Olaylar Ve Görüşler

Toroslar’ın evladı

23 Şubat 2019 Cumartesi

Yüz yaşına kadar yaşayacağına inandığımız bu dağcı, kayakçı, golfçü heykel gibi beden... Bu halk, hiçbir siyasetçiye nasip olmayan biçimde onu bağrına bastı, sevdi, çünkü onun gerçekten gerçek bir Anadolu evladı olduğunu anladı.

Yol, çiçeğe durmuş ağaçlarla, sarı katırtırnaklarıyla baharın patladığı Toroslar’ın tepeleri arasından kıvrıla kıvrıla gidiyor. Biraz önce Kuş Yuvası denilen ürkütücü yolu yürüyerek geçtik. Çünkü dağa asılı duran bu dar balonumsu yolda iki araba karşı karşıya gelirse geçmek olanaksız.
Bazı köşelerde hâlâ öbek öbek kar duruyor, yanında çiçek açmış gelin gibi bir badem ağacı.
“Fikretçim” diyorum. “Müthiş bir yere getirdin bizi. Doğa bir mucize bu dağlarda. Nereye baksam aklıma Karacaoğlan geliyor. Hani diyordu ya “Çukurova bayramlığın giyerken / Üzerinden çıplaklığı soyarken.”
Yakışıklı yüzü “Ben dememiş miydim” dercesine aydınlanıyor, beyaz bıyıklarının altından gülümsüyor. “İşte benim çocukluğum hep buralarda geçti” diyor. “Zaten Karacaoğlan da bizim buraların çocuğu, yani Toroslar’ın.”
“Demek” diyorum ‘çıplaklığı soymak’ gibi olağanüstü bir dizeyi bu doğa yazdırıyor ozana.”
Sonra onun sevdiği bir türküye başlıyorum.
“Menevşe yaylanın perçem belini / Lale sümbül bürüsün de gidelim.”
Üç kişiyiz, üç can arkadaş. Fikret Ünlü, Necati Yağcı ve ben. Yolumuz Fikret’in memleketi yalçın dağlardaki Ermenek’e bağlanıyor. Aşağıda masmavi Göksu, yukarıda masmavi gökyüzü, karşıki dağda sarı çiçek sarvan kurmuş oturmuş.
Ermenek’e yaklaştıkça Fikret’in heyecanının arttığını görebiliyorum. “İşte” diyor “bu derede elimle balık tutardım, şu dağa tırmanırdım.” Ve gele gele en sevdiği yere varıyoruz: Balkusan yaylası. Çocukluğunun en güzel günlerini geçirdiği o güzelim yayla. Hemşerileri Fikret Ünlü’yü gönülden karşılıyorlar. Bir devlet adamı, bir bakan değil o; memleketlerinin evladı Fikret.
“Sık sık gelelim buraya” diyoruz.
O gezinin üzerinden yılar geçiyor. Şimdi yine onunla birlikte Balkusan yaylasına gidiyoruz ama bu sefer coşkuyla değil hüzünle. Çünkü “yiğidimiz aslanımız” oraya gömülmeyi vasiyet etmiş. Eşi Ülker, kızı Oya, oğlu Barış, Necati, Mehtap, Şule, İbrahim, ben; boynumuz bükük onu taşıyan arabayı izliyoruz. Bu kez yine aklımda türküler var ama farklı şeyler: “Murat yalan, ölüm gerçek” diye mırıldanıyorum. “Vadesiz ölümler zor geldi bana be Fikret” diyorum. Evet, yaşına göre değil ama durumuna göre vadesiz ölüm. Yüz yaşına kadar yaşayacağına inandığımız bu dağcı, kayakçı, golfçü heykel gibi beden, böyle bir hastalığın pençesinde eriyip gidemezdi ki. Hem de bu kadar kısa sürede.
Artık tek tesellimiz ona duyulan sevgi, saygı. Bu halk, hiçbir siyasetçiye nasip olmayan biçimde onu bağrına bastı, sevdi, çünkü onun gerçekten gerçek bir Anadolu evladı olduğunu anladı.
Artık dilimizde anılar, yaptığı şakalar, birlikte geçen güzel günler ve çok özlediği Balkusan yaylasına kavuşan bir dost.
Ne diyeyim;
Sevgili arkadaşım, çiçek kokuları, çavlanların sesi, dağlar, Karacaoğlan, Göksu yoldaşın olsun.
Seni çok sevdik biz.

ZÜLFÜ LİVANELİ  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları