Zafer Arapkirli

Değişim ‘İzmir işi torba’ ile olmaz

18 Ocak 2019 Cuma

Yaşamı boyunca hiçbir siyasi partiye üye olmamış, hatta mesleğimden kaynaklanan şahsi ilkem gereği oy bile vermemiş, basın toplantıları için ya da habercilik faaliyeti dışında bir siyasi partinin bırakın genel merkezini, ilçe binasının kapısından bile içeri adımını atmamış bir gazeteci sıfatı ile yazıyorum.
Siyasi partilere yönelik eleştirilerim, asla “herhangi bir partinin safından ötekini hedef alan” eleştiriler olmamıştır. Yaptığım eleştiri ve yorumlar, sadece ve sadece “ideolojik-siyasi formasyonumdan kaynaklanan” birer sistem eleştirisidir.
Zaten, çok büyük bir siyasi birikim ya da iddiası olması gerekmeden, hemen her Türkiye Cumhuriyeti yurttaşının ortak bilgisidir ki (gizli ya da sezgiye - şayiaya - duyuma dayalı değil) Türkiye’de seçimler, özellikle de AKP iktidarı boyunca ağır bir şaibe ve usulsüzlük gölgesi altında yapılmış / yapılmaktadır. Dolayısıyla sandıklar, (söylerken bile yüzüm kızarıyor ama) “İzmir işi torba”ya dönüşmüştür.
Daha açık söyleyeyim: “Neyin çıkacağı besbellidir”
Pek çok yazımda ve farklı (radyo-TV-panel-konferans) mecralardaki konuşmalarda defalarca tekrarladığım üzere, bu koşullarda seçime gitmek, oy kullanan sıradan vatandaşların haysiyeti ile onuru ile ve vatandaşlık bilinci - hakkı ile alay etmek anlamına gelir.
Oysa ki, öyle olması gerekmiyor.
Bakın, “Avrupa Konseyi” diye (Türkiye’nin de kurucuları arasında yer aldığı bir organ) bir şey duydunuz mu?
Peki, “Venedik Komisyonu” diye bir şey? “Demir Perde”nin, yani Sovyet Bloku’nun yıkılması ardından Avrupa’da yeşeren(!) demokrasilere anayasal konularda insan hakları, yargı bağımsızlığı, hukukun üstünlüğü, demokrasi ve demokratik seçimler - referandumlar, sistemlerin adaleti ve şeffaflığı vb. konularda akıl veren 1990’da oluşturulmuş bir tür “Rehberlik” kurumu. Her seçimde, Türkiye dahil sandıklarda ne olduğunu, “demokratik müsabakanın” nasıl yaşandığını (yaşanamadığını?) sözüm ona denetler. Belli kriterleri vardır (Venedik Kriterleri) ve sık sık hatırlatır.
Bunların başında da (kabaca) adalet, siyasi çalışma eşitliği, propaganda olanaklarına adil erişim, finansman, medya olanaklarına erişim, kütüklerin ve oy kullanma işlemlerinin şeffaflığı gibi konular gelir.
Venedik Komisyonu’nda Türkiye’nin 2 temsilcisi de vardır.
Bu ansiklopedik (kalmaya mahkûm) bilgileri aktardıktan sonra, bugün ülkemizde seçim öncesi yaşanan anayasa (TBMM Başkanı’nın ısrarla istifa etmemesi) ve yasa (YSK’nin oluşumu, yenilenmesi, bir parti liderini seçim yasaklarından muaf tutması, mühürsüz oy pusulaları vs.) ihlallerini düşünün. Bunlara bir de, artık “Cılkı çıkmış bu işlerin abi” dedirtecek düzeyde, seçmen kütüğü rezaletlerini okuyup üzerine koyun.
Sonuçta bir karar verin.
Böyle bir seçim yapılabilir mi/ Yapılırsa sonuç meşru olabilir mi? “Ucundan azıcık ihlal” ya da “Canım böyle de kazanırız, boşver. Sıkıntı yok…” demek demokrasi ile ne kadar bağdaşabilir?
Size bırakıyorum. “Size” derken, muhalefet partilerini kastediyorum tabii.
Bu koşullarda bu “olağanüstü hukuksuz ve adaletsiz müsabaka”ya girip yitirdiğinizde, dönüp bu yazıyı okuyun demeyeceğim. Çünkü çok geç olacak.
Sonuç? Çare? Önerim?
Kurumsal (muhalefet partilerinin) tavır ve gerekirse kurumsal boykot. Tek tek seçmenlerin sandığa gitmemesi çağrısı değil bu. Seçimi bu koşullarda yaptırmamayı hedefleyen “kurumsal bir boykot”…
Gerisi, “Adaletsiz bir demokrasi tiyatrosunun altına imza atmaktan” (Tercümesi: suça/ayıba ortak olmak) ibaret olacaktır.
Testi kırılmadan kayda geçsin. Sonra ağlaşmak nafile…



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Mektep... 29 Aralık 2021
Yandaşlık zor zenaat 24 Aralık 2021

Günün Köşe Yazıları