Olaylar Ve Görüşler

Unutturmak öldürmektir

13 Şubat 2019 Çarşamba

Atatürk’ün “Gözüm Sakarya’da, Dumlupınar’da, kulağım ise İnebolu’da” sözleri nice kahramanlıklar barındırır. Büyük Taarruz’u, 9 Eylül 1922’yi seslendiren eserler en az Leningrad Senfonisi kadar tanınmayı hak eder.

Mendoza belediye binasındaki Ulusal Tarih Müzesi’ni görünce çarpılmıştım. Toplantı salonunun duvarları baştan başa Arjantin’in milli kahramanı General San Martin’in And Dağları’nı geçiş resimleriyle doluydu. Arjantin, Şili ve Peru’nun İspanya’ya karşı bağımsızlık savaşlarını yürüten San Martin’in, 5000 kişilik ordusuyla 1817 kışında 4000 metrelik And Dağları’nı aşarak Şili’ye geçişini 22 yıl boyunca ekibiyle dağlarda çalışıp resmeden Augusto Ballerini, değişen ışık koşulları sonucunda görme yetisini kaybetmişti. Müzeden çıkarken baskın duygum, saygı ve huşudan çok hayıflanmaydı.
Çünkü salt bir devlete değil, yedi düvele karşı verdiğimiz ve mazlum milletlerin hâlâ özendiği Ulusal Kurtuluş Savaşı ve devrimler dönemini yaşayan veya birinci ağızdan duyan, Cumhuriyet mucizesini hakkıyla anlayan nesil olarak bizler, “kurtarıcı ve kurucu” nesle karşı şükran borcumuzu hâlâ ödemedik. Sonrakiler için “tarihten sayfalar”dan ibaret kalacak olan Kurtuluş Savaşı’nı ve Cumhuriyeti toplum hafızasına nakşetme, gelecek nesillere aktarma sorumluluğumuzu yerine getirmede üç yönden yetersiz kaldık:
İlk olarak, sanatın toplumsal gelişmeye müthiş katkısı düşünüldüğünde, bağımsızlık savaşımızı, onun önderini ve köklü reformlarını yansıtan sanat eserlerimiz sayıca az ve yaygınlıktan uzaktır. Örneğin, sıkça zikredilen resimler Ali Avni Çelebi, Feyhaman Duran, Halil Dikmen, Hikmet Onat, Hüseyin Avni Lifij, İbrahim Çallı, Mihri Rasim, Nazmi Ziya Güran, Ratip Tahir Burak, Saip Tuna, Sami Yetik, Şeref Akdik, Zeki Faik İzer, Zeki Kocamemi dahil 20-25 ressamın eserlerinden ibarettir. Müzik formundakiler, Adnan Saygun’un 1934 tarihli Özsoy ve Taşbebek operaları ile 2017 tarihli Emre Sihan Kaleli’nin Atatürk’ün Bir Genç General Olarak Portresi ve Hasan Niyazi Tura’nın Şehitler Oratoryosu arasındaki toplam 15-20 opera, senfoni ve oratoryoyu kapsıyor. İlk örneğini Muhsin Ertuğrul’unAteşten Gömlek (1923) ile verdiği dönem filmleri ise 15’e ancak ulaşıyor.

