Adnan Binyazar

Ceyhun Atuf Kansu

01 Mart 2019 Cuma

Varlık, Türk Dili gibi, o dönemin en etkili düşünce, dil aydınlanmasının kaynağı edebiyat dergilerini Köy Enstitüsü öğrencisiyken okuyordum. Türk Dil Kurumu’nun “Halk Ağzından Derlemeler” girişiminin de sözcük derleyicisiydim. TDK Başkanı Agâh Sırrı Levend, anamın dilinden duyup derlediğim sözcüklerden dolayı Türk Dilinde Gelişme ve Sadeleşme Safhaları adlı kitabını imzalayıp armağan etmişti.
Varlık’ta Ceyhun Atuf Kansu’nun “Köy Öğretmenine Mektuplar” genel başlığı altında yazdığı yazıları kaçırmıyordum.
Mektuplarında, kırsal bölgelerdeki insanımızın gerçeğini duyumsayıp dile getirişiyle doruk yazarımdı Kansu. Her denemesiyle, gittikçe önemini yitiren öğretmenliğin bir yandan kutsal, bir yandan sıradanlığa dönüşen kimliğini kavratıyordu bana. İmzalı ikinci kitabı da Ceyhun Atuf Kansu’nun elinden almıştım.

Yurdumun sanatçısı
Bizim kuşak onu “Ceyhun Ağabey” diye anar. Ceyhun Ağabey’le ilk, Ankara’ya yerleştiğim 1968’in sonbaharında yüz yüze geldik. Gözlük, gözün yerini alan yardımcı bir araçtır. Yansıtıcı olduğundan, gözü kapama gibi olumsuz bir yanı da vardır. Ceyhun Ağabey’de öyle değildi, gözünün ışığının yüreklerde iz bırakmasının aracıydı gözlük. Onu ilk gördüğümde kendinden önce gözünün ışığı yerleşti belleğime. Çantasından Köy Öğretmenine Mektuplar adlı kitabını çıkardı, hem de adımı yazarak, “yurdumun sanatçısına” diye imzaladı...
Onun karşısında doruğa tırmandığımı sanırken, doruk, aydınlığının içine almıştı beni. Varlık’ta o güne değin beş on yazısı çıkan genç bir yazı heveslisi için, yazarlığının onanmasıydı “yurdun sanatçısı” sözü!

Görüntüler
Doğallığın, hoşgörünün, sevecenliğin anıtı dikilse Ceyhun Atuf Kansu ilk adaylardan biridir. Sanırım, Cemal Süreya, “şiirimizin cumhurbaşkanı” diye adlandırırken Kansu’nun kendine özgü kişiliğini de göz önünde bulundurmuştur. Şiiri, denemesi, öyküsü iç içe gibidir; her biri öbürünün beslenme kaynağıdır. Şairin, ressamın, bestecinin kendi gibi olması sanatçılığının temel ölçüsüdür. Kansu’nun bir edebiyat akımına yerleştirilemeyişi bu bağlamda değerlendirilmeli. Sanatçılığıyla insanlığını, insanlığıyla sanatçılığını bütünleştirmede ayrı bir yeri vardır.
Kansu’yu, en olgun yaşlarında, ilk aşk sevgilisi gibi koluna taktığı eşiyle bir sinemanın önünde bilet alırken; bir eli kızı Bahar’ın, bir eli oğlu Işık’ın elinde Atatürk Bulvarı’nın geniş yürüyüş yolunda çocuklarını gezdirdiğini görebilirdiniz. Genç bir sanatçı ölçüyü kaçırıp akıllılık taslağında, gözlüğünün ardındaki okşayıcı gözleriyle onu nasıl okşadığının da tanığıyım. Ozanın, “Gel ha gönül havalanma, engin ol gönül engin ol” dediğiydi Kansu.

Son görüşüm
Ölümünden bir gün önce Türk Dili dergisinin yazı kurulundaydık. Gözü ışığını yitirmiş, tınısı okşayıcı sesi kurumuş ırmaklara dönmüştü. “Neyiniz var Ceyhun Ağabey?” diye sormuştum, “Bugün iyi değilim” diyerek, elini “sol göğsünün altındaki cevahir”e uzatmıştı. İyi gelir diye bardağına su koymuştum. “Adnan, ben doktorum, kalbimi hangi damarların sardığını bilirim” deyince susmuştum. Yüreğimi hüznün karanlıkları basmıştı.
Cahit Külebi, o soluk aldırmaz karanlığı, ölümünden bir hafta sonra yazdığı ağıtın şu iki dörtlüğünde dile getirmişti:
Ceyhun kardaş sen bu elden gideli
Dağlarım yıkıldı, çöllerim bomboş.
Söğütlü dereler, iğdeli beller,
Kuraktan çatlamış göllerim bomboş.
Her sevdiğin şeye sen gülüm derdin,
İnsanları bebe gibi severdin,
En sonunda kendi yüreğin verdin,
Kırıldı dallarım, güllerim bomboş.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Benlik arayışları 19 Nisan 2024
Romeo ve Juliet 12 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları