verildi. Üst Kurul Başkanı Fox TV için verilen cezayı az bulurken muhalif kalan üyelerden birisi RTÜK’ün hızının göz yaşartıcı olduğunu, diğer muhalif üye de RTÜK’ün iktidarın susturma mekanizmasının bir dişlisi gibi kullanılmaması gerektiğini ifade etti.
Buraya kadar, bu başlık kapsamında yer alan konularla ilgili haberleri özetlemeye çalıştım. İlgilendiğimiz konular belli bir süreçte tamamlanabiliyor ya da uzayıp gidiyor. Gazetelerde farklı biçimlerde veriliyor. Ayrıntıları veya konu ile ilgili gelişmeleri her zaman tam olarak izlemek mümkün olamıyor. Bu bakımdan tam olarak algılanıp değerlendirebilmesi için her konuyu bir bütünlük içinde derledim. Yorum yapmamaya çalıştım, belki birkaç kelime veya cümle yorum olarak algılanabilir.

Ortak özellikleri
Bu başlıkta örnek olarak hikâyeleri özetlenen kişilerin ortak bir özellikleri var. Biat etmemek, boyun eğmemek; araştırmak, sorgulamak, düşünmek; düşüncelerini ve görüşlerini gelebilecek farklı yaptırımları da göze alarak açıklamak, susmamak... Yine hepsinin yolu demokraside, laik hukuk devletinde ve bağımsız yargıda kesişiyor.
Kendilerine söylenen sözler, uygulanan işlemler hep aynı amaca yönelik. Çok izlenen televizyon kanalları, tam seçim arifesinde, yayın durdurma cezaları ile susturuluyor. Ülkenin, özellikle muhalif kesimin gündemi birkaç gün bu konuya kilitleniyor; savunma öne çıkıyor. Bazen de işin doğasına uygun olarak ve savunma içgüdüsü ile genelde beklenen sonuç kendiliğinden oluşuyor. Örneğin Sözcü gazetesi yazarları hakkında dava açıldığında gazete bu olaya yoğunlaştı, kendi içine kapandı, yani sustu. Yazarı, yargıda savunma hazırlığı için yazılarına ara verdi. Susturmak, gündem değiştirmek.. Kısa süreli de olsa, amaç esasen bu değil mi?

Nuri ALAN / Eski Danıştay Başkanı



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları