Mümtaz Soysal

Kâzım'ın Kanatlanışı

28 Eylül 2008 Pazar

BİRKAÇ hafta önce gördüğümüzde, bakışları yıllar önce eylül kotrasının kıç havuzuna oturmuş Fikret Kızılokunkilerden farklıydı. Fikret, sanki bırakıp gittiği başka evrenlerden bu dünyanın yeryüzüne, denizine, teknelerine, bulutlarına ve insanlarına bakar gibiydi; hüzünlü ama nedenini açıklamayan, sorgulayıcı ama sorularını sormayan, veda edici ama vedalaşmayan bakışlarla. O hepsini müziğiyle çoktan dile getirmişti.

Kâzım Kanat öyle değildi. Kim bilir, gidici olduğunu belki birileri söylemişti; belki kendisi de biliyordu ya da hissetmekteydi. İskele bordamızın iki tekne ötesinde marina pontonuna kıçtankara bağlanmış orta boy tirandilini, gitmek yerine, kalmak ya da, olsa olsa gidip gelmek için satın almıştı. Zaman zaman ailesini ya da arkadaşlarını alıp çıkış yaptığında, akşama dönüş çıkışıydı bu hep. Florida teknesi. Uzak diyarları düşündüren adına karşın, her şeyiyle yerliydi: bandırasıyla, bağlama limanını gösteren L. Bodrumyazısıyla, direğinde dalgalanan ay yıldızlı ve siyah-beyaz çizgili Beşiktaş bayrağıyla.

Herhalde, yaşamını böyle sürdürmek, biraz da içinde sakladığı bir direniş iradesinden kaynaklanmaktaydı: Sakaryadaki gibi sonuna kadar yılmamak, bir Çengel Hüseyin ya da İbrahim Üzülmez inadıyla maça asılmak.

Cengâverliğe, kahramanlığa soyunmadan.

Yalnız spor yazarları değil, bütün futbol meraklıları da bilir ki, koyu Beşiktaşlıydı. Ama yine herkes bilir ki, öyle olması, spor yazarı olarak değerlendirmelerinde nesnellikten uzaklaşmasına yol açmamıştır. Hatta denebilir ki, sevdiği takım söz konusu olunca eleştirileri daha acılaşır, kalemi daha keskinleşirdi. Doğru yazarlıkta temel koşulun -ele alınan sorun kulüp tutkusu gibi en vazgeçilmez bir alanda bile olsa- en başta nesnellik demek olduğunu göstermekteydi.

O açıdan bakınca, gerçek sevginin nasıl olması gerektiğinin en iyi örneğini vermekteydi.

Sevmek, sevilenin daha iyi olmasını istemek değil midir?

Ne var ki, büyük olasılıkla tam da bu nedenle, yani anlatışlarında nesnel, değerlendirmelerinde ölçülü, eleştirilerinde insafsız olduğu için, çok kişinin kalbini kırmış, yüzeysel arkadaşlıkları sona erdirmiş, belki de gereksiz düşmanlıklar edinmiş olabilir.

Ama öyle olsa da, bu onun kusuru ya da suçu sayılmaz ki. Böyle insanlara sahip toplumlarda eleştirilere hoşgörüsüz olanlardır kırgınları ve kusurları yaratanlar. Zaten, şöyle ya da böyle, aramızdan göçüp gitmiş olanlar için bütün değerlendirmelerimizde aslolması gereken hoşgörü değil midir?

Hele giden. Kâzım gibi, sessizce kanat çırparak bir yerlere uçup gitmişse.

[email protected]



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Çelişki Korkusu 19 Mart 2014
Acı 14 Mart 2014

Günün Köşe Yazıları