Kurtuluş ve kuruluş
İkinci yetersizliğimiz, bağımsızlık ve çağdaşlaşma mücadelemizi seslendirmek, görselleştirmek suretiyle toplumumuzun entelektüel gücünü, estetik ve birlik duygusunu, geçmiş ve gelecekle bağlarını pekiştirmeyi bir yana bırakın, iktidarın karşıdevrim sürecine gömülmemizdir. Kurtuluş ve kuruluş hedeflerinden sapmanın derin utancını yaşıyoruz. Üçüncü olarak da karşıdevrime omuz veren aydın ihanetine geçit verdik.
Öyleyse, Cumhuriyetin ruhumuza işlediği özgürlük ve bağımsızlık ideallerimizin 100 yıl geriye dönüşle, yine tek kişiye biata ve ümmetçiliğe resetlendiği bugün, bilimi erdem sayan, tüm erkeklerini savaşta şehit veren Ersizler köyünü ve İstiklal Savaşımıza elindeki kuruşu bağışlamak için ürkekçe yardım sırasına giren çocuğu yaratan bir ahlakın, okulların performansını indirdikleri hatim sayısına göre ölçen, kıçlarını 500.000 TL’lik “full aksesuar” arabadan başkasına layık görmemeyi, memleketin dört bir köşesindeki dönümlerce saraylara doyamamayı “itibar” sanan bir “ahlaka” dönüştüğü bugün yapacağımız şey nedir? Bu yıl bağımsızlık yolunda ilk adımı attığımız ve 100. yıldönümünü kutlayacağımız 19 Mayıs 1919’u, Manas Destanı gibi, Oğuz Kaan Destanı gibi kalıcı hale getirecek eserler üretmekle başlayabiliriz işe. Bu öneri, hamasi milliyetçilik eserleri değil, emperyallere ve uşaklarına meydan okuyan ve bu yolla dünya barışına yapılan bir çağrıdır. Sonuçta bu ülke, düşman askerlerini bile tarihte eşi bulunmayan zarafetle bağrına basan bir komutan yetiştirmiş ülkedir.
Sanatçılarımıza sesleniyorum: Kurtuluş Savaşı’nın anlatılması, ileriye aktarılması, şehitlerimizin onurlandırılması, özgürlüğün ve halkların kardeşliğinin övülmesi ve bu yolla düşünce ve duygu kapasitemizin geliştirilmesinde en önemli görev size düşüyor. 15 Mayıs 1919’da başlatılan ilk adım ve izleyen Amasya, Erzurum genelgeleri, bir Egmont Uvertürü’nden, bir Nabucco’dan çok daha fazla zorbalığa başkaldırıdır. Atatürk’ün “Gözüm Sakarya’da, Dumlupınar’da, kulağım ise İnebolu’da” sözleri nice kahramanlıklar barındırır. Büyük Taarruz’u, 9 Eylül 1922’yi seslendiren eserler en az Leningrad Senfonisi kadar tanınmayı hak eder. Değerli sanatçılarımız, bu mücadelemizi eserlerinize yansıtmak ve inovatif yaklaşımlarla topluma iletmek için her olanağı kullanmaktan kaçınmayın, kimliğimizi ve kişiliğimizi unutmamıza, unutturmalarına izin vermeyin.

Kurumlara çağrı
Okullar, sivil toplum kuruluşları, müzeler ve belediyelere çağrım: İnebolu - Ankara arası İstiklal Yolu çocuk-genç-yaşlı hepimiz için daimi bir kahramanlık ve onur yolu olsun. Yolun her iki yanındaki kahramanlarımızın heykelleri eşliğinde yürüyelim her yıl. Atatürk ve arkadaşlarının Samsun’dan başlayarak Anadolu’ya dağılan ayak izlerini süren bir proje başlatalım. Bu güzergâhta Kurtuluş Savaşı müzelerine ne kadar çok ihtiyacımız var. Küre duvarlarındaki Kurtuluş Savaşı resimleri her yerde olmayı hak etmiyor mu?
“Uyuyan güzel” pozisyonunda, sosyal sorumluluktan bihaber görünen “bağzı” holdinglerimiz, artık 100. ilk adım temasıyla bari silkinin, sanatçılara, sanat okullarına el verin, siparişlerinizle destekleyin, binalarınız milli hafızamızı koruyan eserlerle değerlensin. Maaşlarını, hatta munzam sandık katkılarını bile ödediğiniz personelinizi maddi açıdan besliyorsunuz, ya duygusal zekâlarını, yaratıcılıklarını? Yeni rejimin çoraklaştırıp sessizleştirdiği bir ülkede yaratılan işgücünün, önümüzdeki dönemde ihtiyaç duyacağınız beşeri sermaye niteliklerini karşılayacağını mı sanıyorsunuz yoksa?

RAZİYE KARABEY / Yazar



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları