Sungu Çapan

Bir peri masalı gibi...

19 Eylül 2014 Cuma

>Grace rolündeki Nicole Kidman olmak üzere tüm oyuncularının döküldüğü, yakın plan ağırlıklı ama donuk ve ruhsuz olmaktan sıyrılamayan, tekdüze anlatımının yer yer yavanlıktan kurtulamadığı, kameraman Eric Gautier’nin kartpostalımsı Monaco görüntüleriyle bezeli görselliğinin de kurtaramadığı, yer yer müsamere düzeyindeki “Grace of Monaco-Monako Prensesi”, sabun köpüğü gibi bir peri masalı çeşitlemesi sonuçta.

Tam da kariyerinin doruğundayken 1956’da Prens Albert Rainieri’yle görkemli bir törenle evlenerek Monaco sarayına gelin giden ünlü Hollywood yıldızı Grace Kelly’nin (1929-1982) kitaplara, filmlere, TV dizilerine konu olan, peri masalından farksız yaşamının bunalımlı bir dönemine odaklanan “Grace of Monaco-Monako Prensesi”, son Cannes festivalinin de açılış filmiydi. Ancak ilk bakışta oyuncu kadrosuyla, konusuyla ilgisiz kalınamayacak türden, gösterişli ve göz alıcı bir Fransa-ABD-İtalya ortak yapımı gibi duran bu filmin seyrettikten sonra Yedinci Sanat açısından pek bir değer taşıdığını kesinlikle söyleyemeyiz ne yazık ki.
2007’de efsanevi Edith Piaf’ın sıra dışı yaşamını konu edinen “La Vie en Rose-Kaldırım Serçesi”yle ilginç bir “bio-pic” biyografik film çekmiş Fransız yönetmen Olivier Dahan’ın imzasını taşıyan “Monako Prensesi”, film yıldızı Grace Kelly’nin setlerde bir kraliçe gibi karşılandığı bir sahneyle başlayıp dönemin tüm dünya basınını işgal eden, debdebeli düğün töreni görüntüleriyle sürüyor. Grace Kelly’yi yılların Avustralyalı güzel ve seksi yıldızı Nicole Kidman canlandırıyor oldukça yapmacık jestlerle, botokslu yüz ifadeleriyle. Rainieri rolündeki sevdiğimiz oyuncu Tim Roth’sa benim burda ne işim var der gibi, durumu idare ediyor.
Güzelliği ve yeteneğiyle Hollywood’un en parlak film yıldızıyken, “Kelepçeli Âşık”ın 1955’te Monte Carlo’daki çekimlerinde karşılaşıp âşık olduğu “Beyaz Atlı Prensi” Rainieri’yle evlenerek Fransız Rivierası’nda, Nice ile İtalya sınırı arasına sıkışmış, monarşiyle yönetilen, Monte Carlo kumarhaneleri ve otomobil yarışlarına dayanan bir turizm geliriyle varlığını sürdüren, hamisi Fransa’nın sürekli vergi gözetimindeki küçücük Monaco Prensliği’nin tahtını ve tacını tercih eden Grace Kelly, 1962’ye kadar iki kız bir oğlan (Caroline, Stephanie, Albert) üç çocuk doğuruyor. Sonrasındaysa karı-kocanın arası açılıyor, çünkü sarayda sadık eş ve sevecen anne rolünden sıkılıp daracık yollarda arabasıyla sürat yapan, Maria Callas dinleyip Fransızcayı sökmeye çalışan Grace’in aklını karıştırıyor, bizzat saraya gelerek çekeceği yeni filmi “Marnie-Hırsız Kız”ın başrolünü öneren yönetmen Hitchcock (Roger Ashton Griffiths).
Zaten “Dial for Murder-Cinayet Var”, “Rear Window-Arka Pencere”, “To Catch a Thief-Kelepçeli Âşık” gibi filmlerinde oynadığı, “soğuk sarışın dilber” tutkunu Hitchcock’un en gözde yıldızı olagelen, George Seaton’un “Country Girl-Taşra Kızı” filmiyle ilk ve son Oscar’ını da kazanmış, koca tahakkümünden sıkkın ve bıkkın prenses-kraliçe Grace, yeniden Hollywood’a dönmeye sıcak bakıyor.
Akıl danışmanı Tucker’ın (Frank Langhella) öğütlerini de dinliyor. Prens kocasınınsa vergi sorunları nedeniyle ilişkilerinin bozulduğu büyük ağabeyi Fransa’yla ve başkan De Gaulle’le (Andre Penvern) başı belada o sırada. Sonunda Rainieri’nin istediği gibi bir eş olup arkasından dolaplar çeviren görümcesini de (Geraldine Somerville) bertaraf ederek kendini hayır işlerine adayan, çocuklara, hastanelere yardım eden prenses, Monaco’da düzenlenen, De Gaulle’ün de katıldığı ve dönemin ünlü sopranosu Maria Callas’ın (Paz Vega) bülbül gibi şakıdığı bir Kızıl Haç balosunda yaptığı sevgi-barış tıraşlarıyla karışık, beylik bir hamasi konuşmayla hem destek verdiği kocasının hem de aralarına karıştığı Monacoluların saygısını sevgisini kazanıyor finalde. Fransa- Monaco ilişkileri de maliye, gümrük ve komşuluk anlaşmalarıyla düzeliyor.
Prenses Grace’in 1962-64 arasındaki kriz sürecine yoğunlaşan “Monako Prensesi”nin yapımcılarından Arash Amel imzalı evlere şenlik senaryosu, filmin en büyük handikapı.
Başta, 1982’de Cote d’Azur’da küçük kızının sürdüğü arabanın uçuruma yuvarlanması sonucunda daha 53 yaşındayken ölen Grace rolündeki N. Kidman olmak üzere tüm oyuncularının döküldüğü, yakın plan ağırlıklı ama donuk ve ruhsuz olmaktan sıyrılamayan, tekdüze anlatımının yer yer yavanlıktan kurtulamadığı, kameraman Eric Gautier’nin kartpostalımsı Monaco görüntüleriyle bezeli görselliğinin de kurtaramadığı, yer yer müsamere düzeyindeki bu film, sabun köpüğü gibi bir peri masalı çeşitlemesi sonuçta. (Ben aslında bugün başlayacak, Nick Cave’li, az müzikli, çok konuşmalı ve FIBRESCI ödüllü “Dünyada 20.000 Gün” filmini yazacaktım ama basın gösterimini kaçırdığım için artık haftaya.)  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları