Olaylar Ve Görüşler

Velidedeoğlu ve hukuk dili

24 Şubat 2019 Pazar

Aramızdan ayrılışının 27’nci yılında Ord. Prof. Dr. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu’nun anısına saygıyla

Velidedeoğlu, “Bir ulusun gerçek bağımsızlığının en önemli koşullarından birinin kültürde, özellikle dilde bağımsızlık olduğunu bilen Atatürk’ün, bunu sağlamak amacıyla, 1932’de Türk Dil Kurumu’nu kurduğunu” belirtip, “dilimizin gelişip serpilmesinde bu kurumun payı çok büyük oldu!” diye de vurgulayacaktır.

Ord. Prof. Dr. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu’nun, 1942 yılında Cumhuriyet’te yazmaya başlamasının temel nedenlerinden biriydi, “Hukuk”un, halk tarafından anlaşılır bir dille ortaya konulmasının kaçınılmazlığı.
Bilindiği gibi, “hukuk dili”, “hukuk terimleri” yalnızca hukukçuları ilgilendirmez, yaşamın pek çok bağlamında yer alır, dolaysiyle içiçeyizdir.
Cumhuriyet’in ilanıyla, “Laik Hukuk Sistemi”ne geçildiği halde, “İslam Hukuku”na dayanan eski hukuk dilinde kullanılan Arapça terimler, sözcükler örneğin:
“Fura, beyyine, mahcur, irtifak, karz, müstevdi, mutemerrit, zilyet, şûyu’un izalesi, şüf’a hakkı, meselei müstehire, kaziyyei muhkeme...” gibi pek çok terim yasalarda yerlerini koruyordu.
Velidedeoğlu, İsviçre’deki eğitimini tamamlayıp Türkiye’ye döndükten sonra, “İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi”ne, “Medeni Hukuk Doçenti” olarak atanır.

Görevi Türkçe’ye çevirmekti
Görevi, Medeni Hukuk Ord. Profesörü A. B. Schwarz’ın derslerini, sınıfta Almanca’dan Türkçe’ye çevirmekti.
Bu görevi 1934’ten 1939’a dek sürer: Ayrıca Prof. Schwarz’ın iki kitabını, birçok Batılı hukukçunun konferansını, etüd ve yazılarını, kimisini Almanca’dan, kimisini Fransızca’dan olmak üzere, Türkçe’ye çevirir; bu çalışmaların hepsi yayımlanır.
İşte bütün bu çevirileri yaparken, hukuk dilimizin yüzde 80, dahası, “Mürtehin, merhun üzerindeki zilyedliği ve merhuna vaz’ıyed eden üçüncü şahıslardan mutalebe selahiyetini zayi edince rehni sâkıt olur.” diyen, Medeni Kanunu’nun, 857. maddesinde olduğu gibi, yüzde 99 “Arapça” sözcüklerden oluştuğunu görür.
Ayrıca, bu çeviri sırasında, “Özel Hukuk alanına, -Medeni Kanunu’nun kabulünden sonra- giren Batı hukuk öğretisindeki yeni kavramların, Osmanlıca ile de karşılanmasındaki büyük güçlüğe, hatta kimi zaman olanaksızlığa tanık olduğunu da dile getirir.”
Bu durum karşısında, “Hukuk öğretisinde, Türkçe yeni terimler bulmanın gerektiğine karar verdiğini” açıklar.
“Medeni Kanun” terimi için, “Yurttaşlar Yasası” der. “Fransızların, ‘Code Civil’ dedikleri adlandırmada, ‘civil’ sözcüğü, ‘şehir, kent’ anlamını taşıyan ‘cite’ sözcüğü ile ilgili olduğundan, ‘code civil’, ‘hemşerilerle ilgili yasa’ demektir.” diye açıklar Velidedeoğlu.
Ve şöyle sürdürür, “İlkçağ Yunan ve Roma uygarlıklarının başlangıcında şehir devletleri egemen olduğu için, oralarda ‘hemşeri’ gerçekte, ‘yurttaş’ demekti. Bu nedenle, ‘code civil’ terimini Türkçe’ye ‘Yurttaşlar Yasası’ olarak çevirmek gerekiyordu.
Nitekim Almanlar da bunu, ‘Bürgerliches Gesetzbuch’ yani ‘Yurttaşlar Yasası’ diye çevirdiklerini” vurgular.
Ayrıca, “ Medeni Kanun, en başta yurttaşların kişilik, aile, miras, eşya ve borç durumlarını kapsayan bütün ilişkilerini düzenlediği için, buna ‘Yurttaşlar Yasası’ demek, kavramı tümüyle belirtmek için, zaten gerekli idi.
Kaldı ki, ‘medeni sözcüğü Türkçe’de ‘barbar vahşi’ sözcüklerinin tersini belirten bir anlam da taşımakta olup, bu anlamın ‘Medeni Kanun’daki, ‘medeni’ nitemi (sıfatı) ile bir ilgisi yoktu.
Bütün bu nedenlerle bu yasaya -Latince, İtalyanca, Fransızca ve Almanca’da olduğu gibi- ‘Yurttaşlar Yasası’ dedik” diye vurgular Velidedeoğlu.
Her ne denli, kısa bir süre sonra, “Medeni Kanun” adına dönülmüşse de , “mülk” yerine “taşınmaz mal”, “istimlak” yerine “kamulaştırma”, “mamelek” yerine “mal varlığı”, yerlerini koruyor.

Bir ulusun bağımsızlığı
“‘Temerrüd’ yerine direnim, ‘mütemerrid’ yerine direngen, ‘müntehib’ yerine seçmen, diyoruz” diye vurlar Velidedeoğlu, yarım yüzyıl önce...
Ve değerli dostlar, Velidedeoğlu, birkaç kez yazmıştı, İsviçre’nin, Neuchatel kentinin üniversitesinde, doktora çalışmalarını yürütürken, daha ilk günlerinden birinde kaldığı pansiyon sahibi yaşlı kadının, bir sabah elinde bir kitapçık okurken görünce, merak edip ne okuduğunu sormuş; pansiyon sahibi “yarın bir davam var da, haklarıma bakıyorum!” diye yanıtlayınca, genç Hıfzı Veldet, şaşkınlık içinde kalır...
Nasıl kalmasın ki “Mürtehin, merhun üzerindeki zilyedliğin...” diye başlayan kuralları anımsayınca...
Yine ayrıca Velidedeoğlu: “Bir ulusun gerçek bağımsızlığının en önemli koşullarından birinin kültürde, özellikle dilde bağımsızlık olduğunu bilen Atatürk’ün, bunu sağlamak amacıyla, 1932’de Türk Dil Kurumu’nu kurduğunu” belirtip, “dilimizin gelişip serpilmesinde bu kurumun payı çok büyük oldu!” diye de vurgulayacaktır.
Bu arada, gerek İran’da, gerek Mısır’da da, dillerini arılaştırmak için kendi “Dil Kurumlarını” oluşturduklarını anımsatalım.
Bugün ülkemizde bu çalışmaların ve kurumların “tarih olduğu”, acı bir gerçek olarak önümüzde.  

Meriç Velidedeoğlu



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları